Hz. Zeyneb –s– ve Erbain (Erbain özel – 7)
Hz. Zeyneb –s–, İmam Ali –s– ve Hz. Fatıma’nın –s– sevgili kızı ve İslam Peygamberi’nin –s– torunudur.
Şimdi Aşura hadisesinin ardından Hz. Zeyneb’in –s– emsalsiz rolü başlamıştır. Bu rol, İmam Hüseyin –s– kıyamını korumak ve canlı tutmak ve ehli beytin –s– velayeti yönünde devam etmesini sağlamaktır ve bu görev Hüseyni Erbain’de doruk noktasına ulaşır.
Bugün Sefer ayının 20. Günü ve İmam Hüseyin’in –s– şehadetinin kırkıncı günüdür. Bugün müslümanlar, İslam dini bekasını onun şehadetine borçlu olduğu büyük bir insanın şehadeti için yas tutmaktadır.
Erbain aslında İmam Hüseyin ve sadık sahabesinin Kerbela çölünde Aşura gününde şehit düşmelerinin anıldığı gündür. İmam Hüseyin –s– Erbain’i İslam dinini ve Kur'an'ı Kerim ahkamını korumak için tüm varlığından vaz geçen ve ancak hak ve hakikati ön planda tutan insanların fedakarlığının ve yiğitliğinin simgesidir. Bu arada Hz. Zeyneb’in Aşura gününden Erbain gününe kadar geçen sürede yaşanan hadiselerde ve gelişmelerde rolü çok önemli ve oldukça hassastır.
Kerbela hadiselerinin içinde önemli rolü olan Hz. Zeyneb –s– İmam Hüseyin –s– kıyamı ve hareketinin devam etmesinde de eşsiz bir rolü üstlenir. Hz. Zeyneb –s–, İmam Ali –s– ve Hz. Fatıma’nın –s– sevgili kızı ve İslam Peygamberi’nin –s– torunudur. Şimdi Aşura hadisesinin ardından Hz. Zeyneb’in –s– emsalsiz rolü başlamıştır. Bu rol, İmam Hüseyin –s– kıyamını korumak ve canlı tutmak ve ehli beytin –s– velayeti yönünde devam etmesini sağlamaktır ve bu görev Hüseyni Erbain’de doruk noktasına ulaşır.
Hz. Zeyneb –s– imanından kaynaklanan şecaat ve cesurluğu ile Yezid’in elinde 40 gün tutsak olduğu halde asaletini koruyarak ve tüm mantığı ve istidlali ile Aşura ve Kerbela hadisesinin hedeflerini korumak üzere tüm çabasını sarf ediyor. Aşura çağında zalim Yezid ordusu kendi adamlarının cenazelerini gömdü, ancak İmam Hüseyin –s– ve hanedanı ve arkadaşlarının pak naşlarını yerde bıraktı. Yezid’in adamları Kerbela’a geldiklerinde kasıtlı olarak İmam Hüseyin –s– henadınını, kadınlarını, analarını ve kız kardeşlerini şehitlerin mazlum bir şekilde katledildikleri alanın yanından geçirdi ve böylece o hazretin pak hanedanına yenilginin acısını biraz daha tattırmak istedi. Aslında İmam Hüseyin –s– dünya ahiret izzet vee onur peşindeydi, ancak Yezid ve adamları İmam Hüseyin’i –s– ölümünden önce ve sonra aciz biri gibi göstermeye çalıştı.
Evet, kadınları ve çocukları en aziz yakınlarının param parça olmuş cenazelerinin yanından geçirdiler. Bu kadınların her biri şehit düşenlerin arasında bir kadeşi, eşi veya evladı bulunuyordu, ama hiç bir ne ağladı ne de inledi. Çünkü hepsi Hz. Zeyneb’e –s– bakıyordu. Onlar Hz. Zeyneb’in –s– ardından geliyordu. Hz. Zeyneb –s– İmam Hüseyin’in –s– gaddarca param parça edilen mutahhar naşının yanına geldiğinde, başı kesilen bir naşla değil, aynı zamanda mübarek vücudunda hatta bir tek sağlam organ bırakılmayan bir naşla karşılaştı. O sırada Hz. Zeyneb –s– eğildi, taşları ve kırık mızrakları ve okları yavaş yavaş bir kenara itti, iki elini param parça edilen hazretin mutahhar naşının altına koydu, naşı kaldırdı ve şöyle haykırdı: Ey yüce Rabbim, bu kurbanı bizden kabul etti.
