İslam inkılabının 43. zafer yıl dönümü üzerine-1
(last modified Mon, 07 Feb 2022 06:47:09 GMT )
Şubat 07, 2022 08:47 Europe/Istanbul

İran İslam inkılabının zaferi üzerinden 43 yıl geçiyor. İran bu yıllarda büyük gelişmelere imza attı, ancak tahrif hareketi bu gelişmeleri görmezden gelerek hatta tersini telkin etmeye ve böylece İslam inkılabının kazanımlarını örtbas etmeye çalıştı.

Şimdi İslam inkılabının 43. zafer yıl dönümü dolayısıyla sizler için hazırladığımız sohbetimizde inkılabın hiç bir dış güce dayanmaksızın kaydettiği bazı gelişmeleri gözden geçirmek istiyoruz.

İran İslam inkılabı İslami ve inkılapçı mahiyeti ve muazzam halk desteğinden yararlanması itibarı ile yirminci yüzyılın en önemli hadiselerinden biridir ve İran milletinin büyük emekleri ile zafere ulaşmıştır. Şimdi ise bu inkılap hayatının 44. yılına ayak basmak üzere.

Bu arada İslam inkılabının gelişmelerini anlatmak için ilkin Pehlevi rejiminin bazı özelliklerini de anlatmak gerekir. Pehlevi rejiminin en çok dört önemli özelliği ön plana çıkıyor. Bu özellikler iç istibdat, iktidarın zirvesinde geniş çaplı fesat, ABD’ye bağımlı olmak ve toplumun mahrum gövdesinden ibarettir.

Pehlevi rejiminin en belirgin özelliklerinden biri iç istibdattı. Bu rejim istibdadını başkent Tahran ve diğer büyük şehirlerde gizli istihbaratı Savak ve ilçelerde ve kırsal yörelerde de jandarma kuvveti üzerinden uyguluyordu.

Pehlevi rejiminde seçim, siyasi parti ve ifade özgürlüğü gibi kavramların hiç bir anlamı yoktu. Pehlevi kralı Muhammed Rıza iktidarı tek elden yürütmek için diriliş anlamına gelen Restahiz partisini kurdu ve herkes bu partiye üye olmak zorundaydı.

Pehlevi rejiminin ikinci özelliği, iktidarın zirvesinde geniş çaplı fesattı. Saray Bakanı Esedulllah Alem yazdığı kitapta Pehlevi rejiminin geniş çaplı ahlaki fesat durumlarına işaret ediyor. Alem kitabında Başbakan Hoveyda’dan naklen şöyle yazıyor: Ülkenin zirvesinde fesat hatta utanma sınırlarını aşacak kadar yaygın hale gelmiştir.

Yine başka kitaplarda da İran şahı Muhammed Rıza ve hanedanı başta olmak üzere saraya bağlı çevrelerin geniş çaplı iktisadi fesadı ve yolsuzluk durumları anlatılıyor. Financial Times gazetesi bir raporunda çeşitli ülkelerden kaçan diktatörlerin beraberinde gördükleri servetlere işaretle Muhammed Rıza Pehlevi hakkında şöyle yazıyor:

İran’ın devrik şahı bu ülkeden 35 milyar dolar para çıkarmıştı.

Erdeşir Zahedi de şahın yurt dışına kaçırdığı paranın miktarını 31 milyar dolar olarak açıkladı.

Pehlevi rejiminin bir başka özelliği başta Amerika olmak üzere dış odaklara aşırı derecede bağımlı olmasıydı. Pehlevi rejimi psikolojik, siyasi, savunma ve güvenlik bakımlarından Amerika’ya bağımlıydı ve özetle Amerika’nın bölgedeki kuklası sayılıyordu. Nicson’un iki sütunlu doktrinine göre İran bölgenin jandarmasıydı. Dış politika alanında Amerika’nın çıkarlarını temin etmek, Pehlevi rejiminin yükümlülüklerinin bir parçasıydı. İç politika alanında da gerçi ikinci Pehlevi kralının güç bileşenleri ordu, bürokrasi ve saray şeklinde ifade ediliyordu, ancak dördüncü bir bileşen de söz konusuydu, ki o da Amerika’nın desteğiydi.

