Mart 25, 2016 11:03 Europe/Istanbul

Geçen iki bölümde kültürel mirası ve maddi ve manevi olmak üzere ikiye ayrıldığını, İran’ın kültürel mirasını ve asırlar boyu yağmalandığını anlattık.

Geçen bölümlerde ayrıca İranlı mefahirlerle tanışmak için her şeyden önce İran’ın tarihi kültürü ve kimliği ile tanışmak gerektiğinden söz ettik, ayrıca İran’ın inişli çıkışlı tarihini kısaca gözden geçirerek Aria soyunun İran platosuna göçünedeğindik.

Geçen bölümde milattan önceki milenyumda dünyanın en büyük imparatorluğunu kuran Perslerin ilkin Urumiye göleti çevresine yerleştiklerini ve ardından İran’ın güneyine, şimdiki Fars yöresine göç ettiklerini ve Mad krallığına bağlı bir devlet kurduklarını, bu devlet daha sonra Hahameneşi imparatorluğunun temelini oluşturduğunu anlattık.

Madlar ve Persler İran platosuna göç ettikten sonra o çağda yaygın olan geleneğin aksine geldikleri topraklarda yaşayan kavimlerle ilişki ve işbirliği içine girdi.

Hahameneşi imparatorluğunun merkezi olan Pers diyarı bedevi bir toplumun ve medeniyetten yoksun bir kavmin yaşadığı yer değildi. Burada özellikle Tahti Cemşid kalıntılarında arkeolojik kazılardan elde edilen bilgilere göre Suriye’den Hindistan topraklarına kadar uzanan bir medeniyet söz konusuydu.

Bir süre sonra Persler Madlara galip geldi ve bir kaç bin yıllık mazisi olan İran platosundaki medeniyetlere birleştirdi ve bu medeniyeti mezopotanyadan küçük Asya ve orta Asya ve Hindistan’ın Send ırmağına kadar genişletti ve gerçekte o dönemde Atina, Isparta ve Çin dışında medeni dünyayı oluşturan tüm toprakları kendi egemenliği altına aldı.

Bu topraklar sadece askeri güçle ele geçirilmedi ve daha çok İran ordusu bu bölgelerde yaşayan kavimlerle elele kurtarıcı bir güç olarak söz konusu bölgeleri fethetti.

O dönemde İranlı kavimler Hahameneşi imparatorluğunu inşa ve organize eden kavimler olarak medeni dünyaya yayılmaya başladı ve bu dönemde İranlı kavimlerin faaliyeti doruk noktasına ulaştı.

Hahameneşi imparatorluğu İran’ın güneyinde Şuş’tan bugünkü Türkiye topraklarında yer alan Lidya’ya kadar uzanan bir yol inşa ederek dünyada ilk kez çeşitli kavimlerin ve milletlerin arasında maddi ve manevi irtibat imkanını geliştirdi.

Hahameneşi imparatorluğu çoğulcu bir anlayışı benimsiyor ve o dönemde var olan Babil ve Aşur gibi küçük imparatorlukların askine başka kavim ve milletleri yağmalamak için çıkarma yapmıyordu. Bu imparatorluk her fethinde kendini mağlup olan kavmin kültür ve medeniyetinin hamisi olarak tanıtıyor ve bu kavimlere kendi inanç ve kültürlerine uygun biçimde eskisi gibi yaşamalarına müsaade ediyordu.

Hahameneşi imparatorları o çağlarda yaygın olan mağlup milletin mal varlığını yağmalamak yerine onlardan vergi alarak mallarını ve kültürlerini güvence altına alıyordu. Bu diyarlarda yaşayan insanlar inançlarında, kültür ve iktisadi işlerinde ve ticaretlerinde nisbi özgürlükten yararlanıyordu. Bu yüzden Hahameneşi çağında asırlar boyu insanların huzur ve güvenliğini yok eden yıkıcı ve ölümcül savaşlar sona erdi ve uygar milletler Hahameneşi imparatorluğu sayesinde huzur ve güven içinde yaşamaya başladı.

Hahameneşi imparatorluğunun milattan 330 yıl önce İskender tarafından yıkılmasının ardından İranlı kavimlerin dünya genelinde dağılımında pek fazla bir değişiklik yaşanmadı, çünkü İskenderi İran kültürü ve medeniyetine karşı ilk yıkıcı tutumunun ardından fethettiği toprakları yönetebilmek için asırlar boyu evrensel bir imparatorluğu yönetmekte deneyimli olan İranlı sivil ve askeri yöneticilerin deneyimlerine muhtaç olduğunu fark etti. Bu yüzden İskender bir çok İranlı yöneticiyi eski görevlerinde kalmalarını emretti ve sadece Yunanlıların inşa ettiği kentlerin Yunan modeline göre yönetilmesini istedi.

İskender öldükten sonra haleflerinin kısa sürelik iktidarının ardından İran’da Eşkaniler iktidarı ele geçirdi ve bundan sonra dünyada tek imparatorluk dönemi son erdi ve dünya İran ve Roma imparatorlukları arasında ikiye bölündü.