Bu sözler, Hüseyin –s– onun her şeyi ve tüm varlığı olan bir kadına aitti. Ancak Hz. Zeyneb –s– bu sözleri ile aslında herkese şöyle ilan etti: Biz Hüseyin’i –s– Allah’ın ve dininin yolunda kurban ettik ve şimdi Allah’tan bu kurbanı bizden kabul etmesini istiyoruz. Nitekim İbni Ziyad meclisinde İbni Ziyad kendisinden “Allah’ın kardeşine yaptığını nasıl buldun?” şeklinde sorduğunda, şöyle karşılık verdi: Allah’a and olsun ki güzellikten başka bir şey görmedim. Onlar Allah teala ölümü mukadder buyurduğu yiğitlerdi ve hepsi mezarlarına doğru gitti.
Gerçekte Hz. Zeyneb –s– şehitlerin efendisi İmam Hüseyin’in –s– şehadetine yönelik bu tutumu ile diğer kadınlara da görevini hatırlatmış oldu ve onlar da şimdi, inleme ve ağlama zamanı olmadığını, şimdi direniş ve dik duruş zamanı olduğunu anladı. Hz. Zeyneb –s– ve beraberindeki kadınlar bu davranışları ile başkalarına İmam ve önderlerinin peşinden bilinç ve marifetle hareket ettiklerini ve eğer Allah’ın dini bundan daha fazla fedakarlık istiyorsa, bunu yapmaya hazır olduklarını ilan etti.
O gün Yezid iktidarının merkezi Şam da Hz. Zeyneb’in salabetli sözleri ile alt üst oldu. Bu sözlerin ardından düne kadar rengarenk bayraklarla süslenen kent birden karalara büründü. Bundan önce Kerbela savaşının zaferi ile sorhoş olan Emevilerin askerleri sevinçten yerinde duramazken, şimdi adeta Hz. Zeyneb’in –s– ve İslam Peygamberi’nin –s– pak ehli beytinin –s– tutsağı olmuştu. Şecaat ve cesurluğu ile ün yapan Ali bin Ebutalib’in –s– kızı Hz. Zeyneb –s– zaten bu özelliği sayesinde dişine kadar silah kuşanmış düşmandan asla korkmuyor ve onlara haykırıyor ve hepsini aşağılıyordu. Nitekim İbni Ziyad’ın düzenlediği mecliste zalim hükümdarın görece gücünden asla çekinmeden onu fasık ve aşağılık ilan ederek şöyle diyor: Allah’a hamd olsun ki bizi Muhammed’in –s– nübüvveti ile onurlandırdı ve kötülüklerden arındırdı. Nitekim ancak fasıklar rezil rüsvay olur ve kötüler yalan söyler ve bizden olamaz.
Yezid’in şatafatlı sarayında da Hz. Zeyneb –s– tüm salabeti ile dik bir duruş sergileyerek şöyle haykırıyor: Eğer devranın baskıları beni senin gibi biriyle konuşmaya zorladıysa, bil ki senin değerin ve kıymetin benim gözümde hiçtir, fakat seni serzeniş etmeyi büyük sayıyor ve cezalandırmanı da büyük biliyorum.
Bu sözlerin ardından Yezid öylesine küçüldü ve alçaldı ki bir an önce Hz. Zeyneb’i –s– ve Aşura’nın diğer habercilerini iktidarının merkezinden uzaklaştırmaktan başka çaresi olmadığını anladı. Zira Yezid’in iktidarının merkezi olan Şam o dönemde başka ülkelerin temsilcileri, elçileri ve yine yerli ve yabancı büyük bezirganların gelip gittiği ve uğradığı yerdi. Bu yüzden Hz. Zeyneb’in –s– burada kalması asla Yezid’in maslahatına değildi. Bu yüzden Hz. Zeyneb –s– ve beraberindekilerin Medine’ye geri götürülmelerine emretti.
Ve böylece esirler kervanı büyük eziyet çektirilerek Şam’a getirilirken, dönüş sırasında eziyetler ve zorluklar azaldı. Yezid yeni bir inkılabın patlak vermesi ve kervanın reisi tarafından daha fazla rezil olması korkusu ile Numan bin Beşir’e ehli beyt –s– fertlerine yumuşak davranılmasını emretti. Bu yüzden Numan bin Beşir da Aşura faciasından geriye kalan kervanı saygı ile geri götürmeye çalışıyordu. Küfe’den Şam’a doğru yolculuktan kasıtlı bir şekilde çeşitli kentlere uğratılan kervan dönüşte daha kısa bir yol seçti ve hem daha hızlı bir şekilde hareket ederek bir an önce Kerbela çölüne ulaşmaya çalıştı. Kervandakiler kan ve hamaset çölü Kerbela’ya varmak için anlarını sayılıyordu ve bu mekana gelebilmek için yolculuğun tüm zorluklarına katlanıyordu. Ta ki Erbain geldi ve kervan Kerbela faciası üzerinden kırk gün geçtiği bir sırada 20 Sefer’de Kerbela topraklarına ayak bastı.
