Mart 20, 2016 11:48 Europe/Istanbul

Geçen bölümde sohbetimizin amacını anlattık ve kültürel mirası ve maddi ve manevi olmak üzere ikiye ayrıldığından, İran’ın kültürel mirası ve son asırlarda yağmaya uğramasından söz ettik.

Geçen bölümde ayrıca İran’ın manevi kültürel mirası olan ünlü şahsiyetlerle tanışmak için her şeyden önce İran’ın kültürel mazisi ve kimliği ile tanışmak gerektiğini beyan ettik.

Şimdi söze kaldığımız yerden devam edelim.

Dünyada eski medeniyete sahip olan ve sınırlarını aşarak başka diyarları da etkileyen ülkelerin coğrafi ve kültürel olmak üzere iki alanı söz konusudur.

Coğrafi alanın açık tanımı vardır ve her ülkenin uluslararası sınırları ile belirlenir ve hemen hemen sabittir. Gerçi İran gibi tarihi bir ülkenin coğrafi sınırları tarih boyunca engebeli bir süreç yaşamış ve bu toprakların bazı bölümleri ülkeden ayrılmıştır.

Ancak kültürel alandan maksat, bir ülkenin sahip olduğu kültürün nüfuz alanı ve bir medeniyetin manevi nüfuzu ve yayıldığı alanla ilgilidir. İran tarih boyunca bu iki alana sahip olan ender devletlerden biridir. Dünyada ilk imparatorluk olan Hahameneşi krallığı kurulduğu günden itibaren İran her zaman ana topraklarının dışında kendisine bağlı olan topraklara hükmetmiştir ki bu tarihi gerçek Bistun kitabelerinde, kral Haşayar’dan kalan kitabelerde ve Hirodot’un yazılarında göze çarpmaktadır.

İran bin yüz yılı aşkın bir süre dünyanın iki büyük devletinden biri olmuştur. Hahameneşiler 220 yıl, Eşkaniler 476 yıl ve Sasaniler 428 yıl dünyaya hükmetmiştir. İran’ın medeniyet tarihi oldukça zengindir. İran tarihini ve kültürünü araştıran bilginler ve araştırmacılara göre İran tarihi o kadar gani ve maceralı ve kültürü da o kadar karmaşık ve derindir ki kitaplara sığmaz.

İran hem coğrafi ve hem tarihi açıdan has hassasiyet arz eden bir devlettir ve bu da konumunun özelliklerinden kaynaklanır. İran coğrafi konumu itibarı ile en eski çağlardan beri sürekli farklı medeniyetlere maruz kalmış ve başka ülkeler ve devletlerle sürekli kültürel alış verişte bulunmuştur. Bu yüzden İran her zaman Doğu ile Batı ve Kuzey ile Güney arasında bir köprü konumunda olmuştur.

Bundan başka İran kökleri hiç bir zaman kurumayan en eski ve en aktif medeniyetlerden birinin beşiği olmuştur. İran milleti Hahameneşilerin döneminde dünyanın ilk imparatorluğunu kuran ve bir nebze evrensel bir devlet inşa etmeyin düşünen bir millettir. Söz konusu evrensel devletin izleri sadece imparator Kuroş’un politikalarında değil, aynı zamanda İran irfanında da göze çarpar.

İran milleti İslam’dan sonraki dönemde siyasi imparatorluğun yerine kültürel imparatorluğu gündeme getirdi, öyle ki bu imparatorluğun alanı Çin’den Akdeniz’e ve Hindistan’dan Rusya topraklarına kadar geniş bir alanı kapsadı. Bu alanda beşeri toplumunen büyük fikri ve edebi eserleri üretilerek dünyaya sunuldu.

İranlı kavimlerin en belirgin özellikleri, coğrafi hareketlilikleridir. İranlı kavimler bir kaç bin yıllık tarihlerinde hiç bir dönemde belli sınırları olan belli bir coğrafi bölgede sabit bir şekilde yaşamadı, bilakis geniş bir coğrafi alanda ve gerçekte uygar dünya genelinde sürekli hareket halinde yaşadı ve bu hareketlilik onlara canlılık kazandırdı.

Aria soyu olarak anılan İranlı kavimler tarih boyunca Siberya’nın güneyinden Mezopotamya’ya, Çin’den Akdeniz’e kadar geniş biralanda hareket halindeydi ve tarihin doğduğu günden 18. Yüzyıla kadar bu geniş alanın her tarafına yayıldı ve gerçekte bu bölgeleri ve uygar dünyada yer alan bu toprakları kendi toprakları aydı.

İran milleti milattan iki bin yıl önce orta Asya’nın en kuzeyinde yer alan ana topraklarından yavaş yavaş daha sıcak topraklara göç etti ve Hazar denizinin kuzeydoğu ve batısından İran platosuna akın etmeye başladı.

