İslami öğretiler açısından sekülerizmin analizi - 2
Geçen bölümde günümüzde dinden iki farklı telakki söz konusu olduğunu anlattık.
Birinci telakki dinin tüm sosyal, siyasi ve insanların yaşamındaki diğer tüm alanlarında varlık sergilemesini isterken, ikinci telakki Batı dünyasının Hristiyanlığa karşı tutumundan hareketli dinin günümüz dünyasının tüm alanlarından ayrı tutulmasını ve sadece insanın bireysel yaşamı ile sınırlandırılmasını istiyor. Sekularizm adıyla ün yapan ikinci telakki aslında insan yaşamında dinin renksizleşmesi anlamına gelir.
Özetle sekularizm dinin çökmesi, sönmesi ve yok olmaya yüz tutması ve toplumda, yaşamda, kültür ve sanatta, ekonomi ve siyasette, hükümet ve yönetimde varlığının azalmasıdır.
Bugünkü sohbetimizde çeşitli toplumlarda sekularizmin ortaya çıkış sebebini irdelemek istiyoruz. Sohbetimiz boyunca hangi etkenlerin Batılı toplumları dini insan yaşamında bireysel bir ilgi seviyesinde sınırlandırmaya ve dini insan yaşamı ve saadetinin bir programı olarak kabul etmemeye yönelttiğini irdelemeye çalışacağız.
Genel olarak sekularizmin ortaya çıkış etkenlerini iki gruba ayırmak mümkün. Bu etkenlerden bir bölümü, Hristiyanların iç şartları ve özelliklerinden kaynaklanırken, öbür bölümü de Batılı kültürle ilgilidir. Gerçi bu iki grubun genellikle yan yana gelerek sekularizme sebebiyet verdiği de belirtilmelidir.
Bu arada her toplumda sekularizmden belli bir seviyenin var olduğu da belirtilmesi gereken bir konudur, fakat esasen sekularizm Hristiyanlık ve Batı kültürü ile yüz yüze gelme sürecinde ortaya çıkan Batılı bir fenomendir ve doğal olarak da edebiyatı ve çerçevesi tamamen Batılı sayılır.
Şimdi hristiyanlık inancında hangi etkenlerin sekularizmin ortaya çıkmasına sebebiyet verdiğini ve İslam dininin bu açıdan Hristiyanlıkla ne gibi farklılıkları bulunduğunu gözden geçirelim.
Gerçekte Hristiyanların vahye dayalı ve her türlü tahriften uzak bir zemini bulunmaması, Batı dünyasında sekularizmin türemesinde esas etkenlerden biridir. Her Hristiyan'a göre kutsal kitap asla vahye dayalı bir kitap ve Allah tarafından gönderilen bir metin değildir. Hristiyanlara göre eski ve yeni ahit kitapları, Hz. Musa ve Hz. İsa'nın söz ve amelleri ve onların yaşadığı çağda yaşanan olayların anlatımından ibarettir. Buna göre Tevrat ve mevcut İnciller vahye dayalı kitaplar değildir ve şimdiki İnciller en az onlarca yıl Hz. Mesih'ten sonra yazılan kitaplardır. Bu yüzden Batılı toplum hiç bir zaman bu kitaba, Allah tarafından nazil olan kutsal bir kitap olarak bakmamıştır. Buna göre de vahye dayalı olmayan kitaptan yoksun olan dini değerler ve öğretilerin zamanla renksizleşmesi ve yerini başka değerlerin ve öğretilerin alması doğaldır.
Hristiyanlığın aksine İslam dininde Kur'an'ı Kerim vahye dayalı bir kitap ve her türlü tahriften korunmuş bir metindir ve dini inançların en güçlü ve en sağlam dayanağı sayılır. Müslümanlar Hristiyanların aksine semavi kitapları, yani Kur'an'ı Kerim Allah Teâlâ'nın kelamı olduğuna inanır. Nitekim Kur'an'ı Kerim'in metni ve muhtevası da Allah Teâlâ tarafından olduğunu ve Allah'tan başka hiç kimse ve hatta İslam Peygamberi –s– böyle bir kitabı yazmaya gücü yetmediğini gösterir. Kur'an'ı Kerim'in kendisi de açıkça ve net bir şekilde Allah tarafından nazil olduğunu ve ne peygamber ve ne de başkası bu kitapta hiç bir rolü ve etkisi olmadığını buyurur.
Kur'an'ı Kerim yüce Allah'ın mucizesidir ve içinde, eğer bu kitabın ilahi olduğu konusunda kuşkumuz varsa, onun gibi bir sure getirmemizi ve kelam uzmanlarının yargısına sunmamızı buyurmuştur.
Gerçi düşmanlar ta asr-ı saadetten beri Kur'an'ı Kerim'in semavi olduğunu inkar etmeye veya bu kitabın peygamberin veya başkalarının düşüncesinin ürünü olduğunu iddia etmeye çalışmıştır, fakat şimdiye kadar hiç biri Kur'an'ı Kerim'in onları mücadeleye davet etmesine karşılık verememiştir ve ebediyete dek de veremeyecektir.
Bugün İslam'ın en sıkı düşmanları bile 1400 küsur yılın ardından tüm bilimsel ve teknolojik imkanlarına rağmen hatta Kur'an'ı Kerim'in bir tek ayetine benzer bir ayeti beyan edememiştir.