Pehlevi rejiminin dördüncü önemli özelliği ise iktidarın zirvesinde eşraflık anlayışının hakim olması ve toplumun mahrumiyet içinde bırakılmasıydı. Pehlevi rejiminde halkın yüzde 46 kadarı mutlak yoksulluk içinde yaşıyor, nüfusun yüzde 73’ü kırsal yörelerinde barınıyor, halkın yüzde 46 kadarı okuma yazma bilmiyor, köylerin yüzde 96 kadarı elektrik enerjisinden yararlanamıyordu. Buna karşın bazı iç ve dış çevreler İran İslam inkılabının 43 yıllık kazanımlarını tahrif ederek Pehlevi rejimini aklamaya çalışıyorlar.

Bu arada İran’ın İslam inkılabından sonra kaydettiği gelişmeleri anlatırken bir kaç sorun söz konusu oluyor, ki bunlardan biri kavramların anlamda ikilemi ve yanlış anlaşılmasıdır. Örneğin ilerleme kavramı iş alanı açmak, hava limanı, rafineri ve yol inşa etmek gibi fiziki ve iktisadi simgelerin anlamında kullanılıyor. Batı dünyasında bu tür bir ilerlemeye çizgisel kalkınma deniliyor. İslam inkılabının siyasi edebiyatında ve İmam Humeyni’nin -ks- marifet biliminde kalkınma değil de, ilerleme terimi kullanılır, zira İslam’ın siyasi nizamında insanın her iki maddi ve manevi boyutlarını kapsar.

İslam inkılabının Batı ile çeliştiği konulardan biri ise insana bakış tarzıdır, zira İslami nizamda ahlaki faziletler, maneviyatın gelişmesi ve ahlaki güvenlik gibi özelliklere önem verilir, oysa Batı’da bunların hiç bir anlamı yoktur ve hükümetin en önemli görevi toplumun refahını ve güvenliğini temin etmekten ibaret olup maneviyatı geliştirmek hükümetin görev ve sorumlulukları arasında yeri yoktur.

İslami hükümette ve İslam Cumhuriyeti nizamında ise maneviyatın ve ahlaki faziletlerin gelişmesi önemlidir ve hükümet bu konulara karşı sorumludur, ki bu da İslam inkılabı ile Batı arasındaki meselelerden biri sayılır.

Dolayısıyla İslam inkılabının ilerleme mısdaklarından biri toplumda maneviyat ve ahlaki faziletlerin gelişmesidir, nitekim bugün İran toplumu sosyal açıdan herhangi bir kısıtlama ile karşı karşıya olmadığı, bilakis önemli ilerleme kaydettiği söylenebilir.

Batı dünyasında kalkınmadan söz edildiğinde daha çok meselenin maddi boyutları göz önünde bulundurulur. Buna göre itikaf gibi meseleler gelişmenin bileşenlerinden sayılmaz; oysa gerçekte toplumun manevi gelişmesinin etkenlerinden biridir.

İslam inkılabının gelişmesinin bir başka boyutu zulüm karşıtlığı, sulta düzenine karşı direniş ve bağımsızlık istemesidir, öyle ki son 43 yılda bağımsız bir devlet olan İran şimdi kelimenin tek anlamıyla bağımsız bir devlet olmuştur. İran’da modern dönemin başladığı Gacar kralı Ağa Muhammed Han döneminden ve özellikle kral Fethali’nin iki savaşta Rusya’ya karşı yenilmesi ve sömürücü anlaşmalara boyun eğmesi, dayatılan başbakanların iş başına getirilmesi, darbe, işgal, kralın azledilmesi ve yeniden iktidarın başına getirilmesi gibi süreçlerde İran halkının hiç bir etkisi yoktu.