Fransız arkeoloj Roman Ghirshman’agöre bu göç aslında gönüllü bir göç değildi ve orta Asya bölgesinde yaşayan diğer kavimlerin göçü gibi aşırı soğuklar ve diğer kavimlerin baskıları yüzünden soğuk kuzeyden sıcak güneye doğru bir göçtü.

İranlılar ilkin şimdiki Semerkand ve Buhara’ya geldi ve buradan da çekirge afeti ve düşman kavimlerin saldırıları yüzünden daha güneyli bölgelere, yani Belh ve ardından Horasan’a göç etti ve buralardan da İran’ın geneline dağıldı.

Aria kökenli kavimleri ikiye ayırmak gerekir. Bunlardan bir bölümü İran platosuna göç edenlerdi ve diğer bölümü ise Sekalar olarak anılır. Sekalar eski çağlarda daha güneyli ve batılı bölgelere yerleşen daha uygar toplumları yağmalayan birkavimdir. Sekalar besicilikle uğraşan ve göçebe hayata alışan ve yağma için savaşan bir kavimdi.

Ancak ilk grup İran platosunda tarımla uğraşan yerleşik kavimler ve kültürlerle tanıştıktan sonra bu tarz bir yaşamı ve uygarlığı benimsedi ve yerli kavimlerle işbirliği ve ticarete başladı. Böylece ilk İranlı kavim, Sekalardan kaderini ayırdı ve çölde yağmacı ve vahşi bir hayat sürdürmeye veda etti.

Aria soyunun İran platosuna girişi Mad kavmi ile başladı. Onlar ilk kez Rey ve Ekbatan yöresine yerleşti ve Huzistan ve Mezopotamya’da yaşayan kavimlerle irtibat kurmaya başladı. Mad kavmi ta baştan yerli kavimlere karıştı ve bu kavimlerle savaşmak yerine onları cezbetmeye başladı.

Aria soyundan gelen Madlar İran platosunda kentleşen ve tarımla uğraşan ve tarımda gelişmiş sulama sistemlerinden yararlanan ve bir kaç bin yıllık mazisi olan İlamiler medeniyeti gibi medeniyetlerle tanıştı.

Kembridge İran tarihi adlı eserde İran platosunda medeniyet ve yerleşik yaşam Aria kavimleri bu topraklara gelmeden önce millattan 6 bin yıl öncesine dayandığı, bu tarz yaşamın işaretleri hayvanları evcilleştirme ve tarımla uğraşmada göze çarptığı belirtiliyor.

İran’ın doğusunda Zabol yöresinde yanan şehirin kalıntılarında yapılan arkeolojik çalışmalar da İran platosunun bu yöresinde 4 bin yıl önce bir kaç hektarlık bir alan üzerine inşaedilen bir kent bulunduğunu, kentin içme suyu sistemi bulunduğunu ve çeşitli mesleki grupların bir arada yaşadığını gösteriyor. Hatta bazı araştırmacılar yaptıkları arkeolojik araştırmaların sonuçlarından hareketle tarım ve tarıma bağlı zanaatların İran platosunda başladığınıbelirtiyor.

Gerçekte İran platosunda medeniyet bazı açılardan Mısır’dan 500 yıl, hindistan’dan bin yıl ve Çin’den iki bin yıl önce başladı. İran’ın Lorestan gibi şu anda göçebelerin yaşadığı bölgelerde iki bin yıl önce yerleşik yaşam söz konusuydu ve İran’ın bir çok yöresinde yerleşik yaşam hatta şimdikinden daha yaygındı.

Yörede bulunan tarihi kitabelerden anlaşıldığı üzere yerleşik yaşam ve tarım ve besiciliğe dayalı ekonomi İran’ın batısında kentlerin inşa edilmesi ile başladı ve buralarda kurulan kentler aşiretlere bağımlılıktan kurtularak bir nevi aşiret ötesi ülke kimliğine kavuştu.

Milattan bin yıl önce dünyanın ilk ve en büyük imparatorluğunu kuran Persler, dünya tarihi belirgin hale gelmedenönce İran’ın kuzebatısında, Urumiye göleti çevresine yerleşti, fakat daha sonra bilinmeyen nedenlerden ötürü güneyde Fars yöresine göç etti ve Mad kavmine bağlı bir devlet kurdu. Persler Madlarla akrabalık bağları vardı ve aralarındaki bu bağlar okadar fazlaydı ki birçok tarihçi Madlar ve Persler dönemlerini tek bir dönemmi gibi inceledi.

Madlar ve Persler İran platosuna göç ettikten sonra burada bulunan medeniyetleri yok etmeye çalışmadı ve o dönemde yaygın olan yöntemin aksine buradaki kavimlerle işbirliği ve ticaret ve kültürel alış verişine başladı. İlamiler Perslerin Hahameneşi imparatorluğunun doruğunda Madlar gibi Perslerle yakın işbirliği yapmaya başladı. 015


Etiketler