Sanat tarihi ve epidemik hastalıklar - 1
(last modified Sat, 21 Nov 2020 14:29:05 GMT )
Kasım 21, 2020 16:29 Europe/Istanbul

Epidemik hastalıklar ve benmerkezcilik, insanoğlu galip gelemediği iki konudur.

Bu iki konu aynı zamanda tarih boyunca yazarların ve sanatçıların çeşitli eserleri yaratmalarında ilham kaynağı olmuş ve sanat, musiki ve edebiyat üzerinde etki yapmıştır. Gerçi benmerkezcilik hiç bir zaman son bulmayacağı ve sanat da bunu yenemediği anlaşılıyor; ancak sanat büyük ölçüde hastalıklardan kaynaklanan yaralara merhem olabildiği gözleniyor. Buna göre bir kaç bölümden oluşan programımız boyunca sanattan söz etmek istiyoruz. Umulur ki sohbetimiz korona virüs salgını yaşandığı şu günlerde bir nebze olsun insanları teselli ederken, gelecek kuşaklar da bu şartları tahammül etmekte tesirini anlar.

İçinde bulunduğumuz durumda sürekli herkesin korona virüs ile mücadelede sorumluluğu ne olduğundan söz ediliyor. Birçok insan toplumda her bireyin her türlü ameli ve davranışı korona virüs salgınının yayılmasında veya önlenmesinde etkili olduğuna inanıyor. Bu yüzden hepimiz maske takma, sosyal mesafelere uyma ve karantina zorluklarına katlanıyor ve koronasız günlerin umudu ile yaşıyoruz. Gerçi şimdiki durumda medyaya başvurmak ve muhtemelen kitap okumak için daha fazla zaman buluyoruz; ancak ne var ki sanal ve gerçek ortamda karşı karşıya bulunduğumuz bilgi patlaması da çelişkilerle dolu olduğu anlaşılıyor. Gerçekte günümüzde muhteva üretme işi o kadar çok yayılmış ki doğruyu yanlıştan ayırt etmek gerçekten zor olmaya başladığı anlaşılıyor.

Acaba kovid-19 hastalığının sebebiyet verdiği bu gergin ve kaygı dolu dönemde gelecek kuşaklar için geriye ne kalacağını düşünüyorsunuz? Acaba medyada yayımlanan veriler ve haberlerin üzerinden bu salgına bakan tarih, bu alanda yazılan kitaplara ve sanat eserlerine ve sanatçıların görüşlerine bakarak bizim durumumuzu öğrenmek isteyenlere şimdiki halimizi ve hissiyatımızı aktarabilir mi dersiniz?

Bu soruların cevabı için ilkin tarihe bakmalı ve insanlar benzer durumlarda neler yaptığını görmeliyiz.

Economist dergisi epidemik hastalıklar ve kültür ve sanat üzerinde tesiri hakkında yayımladığı bir yazıda şöyle diyor:

Pandemilerle kültür arasındaki bağ bin yıllık mazisi olan bir konudur. Tarihte ilk pandemilerden biri 1347 yılında Avrupa’ya ulaşan kara taun pandemisiydi. Bu hastalık bölge nüfusunun üçte biri ila yarısını öldürdü. Ancak sosyal ve iktisadi düzende yaşanan büyük değişimler yolu, rönesansın zuhuru için açtı. Geçenlerde taun salgını hakkında yazılan “Florans kuşatmada” adlı kitabın John Handerson’a göre bu pandemi doğrudan rönesansla sonuçlanmadı, ancak servetin küçük bir grubun elinde toplanması, maaşların ikiye katlanması ve zenginlerin daha zenginleşmesi ile sonuçlandı ve sonuçta onlara sanata mali destek verme izni verdi.