Eşkaniler İran’ın kuzeydoğusunda yaşayan Aria kökenli hanedanlardan oluşuyordu. Bu hanedanlar Hahameneşi imparatorluğunda pek etkili değildi ve imparatorluğun siyasi ve kültürel merkezi olan İran’ın merkezi ve Güney ve Batı bölgelerinin dışında kalan marjinal bir bölgede yaşıyordu.

Eşkaniler iktidarlarının ilk yıllarında ağır bir şekilde Yunan kültürünün etkisi altındaydı ve hatta Yunanca konuşmaya ve bu dili resmi dil olarak kullanmaya başladı. Eşkaniler daha güneyli yörelere doğru yayılırken yavaş yavaş Yunan kültüründen soyutlanmaya ve eski asil İran kültürüne dönmeye başladı. Eşkanileri sonunda mezopotanyayı da Yunanlıların elinden kurtardı ve Dicle’nin karşı kıyısında Tisfun kentini başkent olarak inşa etti. Bundan sonra Eşkanilerin Yunan hayranlığı tamamen yok oldu ve Yunanca yerine Pehlevi dili imparatorluğun resmi dili oldu ve din olarak da İran’ın geleneksel dini Zerdüştü seçildi. Bu dönemde yaşanan önemli gelişmelerden biri, Hahameneşiler ve Yunanlıların sulta döneminde marjinal konumda olan İran’ın Doğu ve kuzeydoğu bölgeleri İran kültür ve medeniyeti ile bütünleşmesiydi.

Eşkaniler döneminde yaşanan bir başka önemli gelişme, İpekyolunun açılmasıydı ki İran bu yolun ortasında ve merkezinde yer alıyordu. İran’da ta eski zamanlardan kısa uzun, bir çok cadde inşa edilmiş ve bu caddeler kıta genelinde söz konusu olan büyük yollarla birleşmişti. Bu büyük yollardan biri ise Çin’in doğusundan Avrupa’nın ortasında Venedik’e kadar uzanan İpekyoluydu. Bu yolu seyyahlar, bezirganlar ve misyonerler kullanıyor ve dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan insanları bir birinin kültür ve düşünceleri ile tanıştırıyordu.

Günümüzde arkeologlar İpekyolu üzerinde yer alan bir çok kültür ve medeniyeti tespit edebiliyor. İpekyolu üzerinde yapılan aratırmalar ve elde edilen bulgular, bir kaç bin kilometrelik bu büyük yolun üzerinde yaşayan kavimlerin kültürel ve medeni bağlarını ortaya koyuyor.

Öte yandan bu yolun üzerinde daha bilimsel araştırmalarla İpekyolu ile bağlantısı olan milletlerin kültür ve medeniyetlerinde, başka kültür ve medeniyetlerden farklı olan benzerlikler bulmak mümkün. Bu özelliklerin kendine özgü mazisi ve kimliği söz konusudur ve uygarlık özellikleri olarak anılır.

Çin’den Avrupa’da Bosna Hersek topraklarına kadar uzanan uzun İpekyolunun geçtiği topraklarda bir çok medeniyet bulunuyordu. Bu medeniyetlere Çin, Hindistan, İran, roma ve Kuzey Asya’da yaşayan dağınık medeniyetleri örnek vermek mümkün. Yine İpekyou üzerinde bir çok kültür ve inanç de yayılma fırsatı buldu ki bunlara da budizm, brahma, zerdüşt, yahudi, hristiyan ve İslam dinini örnek verebiliriz. Bu arada İpekyolu üzerinde yaşayan kavimlerin inşa edilmesinde önemli rol ifa eden parlak İslam medeniyeti, İran’ın coğrafi konumu ve muhtemeş uygarlığı sayesinde İpekyolu boyunca kültürel ve medeni etkisini yaygınlaştırdı.

İpekyolu üzerinde yer alan devletlerin arasında İran ve orta Asya’da Seyhun’dan mezopotamyada Irak’a ve yine Pakistan’dan Anadolu topraklarına kadar yayılan kültürel nüfuz alanı, çeşitli kültürler arasında teamül bağlamında rolünü en iyi şekilde ifa etti. Nitekim araştırmacılar da İran’ın İpekyolu üzerinde yer alan bir çok kentinin kültürlerin kesiştiği noktalar olduğunu belirtiyor.

İranlılar ta eski çağlardan Sümer, Asur, Babil, Hindistan ve Çin medeniyetleri ile kültür, dil , maarif ve mezhep açısından irtibatta bulunurken, İran’ın çevresinde yaşayan milletler de inşa edilen yolların yardımı ile İran kültürü ve medeniyeti ile tanıştı. Bu yollar iktisadi ve siyasi açıdan da önem arz ediyordu, fakat bu yolların arasında İpekyolu İran’ın doğsunu yani Çin’i, batısına yani Bizans’a ve Akdeniz bölgesine bağlaması itibari ile daha büyük önem arz ediyordu.

İpekyolu üzerinde bulunan medeniyetlerin bir çoğunda eski İran medeniyeti ve İslamî İran uygarlığının izlerine rastlamak mümkün. Bu medeniyetlere Furkane, Bedehşan, Harezm, Semerkand, Buhara, Termez, Balh, Hucend, Merv, Hirat ve diğer bir çok büyük kenti örnek vermek mümkün. 015


Etiketler