Mart 14, 2016 20:41 Europe/Istanbul

Geçen bölümde anlatıldığı üzere her bireyin veya toplumun yaşam tarzı inançlarının ve dünya görüşünün etkisi altındadır.

Maddi dünya görüşü ve zevk ve çıkar eksenli değeler kuşkusuz kendine özgü bir yaşam tarzı oluşturur. Nitekim ilahi ve kemale ve saadete erme eksenli dünya görüşü de kendine özgü yaşam tarzını beraberinde getirir.

 

İnsanın ne olduğu ve yaşamının ne anlama geldiği ile ilgili insanların yaptığı araştırmanın derin mazisine karşın insan bilimi ile ilgilenen düşünürler, insanoğlunun tanım araçları bu önemli sorulara cevap vermekten aciz olduğunu itiraf ediyor.

Gerçekte çeşitli toplumlarda ve farklı kültürlerde insanların dünya görüşü, yaşamlarından farklı görüntüler sunar, öyle ki yaşamları buna göre anlam kazanır veya anlamını kaybeder.

örneğin eğer ortaya çıkan görüntüde insanın yaşamı boyunca ona ulaşmak için makul ve uygun bir amacı yoksa veya insan çevresine, sosyal ve tarihi gelişmelere mahkum olan bir görüntü sergiliyorsa ve kendi kaderini belirleme hakkından yoksunsa, bu durumda yaşamı boş ve anlamsız olur. Ancak eğer insanı makul amacı olan ve kendi çabası ile bu amaca ulaşacak biri olarak tanıtıyorsak, o zaman yaşamı da anlam kazanır. Bu farklılığın sonucu ise davranış biçimlerini seçmekte ortaya çıkar ve bu da genelde özel bir yaşam tarzını oluşturur.

 

Semavi dinlere göre insanın bu dünyadaki yaşamı maddi ve doğal yaşamla sınırlı değildir ve insanlar yaşamlarından tam olarak yararlanabilmeleri için boşluktan ve beyhudelikten uzaklaşması gerekir ve bu da ancak yaşam felsefesinin temel sorularına cevap bulmakla mümkün olur. Bu sorular, nerden geldim, neredeyim, nereye gideceğim, sorularıdır.

Din bu kader belirleyici sorulara net ve şeffaf bir şekilde cevap verir ve yaşamın muğlaklıklarını ve karanlıklarını bertaraf eder. Gerçi insan aklı da bu sorulara bir nebze olsun, cevap verebilir, fakat bu cevapların inkar edilemeyecek yetersizlikleri, sorunun nihai çözümünden aciz kalınmasına sebep olur.

Bu alanda dini öğretiler, insanların amacı, yetkileri ve özgürlükleri hakkında net bir görüntü sunar ve herkes bunun sayesinde yaşamının manasını kolaylıkla tanımlayabilir. Bu görüntüye dinin tevhid, nübüvvet ve maad ile ilgili öğretilerinden elde etmek mümkün.

 

İslam’ın dünya görüşünde yaratılış ve maad, insan varlığının iki temel bölümü olarak göz önünde bulundurulur ve insanların bu dünyadaki yaşamları ile yaratılış ve maad ile ilgili ilişkisi detaylı bir şekilde anlatılır. Bu görüştü bireyin yaşamındaki çeşitli alanların bir biri ile irtibatı anlatılırken, geçmişi, şimdiki hali ve geleceği ve maddi ve manevi boyutları ve eğilimleri ile ilgili her şey detaylı bir şekilde beyan edilir.

İşte bu yüzden İslam alimleri açısından peygamberlerin bisat zaruretinin en güçlü delili, dünya ile ahiret ilişkileri ve insan saadeti için olmazsa olmazları öğretmektir.

 

İslam peygamberinin (sav) bisatinin getirisi, İslam dinini izleyenlerin dünya görüşünü derinden değiştiren ve dengeli bir yaşam için teşvik eden ilahi öğretilerdi.

Burada bir noktayı hatırlatmak gerekir, şöyle ki insanlar yaşamları soyunca sürekli başkaları ve doğa ile ilişkilerini tanımlamaya çalışır. Doğaya bilimsel ve teknolojik birikimlerle musallat olmak, bu çabalara bir örnektir. Eğer toplumun kültürü dini öğretilerden kaynaklanan marifetle desteklenmez veya onunla çelişkiye düşecek olursa, zamanla teknolojinin insan iradesine galip gelen bir yaşam tarzı şekillenir. Çünkü beşer her şeyi bilim ve teknolojiye bağlamaktadır. Bir başka ifade ile insanların geçmişte doğaya karşı zafiyeti, bu kez teknolojinin doğaya galip gelmesinin karşısında zafiyet ve teslimiyete dönüşür, ki bu da insanın asi nefsine karşı acizliğinin bir cilvesi sayılır.

