Haziran 03, 2017 08:30 Europe/Istanbul

İran’da siyasi katılım, İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra gerçekten anlam kazanmaya başladı ve İran milleti çeşitli seçimlere katılarak siyaset arenasında konumunu ve rolünü idrak etmeye başladı.

Seçimler demokrasinin temel bileşeni olarak siyasi katılımın mazharıdır, ancak bu katılım İran’ın dini demokrasi nizamında, Batı’nın liberal demokrasinden farklıdır.

İran’da İslam inkılabının zaferi ve İslam Cumhuriyeti nizamının kurulması, dini demokrasi gibi yeni bir deneyimde bir dönüm noktasıdır. Nizamın yapısının Cumhuriyet olması ve yasama ve yürütme kurumlarının mevkilerine halkın seçtikleri yetkililerin atanması, İran’da dini demokrasinin belirgin endekslerinden sayılır.

İran anayasasının 6. Maddesine göre İran İslam cumhuriyetinde ülkenin işleri halkın oylarına dayanarak yönetilmelidir. Buna göre seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimleri, İslamî şura meclisi seçimleri, İslamî kent ve köy konseyleri seçimler veya anayasada belirlenen konularda referandumlar nizamın en önemli bileşenlerindendir. İran İslam Cumhuriyeti nizamı despot şah rejiminden farklı olarak halkın ve siyasi grupların ve partilerin seçimlerin üzerinden ülkenin siyasi kaderinde rol ifa etmelerine ve geniş çaplı siyasi katılımına zemin hazırlamıştır.

Image Caption

İran’da kökü İslam dinine uzanan demokrasi modeli insanlara bir araç olarak bakmaz ve tüm sosyal yaşam alanlarında ve siyasi süreçlerde insanlara insani ve ilahi değer verir. Buna göre İran’da dini demokrasi modelinde halk siyaset arenasında ve İslam Cumhuriyeti nizamının makbuliyeti için tamamen hür ve serbest düzenlenen seçimlere katılarak ilk ve son sözü söyler.

İran’da dini demokrasi temeline dayanan nizamın insanlara ve siyasi partilere gösterdiği saygı ve verdiği değer, halkla İslam Cumhuriyeti nizamını bütünleştiren daimi halkadır. Bu konu son 34 dönem seçimlerde halkın ortalama %65 siyasi katılımı ile ispat edilmiştir ve bundan da daha önemlisi, seçimlerin arasında kalan sürelerde de halk kendi haline bırakılmadı ve sürekli çeşitli yollardan halkla İslamî nizamın yetkilileri birbiriyle irtibatta bulundu. Bir başka ifade ile, İran’da dini demokrasi modeli, temeli humanizm olan ve bireye sırf maddi açıdan bakan Batı’nın liberal demokrasi modelinin tam karşı noktasındadır. Batı’nın siyasi modelinde halk iç ve dış siyasete ortak değildir ve Batılı devlet adamları halkın görüşünü önemsemez, çünkü onlar için sırf güç, iktisadi kaynak ve zenginlik önem arz eder

Siyaset meseleleri uzmanı Alirıza Davudi şöyle diyor:

Batı’nın siyasi düzeninde biz iki çeşit Batı ile karşılaşıyoruz, yani bir Avrupa batısı ve bir de ABD batısı vardır. Eğer medya ve propaganda kaldırılacak olursa, katılım endeksi düşer. Bunun sebebi nedir? sebebi şu ki Batı’da siyasi düzenler partilere dayalı düzenlenir ve siyasi partiler illa bulundukları toplumun tüm kesimlerini temsil etmez. Şimdi Amerika’ya, İngiltere’ye ve şu son günlerde Fransa’ya bir bakın. Batı’nın siyasi düzenlerinde bakış biçiminde illa siyasi düzenlerini makbul hale getirme ve tüm seçmenlerin seçimlere katılma yönünde çabaları yoktur ve bu da ABD ve Avrupa’nın en önemli zayıf yönlerinden biridir. ancak İran’a baktığımızda durum böyle değildir. Avrupa’da genelde tüm insanlar mevcut siyasi düzeni kendilerine ait olduğunu düşünmez ve biz bu alanda katılımımız olmadı, derler. gerçekte eğer Batı’dan servet ve medya faktörlerini elinden alacak olursanız, Avrupa’da gördüğümüz şu katılım bile şiddetle azalır. Oysa İran’da şartlar çok farklıdır ve yapılanma biçimi Batı’dan farklı telakki edilir.

Liberal demokrasi, liberal kapitalizm düzenin en modern medeniyet ve siyasi – sosyal rejim olarak tanımlar. Bu demokrasi modeli ilerlemeyi, maddi refah ve sultayı yaymak, beşerin doğaya teknik istilası, bürokrasiyi ve sosyal karmaşıklığı genişletmek ve kapitalizm sultasını derinleştirmek ve humanist ve materyalist eğilimi yaygınlaştırmak temelinde tanımlıyor. Gerçi ABD, İngiltere ve Fransa gibi Batılı ülkeler kendilerini demokrasi beşiği olarak tanımlıyor, fakat liberal demokrasi modelinde iktisadi ve maddiyatçı endekslere öncelik verilmesi insanlara hüsrana uğrattığı ve bu modele ciddi eleştiriler yönelttiği anlaşılıyor.