Taun pandemisi başta resim sanatı olmak üzere birçok sanatın üzerinde iz bıraktı. Handerson’un tabiri ile taun darbesi insanların tanıdıkları şeylerle ilgilenme şevkini ihya etti; tam da bizim karantina günlerinde tanıdık romanlara ve eski filmlere yöneldiğimiz gibi. Örneğin İtalyan ressamlar içinde beşeri duyguları acayip gerçekçilikle görüntüledikleri muhteşem eserler yarattı. Bu yöntem daha sonraları rönesansın simgesine dönüştü. Aynı dönemde hekimler ve kilise ruhanileri musikinin tedavi özelliği üzerinde uzlaştı. Buna göre taundan kaçmak üzere ve tevbe niyetiyle sokaklara çıkan halk için dini şarkıları okumak bilinen adetlere eklendi.

Bu durumun yankısını 2020 yılında da görmek mümkün. İnsanlar evde karantina altına alındıkları ilk günlerde, İtalya halkı evlerinin balkonlarına çıkarak şarkı söylemeye veya müzik aletlerini çalmaya başladı. Bu insanlar farkında olmadan 16. yüzyılda yaşamış atalarını taklit ettiler.

Taun ve rönesans döneminde musiki adlı kitaba göre o dönemde Milan kentinin başpiskoposu halkın sokaklara çıkması virüsün yayılmasına yol açabileceği kaygısından hareketle İtalya halkından evlerinde ve kapı ve pencerelerini açarak şarkı söylemelerini ve böylece hem karantina kurallarına uymalarını hem bu merasimi birlikte icra etmelerini istemişti.

Tarihi araştırmalar, her pandemi ile birlikte veya kontrol altına alındıktan sonra başka sanatların da geliştiğini gösteriyor.19. yüzyılda koleranın ilk büyük salgınının kontrol altına alınması ilk ahir zaman romanının yayımlanmasına denk geldi. Mary Shelley’nin yazdığı son adam adlı roman beşeriyetin çok karanlık olan geleceğinden bir tablo sunuyor. Bu tabloya göre insan soyu taun yüzünden yok olmuş ve sadece bir tek kişi geride kalmıştır.

Ritchmond üniversitesi hocası Elizabet Otka’ya göre, İspanyol gribinin psikolojik tesirlerinin izlerini bu virüsten sağ kurtulanların eserlerinde bulmak mümkün. Otka bu virüsün izlerini T. S. Eliot’un yazdığı The Waste Land adlı şiir eserinde görüyor. Bu şiir dünya savaşından sonra çoğu yazarı etkileyen hüsran ve üzüntü duygusunun sonucu olan ünlü bir şiirdir. Bu üzüntü dünya savaşından kaynaklanan kimliksizliğin sonucuydu ve pandemi şartları dünya savaşından kaynaklanan durumların acısını daha da arttırdı.

Buna karşın eğer hastalıkların pandemi haline gelmesinden duyulan korku ve dehşeti bir yana bırakırsak, bu durumla ilgili edebiyat eserlerinin ana temalarından biri, pandemilerin sosyal sınıfların arasındaki ihtilafı yok etmekte etkili bilinmesiydi. Gerçi şimdiki araştırmalar pandemilerin en çok yoksul sınıfı etkilediğini gösteriyor, ancak edebiyatta bu tezi reddeden bazı örneklere de rastlıyoruz. Örneğin Edgar Allan Poe’nun yazdığı kızıl ölüm maskesi adlı eserde bir prens kendisini ve yüzlerce zengin adamı bir pandemiden korumak için bir yerde saklıyor, ancak sonunda bu ölümcül hastalık yüzünde maskesi olan tanımadık bir konuk kalıbında ve maskeli bir ziyafette ortaya çıkıyor ve hepsini öldürüyor.

Taun krizi üzerinden asırlar geçmesine rağmen o dönemin sanat eserleri halâ insanları taun pandemisi yaşandığı o günlere götürebiliyor. Taun hastalığına yakalanma korkusu, hastalığın nasıl tedavi edileceği veya yakalananların nasıl acı çekerek ölümlerinin önleneceği bilinmemesi, sanatçıları eski çağdan rönesans çağına kadar taun hakkında duygularını ifade etmeye zorlamıştır. Bu yüzden günümüzde birçok tablo, heykel ve benzeri eserler geçmiş çağların insanlarının taun veya kolera gibi epidemik hastalıklara karşı durumlarını ifade eden değerli bilgileri bize sunabiliyor.