İmam Hüseyin’in –s– mezarını ziyaret eden ilk sahabe, Cabir bin Abdullah Ensari idi. Cabir bin Abdullah Ensari İslam Peygamberi’nin –s– sahabesi ve ehli beyt –s– izleyenlerindendi ve İmam Hüseyin’in –s– şehadetinden kırk gün sonra Kerbela’ya gelen ilk kişiydi ve Erbain ziyareti geleneğini de o başlattı. O gün Cabir’e Kerbela’da eşlik eden kişi ise Atiyye Ufi idi. Atiyye bir rivayete göre Cabir’in hizmetkarı ve Kur'an'ı Kerim müfessiriydi.
Atiyye Ufi şöyle anlatıyor: Cabir bin Abdullah Ensari ile birlikte İmam Hüseyin’in –s– mezarını ziyaret etmek üzere Kerbela’ya geldik. Cabir Fırat suyunda gusül yaptı ve temiz elbiselerini giydi, ardından birlikte mutahhar mezara doğru hareket ettik. Cabir Allah’ı zikretmeden bir tek adım bile atmıyordu, ta ki mezara yaklaştık. Bana elini mezara ulaştırmamı söyledi, ben de elini mezarın üzerine koydum. Cabir üç kez Ya Hüseyin dedi ve ardından bayıldı.
Atiyye Ufi şöyle devam ediyor: Cabir ayılır ayılmaz İmam Hüseyin’e –s– şöyle arz etti: Ey Hüseyin, neden bana cevap vermiyorsun? Ardından kendi kendine cevap verdi ve şöyle arz etti: Nasıl cevap verebilirsin ki, boğazının damarı kesilmiş ve başınla bedenin birbirinden ayrılmışken. Şahadet getiriyorum ki sen Hatemul enbiya ve müminlerin efendisinin evladısın. İlahi rıdvan ve selam üzerine olun.
Cabir bu sözlerin ardından İmam Hüseyin’in –s– arkadaşlarının mezarına doğru hareket etti ve oraya vardığında şöyle dedi: Selam olsun sizlere, siz ki Hüseyin –s– yolunda ve onun yanında şehit düştünüz. Şahadet getiriyorum ki siz ölüm anınıza kadar namaz kılan ve zekat ödeyen ve emri maruf ve nahyi ilan münker yapan ve mülhitler ve kafirlerle mücadele ve cihat edenlerdensiniz.
Evet, Erbain Hz. Zeyneb’in –s– Kerbela’ya döndüğü gündür. Hz. Zeyneb –s– acı ve elem dolu bir kırk günü geride bırakmıştır. Böyle bir acıyı çeken bir kadının çöküşün doruk noktasında olması gerekir, ancak Hz. Zeyneb –s– başı dik ve zaferle dönmektedir. Hz. Zeyneb –s– bu kırk gün içinde görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir. Ancak Hüseyin –s– musibetinin elemi Hz. Zeyneb –s– hele dursun, her an her yüreği yakan bir ateş gibidir. Hz. Zeyneb –s– bu kırk gün içinde sayısız acıya katlandı, kırbaçlandı, hakaretler işitti, açlık ve esaret çekti, ama bunların hiç biri sevgili kardeşinin hicranı kadar onu yorgun ve bitkin düşürememişti. Bu yüzden Kerbela çölüne geldiğinde hemen İmam Hüseyin’in –s– mezarına geldi ve yürekleri parçalayan ve yakıp kavuran bir haykırışla kardeşine seslendi: Ey Resulullah’ın –s– gönlünün mahbubu, ey Mekke ve Mina evladı, ey Zehra –s– ve Ali Murtaza’nın –s– evladı, ah... ah...
Görecede sade gibi gözüken bu kelimeler aslında gam ve keder dolu bir yürekten yükseliyordu ve bu yüzden orada bulunan herkesi duygulandırdı, göz yaşları sel oldu ve birden ağlama ve inleme sesleri göklere yükseldi.