Amerika’da seçimlerin sırasında servet ve lobi çalışmaları önemli rol ifa ediyor. Nitekim halkın bu ülkede siyasi katılımı da bu iki etkenin ifa ettiği role bağlıdır ve seçmenler, siyasi düzende sorumluluk üstlenen biri olarak rol ifa etmiyor.bugün Batı insanının liberal demokrasi düzeninden umudunu kestiği açıkça ortadadır, nitekim siyasi düzenle halk arasında oluşan uçurum ve sınıfların arasındaki mesafe Batı toplumunda her geçen gün daha da derinleşiyor. Amerika’da iki büyük partinin adaylarının iktisadi yapılara ve kartellere olan bağımlılığı onları seçimlerde zafere götüren esas etkendir ve halkın pratikte bu süreçte etkisi yoktur.

Image Caption

Amerika’da son bir kaç seçime bakıldığında, Amerikan halkının bu ülkenin siyasi düzeninde ideal konumu bulunmadığı ve ancak servet ve lobi, ABD seçimlerinde ilk ve son sözü söylediği anlaşılıyor. Amerika’da 2016 yılında düzenlenen başkanlık seçimlerinde halkın katılım oranı son 20 yılın en düşük oranı olarak gerçekleşti. Bu seçimlerde bir çok seçmen sandıklarda oy kullanmadı ve Amerika’nın yeni Başkanı Donald Trump seçmenlerin ancak dörtte birinin oyları ile seçildi.  Bu seçimlerde halkın katılım oranı %55 civarında gerçekleşti.

Aslında halkın seçimlere katılımı başta ABD olmak üzere Batılı demokrasilerin en büyük sorunlarından biri sayılır. Bunun için bir çok sebepten söz ediliyor. Örneğin Batılı ülkelerde halkın siyasetten nefret etmesi, siyasi işlere katılıma karşı duyarsızlığı, mevcut düzenden umudunu kesmesi veya siyasilerin ve parti liderlerinin uygulamalarından nefret etmeleri bu sebeplere birer örnektir. Bu durumun kökleri ise, Batı’nın liberal demokrasi düzeninde yaygın olan bireye maddi açıdan bakmaktır.

Siyaset meseleleri uzmanı Dr. Merendi bu konuda şöyle diyor:

Şu Avrupa ülkelerine ve Amerika bakın. İskandinavya ülkelerinde şu İsviçre’de kadınlar 1971 yılında oy hakkına kavuştu, yani İran’da İslam inkılabından yedi yıl öncesine kadar İsviçre’de kadınlar oy kullanamıyordu. Başka Avrupa ülkelerinde de durum pek farklı değildir. Benim hayretle karşıladığım şey, bu ülkelerde herkesin aday olabildiği, ama bizim ülkemizde böyle olmadığıdır. Oysa İran’da son otuz küsur yılda İran’da İslamî şura meclisine nizamı ciddi biçimde eleştirenler milletvekili olarak girdi, oysa Avrupa ülkelerinde böyle bir şey olmaz.  Avrupa ve Amerika’da bu tür şeyler olmaz. Aslında Amerika’da Trump gibi birinin Başkan seçilmesinin sebebi İsrail ile ittifaka bağlı kalması ve İran ile muhalefet etmesidir ki bu da bir önceki başkanın tutumundan farksızdır ve aralarındaki tek fark iktisadi alanlara yönelik politikalarıdır.

İngiltere, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde siyasi katılım seviyesine gelince, Britanya ve Fransa’da da halkın rolü pek belirleyici değildir ve Batılı toplumlarda halk esasen siyaset arenasında aktif katılım sergilemeye eğilimli değildir ve bu da liberal demokrasi tezinin mükemmel olmadığından kaynaklanır. Bir başka ifade ile Avrupa ülkelerinde devlet adamları siyasi stratejilerini belirlerken halkın görüşünü önemsemez ve esasen halkın görüşüne baş vurulmaz.

Britanya’nın Papolus sosyal araştırma kurumunun 2016 yılında yaptığı anketin sonuçlarına göre Fransa halkının %51’i, Amerikan halkının %41’i, Batı Avrupa halkının %57’si ve Doğu Avrupa halkının %60’ı ülkelerinde yaşayan sıradan insanların dış politika alanında alınan kararlarda etkili olamayacaklarına inanıyor. Bu anket Britanya, Amerika, Almanya, Fransa, Bulgaristan, Macaristan, Hollanda ve Çek cumhuriyetinde yapıldı. Buna göre humanizm temeline dayanan liberal demokrasi modelinde halka Batılı ülkelere hakim olan siyasi rejimlerin arasında anlamlı bir birliktelik bulunmuyor ve bu yüzden Batılı toplamlarda halkın çoğunluğu yöneticilerinin dış politikasına ve savaşa karşı çıkıyor. Örneğin Batı’nın teröre karşı tutumu, çifte standart bir tutumdur ve bu da Batılı toplumlarda güvensizliğe yol açmıştır ve bu yüzden Batı insanı artık politikacılarına güvenmemektedir.