Aralık 18, 2016 11:36 Europe/Istanbul

Şii ve sünni mezhebine mensup olan müslümanlar başta olmak üzere çeşitli İslamî mezheplerin arasında İslam Peygamberi’nin –s– veladet tarihi hakkında görüş farklılığı bulunuyor, ancak hepsi bu kutlu veladetin yılı ve ayı konusunda hemfikir olduğu anlaşılıyor.

Ehli sünnet müslümanları o hazretin veladet gününü 12 Rebiulevvel 570 ve Şii müslümanlar ise aynı yılın 17 Rebiulevvel günü olarak biliyor. Bu yüzden 12 ila 17 Rebiulevvel arasında kalan günler Vahdet haftası olarak adlandırıldı.

Vahdet haftasında dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan müslümanlar İslam Peygamberi’nin –s– veladetini kutluyor. İslam Peygamberi –s– İslamî mezheplerin arasında vahdet ve birliktelik simgesidir.

İslam dininde diğer dinlerde olduğu gibi bazı insanların bu semavi dinin öğretilerine aykırı algılamaları olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Bu algıların genellikle ifrat ve tefrit içeren algılar olduğu anlaşılıyor. Gerçekte hiç bir din veya mezhep, izleyenleri asla ifrat ve tefrite kaçmadığını iddia edemez. Nitekim dinde tefrit meselesi, radikal kesimlerin sürekli başkalarını onlar gibi düşünmeme alanında suçladıklarıbir konu olmuştur.  Yine tefrite kaçanlar da genellikle ılımlı çevreleri ifrata kaçmakla eleştirerek tekfir etmiştir.

İslamî mezheplerde ifrat ve tefrit sürekli müslümanların arasında ihtilaflara ve gerginliklere yol açmıştır. İslam düşmanları da tarih boyunca İslam öğretilerinde ifrat ve tefrit yaşayan ve diğer İslamî mezhepleri tekfir eden akımlardan müslümanların arasında tefrika yaratma yönünde azami derecede yararlanmaya çalışmıştır. Nitekim tefrika yarat, hükümet et sloganı İngilizlerin İslam dünyasına yönelik geçtiğimiz yıllarda sürekli izlediği politikası olmuştur. Gerçekte Batı başta şii ve sünni müslümanlar olmak üzere çeşitli İslamî mezheplerin arasında tefrika yaratarak müslümanların esas düşmanları ve Batılı sömürücülerden gafil olmalarına sebep olmuştur. Günümüzde de bu politika, siyonistlerin ve Batılı hamilerinin İslam ülkelerinde izledikleri stratejik politikalarıdır.

İslam düşmanları İran’da İslam inkılabı zafere kavuşmasının ardından bu inkılaba darbe vurmak ve diğer müslüman milletlere iç istibdat ve dış sömürüye karşı mücadelelerinde örnek oluşturmasını engellemek için her türlü komploya baş vurdu. Fakat bu komploların hiç biri İran İslam inkılabına zarar veremedi, tam tersine istibdat altında inleyen İslam ülkelerinde müslüman milletlere  küresel siyonizm ve istikbar ve Batılı zorba devletlerle mücadele eden kurtuluşçu hareketlerin örnek aldığı bir hareket oldu.

Siyonistler ve Amerikalı ve Avrupalı hamileri bölgede radikal ve tekfirci akımları takviye etmek ve çeşitli İslamî mezheplerin arasında tefrika yaratmakla müslüman ülkeleri parçalamaya veya en azından istikrarsızlaştırmaya çalıştı. Bu arada Arabistan’ın tekfirci Vahabi tarikatı ve Suud hanedanı da siyonist rejim İsrail’in en büyük hamisi Amerika’nın bu politikasının uygulayıcısı oldu. Gerçekte IŞİD, El-kaide, el nusra, Cehenguy ordusu veya Boko Haram gibi tekfirci terör örgütlerinin liderleri ve üyeleri vahabilerin Afganistan, Pakistan ve diğer bazı ülkelerde kurdukları medreselerde yetiştirilen kişilerdir. Bu zümre bölgede Vahabi tarikatına karşı çıkan İslamî mezhepleri yok etmek için tekfirci akımların üzerinde büyük yatırımlar yaptı. Sapkın Vahabi tarikatının öğretilerine göre kim onların İslam öğretilerinden sapkın yorumlarına karşı çıkarsa İslam dışına çıkmıştır ve cezası da ölümdür. Ancak vahabilerin İslam’ın barıştalep ve adalettalep öğretilerinden bu tür algılamaları müslüman toplumlarda nifak, kin ve nefret tohumunu serpmeye başladı. Nitekim bu çerçevede El-kaide Afganistan ve Pakistan’da, IŞİD Irak ve Suriye’de, Cehenguy ordusu Pakistan’da ve Boko haram örgütü de Afrika’da Vahabi öğretilerine dayanarak on binlerce müslümanı katletti ve yüzbinlerce müslümanı da evinden barkından etti.

Kuşkusuz ifrat meselesi sadece ehli sünnet müslümanları arasında görünen bir durum değildir. Gerçi ehli sünnetin dört mezhebine mensup olan bir çok alim Vahabi tarikatını esasen ehli sünnetten saymıyor ve tekfirci vahabilerin düşüncelerini ve inancını İslam öğretilerinin dışında kalan sapkın öğreti ve düşünceler olarak tanımlıyor.

