İslam dünyasında vahdet simgesi; Resuli Ekrem -sav- 5
Vahdet haftası dolaysıyla bir kaç bölümde hazırladığımız sohbetimiz boyunca İslam dünyasında vahdet yolundaki engelleri ve İslamî mezheplerin birlik ve beraberliğini engelleyen etkenleri gözden geçirmeye çalışıyoruz.
Bu çerçevede bugünkü sohbetimizde tekfirci IŞİD terör örgütünün nasıl geniş çapta ve gayet profesyonel bir şekilde medyayı kendi şom hedefleri gütmek için kullandığını ve ayrıca Batı’nın bu tekfirci akıma ve diğer radikal örgütlere İslam dünyasında tefrika yaratmak için yardım ettiğini gözden geçirmek istiyoruz.
Günümüzde bilgi patlaması ve iletişim alanında yaşanan müthiş devrim sayesinde dünyamız oldukç küçülmüş ve aynı zamanda karmaşık hale gelmiştir. Günümüz dünyasında internet, uydu ve cep telefonu gibi kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ile beraber artık eski dengelerin bozulduğu ve ülkelerin ilişkileri farklı biçimde düzenlendiği ve hata vatandaşların görüşlerini beyan etme yöntemi değiştiği ve yeni dengelerin ve yeni yöntemlerin eski dengelerin ve yöntemlerin yerini aldığı gözleniyor.
Bugün iletişim teknolojilerinin daha da komplike bir hale gelmesi ve bu teknolojilerin artık tüm dünyayı aynı anda kapsam alanına alabilmesi, kitlelerin üzerindeki etkisini de bir o kadar arttırdığı gözleniyor. Bu bağlamda medya organları da sahip oldukları nüfuz gücü ile insanların davranış biçimlerini değiştirerek yönlendirebiliyor. Aslında medya sadece gerçekleri değil, daha da önemlisi, insanların gerçeklerden idrakını değiştiriyor. Medyanın sahip olduğu bu gücün bazı düşünürleri, medyanın insanların hakimiyetini ve kendi kaderini belirleme gücünü ellerinden aldığı ve kendi kontrolüne geçirdiği ve insanların düşüncelerini, idrakını ve duygularını yönlendirdiğini söyleyecek noktaya kadar getirdiği anlaşılıyor.
1991 yılında baba Bush Saddam ordusuna karşı savaşan ittifak güçlerine komutanlık yaptığı birinci Fars körfezi savaşı sırasında Fransız sosyolog Jean Baudrillard çok ses getiren ve yok satan bir kitabında bu saldırıya ve Batı’nın Irak’a karşı askeri saldırısına farklı bir açıdan baktı.
Kitabın başlığı şöyleydi: Fars körfezi savaşı asla yaşanmadı. Aslında bu adlandırma Amerikalıların TV kanallarında görmedikleri gizli gerçeklere dayanıyordu. Amerikan halkının büyük bir bölümü, Avrupa vatandaşları ve hatta Irak halkı Irak savaşından sadece uydulardan ve CNN ve BBC gibi TV kanallarından gördükleri ve duydukları kadar haberdardı. Gerçekte bu insanlar tamamen seçilmiş görüntülere göre ve hatta bazen söz konusu Batı medyasınca ters yüz gösterilen haberlere göre savaşın gidişatından haberdar olabiliyordu. Eserin yazarı da bu konuya işaret ediyor ve medyada savaşla ilgili duyulan haberlerin gerçekte savaş sahasında yaşananlardan tamamen farklı olduğunu belirtiyor. Kitapta medyanın kandırma çalışmalarına bir çok örnek veren yazar eserin sonunda da medya ordusu bir çok durumda öncü güç olarak bir ülkeye askeri müdahale yolunu açtığını vurguluyor.
Bugün Batı medyası imparatorluğu tekfirci IŞİD terör örgütü veya Ortadoğu, Güney ve Doğu Asya ve Afrika bölgelerinde faaliyet yürüten diğer tekfirci terör örgütlerine yönelik tutumunda bu örgütlerin gerçek yüzünü gösterme peşinde değildir. Batı medyasının bu örgütlere yönelik esas stratejisi bu örgütlerden yararlanarak İslam ülkelerini istikrarsızlaştırmak ve barış ve adalet dini olan İslam dininden şiddet yanlısı çirkin bir imaj sunmaktır.
Almanya’nın Deutche Wele haber ajansı tüm haberlerinde ve raporlarında tekfirci teröristlerden cihatçı güçler ve tekfirci IŞİD terör örgütüne bağlı teröristlerden de Irak şam İslam devleti örgütüne bağlı milisler şeklinde söz ediyor.
Amerika’nın sesi kanalı VOA de tekfirci baasçı teröristlerle ilgili haber ve raporlarında bu canilerden sünni IŞİD örgütü, IŞİD’in İslamcı milisleri, IŞİD’in radikal milisleri ve benzer ifadelerle söz ediyor.
Batı’da en çok İslam ülkelerini insan haklarını gözardı etmekle suçlayan İngiliz BBC kanalı da tekfirci terör örgütlerinin barbarca cinayetlerine göz yumarcasına bu canilerden cihatçı milisler veya IŞİD’e bağlı sünnü savaşçılar gibi tabirlerle söz ediyor.