O dönemlerin sanat eserleri insanların çektiği acıları ve mutsuzluğu yansıtan örneklerle doludur. Birçok ressam, dünyanın sonunu anlatan resimler çiziyordu. Ölüm düşüncesi bu eserlerde ön plana çıkmış ve kiliseler ve dini mekanlar her zamankinden daha çok kalabalık oluyordu. Birçok insan ahir zaman yaklaştığını ve yarın için bir şeyler yapmaları gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Kiliselerin duvarları kutsal kitapların çeşitli rivayetlerini anlatan resimlerle dolup taştı ve sanat kiliseye, insanları ölümün fani dünyadan nur ve aydınlığa geçiş güzergahı olduğu konusunda bilgilendirme konusunda yardımcı olmaya başladı.

Öte yandan insanların içine ölüm korkusu salan taun pandemisi birçok roman yazarına da ilham kaynağı oldu. Buna göre yazarlar toplumda taun pandemisi yüzünden yaşanan öyküleri yazmaya başladı. O günlerin acı öyküleri kelimelere ve cümlelere yerleşerek Daniel Defoe’nun yazdığı taunun kara yılı anıları ve Albert Camus’un taun adlı eseri gibi birçok esere yansıdı.

Evet, kara taun ya da her türlü ölümcül pandemi bir gün sona eriyor, fakat korku ve dehşeti tablolarda, heykellerde ve kitaplarda kalıyor.

“yolculuğun sonunda Fermina gemide tanıdıkları görmekten rahatsızdır ve bu yüzden Florentino’nun önerisi üzerine gemide kolera salgınının işareti olan sarı bayrağı göndere çekiyor ve böylece başka bir yolcunun gemiye binmemesini ve şimdiki yolcular da yola başka bir gemi ile devam etmeleri ve sonuçta ikisi rahatça yolculuklarına devam etmesine imkan sağlıyor.”

Bu cümleleri Gabriel Garcia Marguez’ın kolera yılları aşkı adlı eserinden naklettik. Bu eseri okuyan her okurun en basit algısı, bir zamanlar dünya halkı kolera pandemisi adlı bir salgınla uğraştığı ve çok kolay bir şekilde hayatını kaybettiğidir. Demek ki bugün yaşadığımız kovid-19 pandemisi aslında pek de yeni bir konu değildir ve tarih bu konuyu bizden çok daha iyi bilmektedir.

Pandemilerin sırasında çeşitli sanatçılarca yaratılan sanat eserlerinin bir çoğu günümüzde en muteber tarihi belgelerin arasında yer alıyor. Bu eserler çeşitli epidemilerin ve pandemilerin etkisi altında yaratılmış ve her biri yaşanan kriz dönemindeki insanların umutsuzluğunu ve güçsüzlüğünü yansıtmaktadır. Bu acı duygu belki de hiç bir şeyle kıyaslanamayacak kadar eşsizdir. Pieter Bruegel’in 16. yüzyılda yarattığı ölümün zaferi adlı tablosu üzerinden yıllar geçmesine rağmen halâ taun pandemisinin tarihini ve o dönemde insanların çektiği acıları en iyi biçimde anlatan en ünlü sanat eserlerinden biridir.

Şimdi dünya yeni bir pandemi ile karşı karşıyadır. Tarih yeniden tekrarlanıyor. Amerikalı roman yazarı Eugene O’Neill şöyle diyor:

Ne şimdi ne de gelecek vardır. Sadece defalarca ve defalarca yaşanan geçmiş vardır.

Peki, siz ne düşünüyorsunuz? Acaba biz şimdiki zamanda mı, yoksa geçmişte mi yaşıyoruz?