Arabistan alimlerinden ve Mescid-i Haram’da hadis, fıkıh ve tarih derslerini veren maliki alim Muhammed bin Alevi de sapkın Vahabi ideolojisini eleştirenlerden biriydi.  Ancak Alevi’nin kitapları yayımlandıktan sonra vahabiler onu yargılayarak idam cezasına çarptı. Muhammed bin Alevi eserlerinden birinde tekfirin reddinde şöyle yazıyor:

Bizler küfür ve şirk dağıtmaktan ve doğru olmayan ahkam ve fetvaları ve sıfatları yayımlamakta uzman olanların eline düşmüşüz. Bunlar tevhide ve İslam Peygamberi’nin –s– nübüvvetine şahadet eden bir müslümana yakışmayan sıfatları yakıştırıyor. Örneğin bazı vahabiler mezhepte onlardan farklı düşünen insanlara tahrifkar, deccal, sihirbaz, bidatçi ve en son da müşrik ve kafir gibi sıfatları yakıştırıyor. Öte yandan bazı sefihlerden de bu tür sıfatları ve küfürleri ve çirkin sözleri geniş çapta kullandıklarını duyuyoruz. Oysa bu tür sözler sadece sıradan insanlardan duyulan sözlerdir, davleti ve tartışma adabını ve edebini bilmeyenlerin tarzıdır.

Şii mezhebi de öğretilerinde bir çok ifrat ve tefrit durumu ile karşı karşıya gelmiştir, nitekim bu tür ifrat ve tefritlerin yüzünden tekfirci vahabiler ileri sürdükleri yalanlarında şii mezhebine mensup olduklarını söyleyen ancak radikal akımlar sayılan akımların uygulamalarına ve düşüncelerine istinat ediyor.

Şii tarihi boyunca bazı insanlar dini düşüncelerinde ifrata kaçmış olsa da bu tür ifratlar hiç bir zaman özel bir akıma hizmet etmemiştir veya belli bir akımın propagandasını yapmamıştır. Ancak son zamanlarda İngiliz şiiliği olarak anılan bir akım dini radikalizmden nemalanarak müslümanların ve dünya camiasının gözünde şii mezhebinden farklı ve çirkin bir imaj yaratmaya ve böylece İran İslam inkılabı düşüncesinin nüfuzunu engellemeye çalışıyor. İngiliz şiiliği adıyla anılan bu akım Avrupa’dan ve özellikle İngiltere’den aldığı destekle İran’la içten mücadele etmeye ve asil ve inkılapçı şii mezhebini karalamaya ve bu mezhebin cazip yönlerini yok ederek şii mezhebinin temellerini sarsmaya çalışıyor.

İngiliz şiiliği adlı akım halkın dini bağnazlıklarından nemalanarak tüm dini konuları ehli sünnetle sürtüşme yönüne sürüklemeye ve iki mezhebi birbirine düşman yapmaka çalışıyor ve tüm dini meselelere şii sünni ihtilafları gibi dar bir açıdan yaklaşıyor. Söz konusu akım buna göre sırf şii ve sünni mezhepleri arasında ihtilaf konusu olan konuların üzerinde duruyor ve iki mezhebi birbirine düşman yapmaka çalışıyor. Bu yüzden söz konusu akım tevhid ve nübüvvet gibi bir çok önemli dini öğretiyi gözardı ediyor ve bu akımın izleyenleri de İslami inanç ve ilkelerine sadece şii sünni ihtilafı açısından bakıyor ve başka şüpelere mantıklı ve uygun cevap veremiyor. Gerçi İngiliz şiiliği en büyük risaleti olarak Vahabi tarikatı ile düşmanlığı benimsiyor ve hatta bu başlık altında tüm müslümanlara karşı düşmanlığını haklı gösteriyor, fakat pratikte Vahabi tarikatı ile aynı yönde hareket ediyor ve bu açıdan iki akım arasında pek de önemli bir farklılık bulunmadığı gözleniyor.

Şii mezhebinin bu radikal akımı da Vahabi tarikatı gibi bu akımın düşüncelerinden en ufak düzeyde farklı düşünen başka düşüncelere tahammül etmiyor ve sırf kendi inanç ve düşüncelerini şeriat ilkelerinin kriteri olarak dayatmaya çalışıyor ve buna göre başka müslümanları ve hatta onlar gibi düşünmeyen şii müslümanları tekfir ediyor.

İslam inkılabının büyük önderi İmam Humeyni –ks– sürekli şii ve sünni mezhepleri arasında husumet yaratacak hiç bir girişimde bulunulmaması üzerinde vurgu yapıyor ve şöyle diyordu:

Biz ehli sünnet müslümanlarla biriz, birliğiz, müslüman ve kardeşiz. Eğer biri biz müslümanların arasında tefrikaya yol açacak bir tek söz edecek olursa, bilin ki ya cahildir ya da müslümanların arasında tefrika çıkarmak isteyenlerdendir. Aslında şii sünni meselesi diye bir şey yoktur, hepimiz kardeşiz.

Evet, vahdet haftası ve İslam Peygamberi’nin –s– veladetinin kutlanması tüm müslümanların vahdet ekseni olabilir, böylece İslamî mezheplerin önde gelen alimleri de bir araya gelerek tüm ihtilaflarına rağmen müslümanların vahdetine temel bir ilke olarak vurgu yapabilir. Müslüman alimler hangi mezhepten olursa olsun vahdet söylemini doğru biçimde tanımakla beraber her türlü ifrat ve tefritle mücadele etmesi gerekir.