 

Bu durumun karşısında, dindar insan dini öğretilerden elde ettiği dünya görüşü ile asi nefse karşı direnç ve güçkazanır. Gerçekte maddi medeniyetin yine maddi refahtan kaynaklanan sınırsız ve hedefsiz zevk peşinde olması, dini öğretilerden kaynaklanan yaşam tarzı ile dengelenir ve anlam kazanır. Bu yüzden maddi refah ve yoksulluğun yok edilmesi gibi bir olgu, insan ruhunu yücelttiği için ideal telakki edilir. Böylece bu tür bir görüşün sayesinde İslam’ın sosyal ve iktisadi kalkınmadan maksadı, kültür ve düşünceyi bile amaçların hizmetine sunan bir sosyal ve iktisadi refah olmadığı söylenebilir. İslam’ın gözetlediği kalkınma insanları yaratılışın nihani amacına doğru ilerlemesini sağlayan kalkınmadır ve bu da Kur'an-ı Kerim’de gelişme ve yücelme olarak söz edilmiştir.

 

İslamî dünya görüşünün bbir başka özelliği, tevhidi inançtan hareketle Allah’ı dünyada tek hakiki etken olarak görmesidir. Kur'an-ı Kerim de sosyal olguları ve beşeri toplumları beyan ederken sürekli bunların tümünün Allah ile irtibatına vurgu yapar ve hiç birinin ilahi kaynaktan bağımsız olmadığını beyan eder.

Kur'an-ı Kerim nihai amaç ve ideal kemal, zati bir idealliği söz konusu olan insanların saadetidir ve bunu tüm ahlaki ekoller kabul etmektedir.

İslam dini dünya görüşünde insanlara bir yandan varlığın tamamen Allah’a bağlı olduğu ve bir yandan da yaşamın sadece fani dünya ile sınırlı olmadığını beyan eder. Böylece insanla yaratılış ve maad arasındaki ilişki tanımlanmış olur. Dolaysıyla insanlar dünya ve ahiretle ilişkilerini korumaları gerekir. İslam açısından fani dünyada yaşam ahirette uhrevi saadete ermenin ön hazırlığıdır ve bu yüzden bu durumdan doğru biçimde yararlanmak gerekir.

 

İnsan ve Allah ilişkilerini ifade eden bu genel çerçevede insanın kendisi, başkaları ve doğa ile ilişkileri de tanımlanır. İslamî düşüncenin bir temeli, insanın doğa, nimetler ve ilahi imkanlarla maddi dünyada has bağlarıdır. Buna göre insanın davranış biçimi ve yaşam tarzı, dünyadaki nimetlerin artması veya azalması gibi durumlarda etkilidir ve insanlar kendi amelleri ile doğadan daha iyi bir yaşam şartları oluşturmak için yararlanabilir.

 

İslam’a göre insanla doğa ilişkileri ancak insan kendi değerini tanıdığı ve Allah ile irtibatını koruduğu durumlarda olumlu bir ilişkidir, yani insan ilahi izinle doğanın tüm imkanlarını bireysel ve sosyal maslahatları yolunda kullanabilir.

Bu tarz bir dünya görüşünde İslam dini bir davranış biçimi olarak sürekli çaba harcamaya ve böylece İslam toplumu yüce sosyal amaçlarına ulaşmasına vurgu yapar. Bu duruma karşı, tembellik ve az çalışmak İslam dininde en kötü ahlaki özellik olarak tenkit edilmiştir.

 

İslam kültüründe dünya olarak tenkit edilen şeyler, insanları Allah’ı anmaktan gafil bırakan ve günah kokan şeylerdir. Bir başka ifade ile eğer dünya insan yaşamının esas amacı haline gelir ve yaşam tarzını yaratılışın esas gayesinden uzaklaştıracak olursa, böyle bir dünya tenkit edilmiştir.

Kur'an-ı Kerim açısından dünya ve ahiret, yaşamın iki aşamasıdır ki biri şimdiki yaşama ve daha yakın olan merhaledir ve diğeri daha uzak ama aynı zamanda daha mükemlel olan aşamadır. Demek ki İslam açısından fani dünyada yaşam kendi başına hiç bir değeri yoktur ve ancak uhrevi yaşama uzanan bir köprü konumunda olduğu zaman müspet değer kazanır, çünkü ahiret yaşamını insanların bu dünyadaki davranışları şekillendirir. 015