Kuşkusuz bu tür tabirlerin Batı medyasında kullanılması, Batılı devletlerin terör örgütlerine verdiği desteği örtbas etmeye yönelik çabalardır. Bu konuda Suriye’nin BM daimi temsilcisi Beşar Caferi şöyle diyor: eğer BBC, CNN, Newyork Times, Washington Post, Lomond, Speigel, Independent, Wall Street Journal vesaire Batılı medya organlarını gözden geçirecek olursanız, bu medya organlarının tümünün şimdiye kadar IŞİD’i bir terör örgütü olarak tanımlamadığını ve bunun yerine IŞİD’den milisler, sünni cihatçılar veya devrimciler şeklinde söz ettiklerini görürsünüz. Ben şimdiye kadar CNN muhabiri veya diğer medya organlarının muhabirleri IŞİD’i terör örgütü olarak tanıtmalarını duymadım. Oysa IŞİD BM güvenlik konseyinin terör örgütleri listesindedir. O zaman biz burada utanmazca bir sahtekarlıkla karşı karşıyayız demektir.
Aslında IŞİD’i tarihin en çok medyatik terör örgütü nitelemek mümkün. Bu örgüt sahadaki terör eylemlerinin yanında sanal ortamda ve özellikle internette geniş çapta faaliyet yürütüyor ve böylece terörist ve tekfirci düşünce ve ideolojisini yaygınlaştırmaya çalışıyor. Örgüt medya üzerinden ayrıca insan gücü topluyor ve teşkilatını genişletiyor. IŞİD günümüzde geniş kitlelere hitap eden sosyal paylaşım sitelerinde de kendine özgü sayfaları bulunuyor ve bunları gayet güdümlü bir şekilde tekfirci ve radikal saptın ideolojisinin propagandası yolunda kullanıyor.
Örneğin IŞİD twitter, facebook ve instagram gibi sitelerde açtığı sayfalarında işlediği korkunç cinayetlerin fotoğraflarını ve videolarını paylaşıyor. IŞİD bir yandan korkunç cinayetlerinin görüntülerini yayımlayarak halk arasında panik ve korku yaratmaya çalışırken, öbür yandan da kamuoyunu kandırmaya ve kendinden müspet bir imaj sunmaya çalışıyor ve bunun için örneğin örgüt üyelerinin hayvanları beslerken veya çocuklara çikolata dağıtırken görüntülerini yayımlıyor veya “biz de sizin gibi bir ailemiz var, kardeşlerimiz var, bizi vahşi hayvanlar gibi göstermeyin” gibi cümlerle kendilerinden ideal bir görüntü yaratmaya çalışıyor. Böylece IŞİD muhatapları bir yandan onların barbar huylarından korkarken öbür yandan onları sevmeye yöneliyor.
Twitter IŞİD’in en önemli medya araçlarından biridir. oysa twitter yöneticileri şimdiye kadar asla bu barbar terör örgütünün sayfalarını kapatmaya kalkışmadı. Gerçekte twitter yöneticileri gayet bilinçli bir şekilde IŞİD’e bu siteden kendi propagandasını yapmasına ve bu site üzerinden insan gücü ve mali destek toplamasına izin verdi.
Amerika ve Avrupa ifade özgürlüğü ve bu ülkelerin anayasalarında eşitlik ilkesi gibi durumların örgütün sanal ortamda faaliyetinin engellenmesi yolunda ciddi engel oluşturduğunu iddia ediyor. Ancak bu bağlamda göze çarpan açık çelişki, günümüzde Filistinli aktivistlerin sosyal paylaşım sitelerindeki sayfıları sırf siyonist rejim İsrail’in cinayetlerini yansıttıkları için hiç bir uyarı ve ikaz yapılmaksızın anında kapatılmasıdır.
Yani IŞİD teröristleri zulümlerini yaygınlaştırmak için hiç bir gözetime tabi tutulmadan sosyal paylaşım sitelerinde faaliyet yürütebiliyor, fakat mazlum Filistin halkı sırf vatanı işgal edilmiş olmasına itiraz ettiği için sanal ortamda faaliyet yürütemiyor.
Almanya’nın Der Speigel dergisi, Avrupa firmaları IŞİD’e uydu üzerinden internet hizmeti sunduğunu belirtiyor. IŞİD ise bu fırsatı değerlendirerek sosyal paylaşım sitelerinde kurbanlarının kafasını kestikleri veya masum insanları işkence ettikleri sahnelerin görüntülerini sosyal paylaşım sitelerine yerleştiriyor. Bugün youtube sitesinde IŞİD terör örgütünün cinayetlerinden yüzlerce video klip yayımlandığı ve en az üç milyon kişi tarafından tıklandığı belirtiliyor.
Maalesef İslam dünyası ve özellikle İslamî düşünce merkezleri medyadan İslamî mezheplerin arasında vahdeti pekiştirmek ve düşmanların tefrikacı girişimlerini ifşa etmek için uygun biçimde kullanamıyor. Buna göre vahdet haftası müslüman alimlerin bir araya gelmeleri ve bu bağlamda bazı çareleri düşünmeleri bakımından en uygun fırsattır.