Safevilerin döneminde de uygar İran hem coğrafi ve hem konum açılarından 200 yıl içinde mahvoldu. Safeviler döneminde İran, Avrupalıların ticaret yapmak için kapılarında sıra bekledikleri bir ülkeydi.

İran İslam inkılabı ise İran milletine tarihi kişiliği bakımından kimliğini iade etti, ki bu da gelişmenin mısdaklarından sayılır.

Hş. 1357 yılında Pehlevi rejiminin verilerine göre halkın yüzde 46 kadarı mutlak yoksulluk içinde yaşıyor, nüfusun yüzde 73’ü kırsal yörelerinde barınıyor, halkın yüzde 46 kadarı okuma yazma bilmiyor, köylerin yüzde 96 kadarı elektrik enerjisinden yararlanamıyordu ve İslam inkılabı ülkeyi bu şartların altında devraldı. Gerçi inkılaptan önce İran’da üniversiteler vardı ve 150 bin öğrenci eğitim görüyordu, ama yine de İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei’nin tabiri ile onca iyi hocaya rağmen hiç bir icat veya yeni buluş yoktu.

Öte yandan İran’a dayatılan yaptırımlara rağmen, İran milletini adeta bombardıman eden onlarca medya organının baskıları altında beyan edilmesi zor olan bir dizi gelişmeler yaşanmıştır. Örneğin tıp alanında büyük bir devrim yaşanmış ve İranlı zeki genç bilginler bu alanda zirvelere yerleşmiştir.

Hali hazırda İran’da 20 milyon üniversite mezunu vardır ve 1500 üniversite faaliyet yürütmektedir. Yine okuma yazma bilmeyenlerin oranını sıfıra yaklaştırmak da önemli bir başarıdır. Eski rejimde kırsal yöreler medeniyetin hiç bir simgesinden yararlanmazken şimdi köylere yol,okul, telefon, doğal gaz, su, elektrik, spor salonu gibi hizmetlerin ulaştığı gözleniyor.

Son kırk küsur yılda dikkat çeken önemli nokta, İran İslam inkılabının tüm baskılara, yaptırımlara ve iktisadi kuşatmaya rağmen bağımsızlığını koruması ve direnişini sürdürmesidir. Bu süre zarfında İslam inkılabı düşmanları İran’a bölücülük, terör, savaş ve yaptırım gibi dört önemli sorunları dayattığı halde İslam inkılabının kaydettiği gelişmeler hakikaten değerlidir. Eğer İslam inkılabı savaş ve bölücülükle uğraşmasaydı, yaptırımlar olmasaydı ve önemli şahsiyetlerine suikast yapılmasaydı, hiç kuşkusuz şimdiki durumundan çok daha ileride bir konumda olurdu ve İran milleti de daha az iktisadi sorunlarla uğraşmak zorunda kalırdı.

 

Gerçekte İran İslam inkılabının gelişmelerini Batılı birçok seçkin şahsiyet de itiraf etmiştir. Carter’in milli güvenlik danışmanı Berjinski bundan beş yıl önce ve ölümünden bir kaç ay önce şöyle demişti:

Otuz küsur yıl en ağır baskıların ve yaptırımların altında bulunan bir ülke şimdi onca soruna rağmen küresel ekonomide 17. sırada yer alıyor; nükleer bilimi kurumsal hale getirerek kök hücrede de öncü ülkelerden biri sayılıyor. Eminim bu ülke bunca kapasitesi ve imkanları ile pek de uzak olmayan bir gelecekte büyük İslami – İranlı medeniyeti ihya edecektir.

Carter döneminde İran İslam inkılabının en sıkı muhaliflerinden biri olan Berjinski şöyle devam ediyor:

İran demokrasi açısından komşularından çok daha ileridedir. Bence İran muteber bir ulus – devlettir. Bu muteber kimlik bu ülkede dayanışma etkenidir. Oysa böyle bir şey Batı Asya’nun çoğu ülkesinde görülmemektedir.