Kur'an'ı Kerim bir çok acıdan mucizedir. Kur'an'ı Kerim'in mucize olduğu yönlerden biri fesahat ve belagatidir. Kur'an'ı Kerim beşerin asla sahip olamadığı bir fesahat ve belagatten yararlanır. Nitekim asr-ı saadetten yaşayan ve fesahat ve belagat ve şiir ve edebiyat alanlarında sadece uzman değil, aynı zamanda birer dahi olan bazı Araplar Kur'an'ı Kerim ile karşılaştıklarında ve fesahat ve belagati üzerinde durduklarında bu ilahi kitabın bir mucize olduğunu anladılar ve Kur'an'ı Kerim'e karşı aciz olduklarını açıkça itiraf ettiler.
Evet, Kur'an'ı Kerim'in fesahat bakımından mucize olduğunu gören bir çok Arap kelam uzmanı bu semavi kitabın vahiy yoluyla nazil olduğunu kabul ederek Allah Resulü'nün –s– nübüvvetini de onayladılar. Gerçi bazıları da iman etmediler, ama hiç bir zaman Kur'an'ı Kerim'le mücadele etmeye kalkışmadılar. Bu kesim hatta ufak bir sureyi getirmekten aciz olduklarını ilan ettiler ki bu da Kur'an'ı Kerim'in semavi oluşunun en büyük delilidir.
Kur'an'ı Kerim'in insanları mücadeleye davet etmesi ve insanların asırlar boyu acizliğini itiraf etmeleri, böyle bir kitabın beşerin gücünün dışında olduğunun ispatıdır. Dolayısıyla fesahat ve belagat, Kur'an'ı Kerim'in semavi oluşunun en iyi delilidir.
Öte yandan herkes Allah Resulü Hz. Muhammed'in –s– okuma yazma bilmediğini, fakat buna rağmen getirdiği kitabın akli ve ilmi ve felsefi maarifle dolu olduğunu, öyle ki dünyada tüm düşünürlerin, filozofların ve bilginlerin dikkatini üzerine çektiğini ve Doğu ve Batı alemlerinde tüm insanları hayrete düşürdüğünü bilmektedir. Bu durum da başlı başına Kur'an'ı Kerim'in Allah'ın kelamı olduğunu ve İslam Peygamberi –s– sadece bu mesajı beşeriyete ulaştırma yolunda bir aracı rolü ifa ettiğinin ispatıdır.
Güçlü akli delillerle Allah Teâlâ tarafından gönderilen bir kitap olduğu ispat edilen Müslümanların ilahi kitabı Kur'an'ı Kerim günümüzde ve asırların ardından hiç bir tahrif ve değişikliğe maruz kalmadan ilk günkü gibi kalmıştır. Müslümanlar Kur'an'ı Kerim ayetlerine göre Allah Teâlâ'nın bu semavi kitabı her türlü tahriften koruduğuna inanır. Fakat Kur'an'ı Kerim'in buna vurgu yapmasından başka, bu iddianın ispatı için bir çok tarihî ve akli delil de vardır.
Hristiyanların Hz. İsa'dan onlarca yıl sonra yazılan kutsal kitabının aksine Kur'an'ı Kerim ayetleri Allah tarafından vahiy yoluyla nazil olduğu ilk anlarda vahiy katipleri tarafından yazılır ve Allah Resulü –s– bizzat Kur'an'ı Kerim'in kitabet sürecini gözetliyordu. Kur'an'ı Kerim katiplerinin sayısı hatta 40 katip kadar zikredilmiştir. Müslümanlar Allah Resulü –s– döneminden itibaren Kur'an'ı Kerim'den bir çok nüsha hazırlardı ve evlerinden özel sandıklarda veya torbalarda saklardı.
Öte yandan İslam Peygamber'inin –s– yaşadığı günlerden itibaren Kur'an'ı Kerim'i ezberleme ve hafızlığı yaygınlaştı ve bir çok kişi Kur'an'ı Kerim hafızı oldu. Kur'an'ı Kerim hafızları toplumda değerli konumları söz konusuydu. Kur'an'ı Kerim hafızlarının sayısı oldukça fazlaydı, öyle ki tarih kitaplarında Allah Resulü'nün –s– yaşadığı dönemde vuku bulan bir tek savaşta 70 kadar Kur'an'ı Kerim hafızının şehit olduğuna şahit olmaktayız. Tüm bunlar Kur'an'ı Kerim hafızları ve karileri, bir tek savaşta bunca sayıda şehit olacak kadar fazlı olduğunu gösteriyor.
Kur'an'ı Kerim ta ilk günden itibaren Müslümanlarca önemsenen ve itibar ve saygı gören bir kitaptır. Kur'an'ı Kerim Müslümanlar için her şeydi: anayasa, yaşam programı, hükümet programı, semavi kutsal kitap, ibadet ve kulluk sırrı gibi.
Kur'an'ı Kerim, Müslümanların sürekli ve namazda, camide, evde, cihat meydanında, düşmanlar karşılaşmalarda ve İslam'ın hak dini olduğunu ispat etmekte kullandıkları bir kitaptı. Kur'an'ı Kerim bir evin veya caminin köşesinde unutulacak ve üzerini unutmuşluk tozu kaplayacak veya birileri çıkıp da muhtevasını azaltacak veya arttıracak terk edilmiş bir kitap değildi.
Her türlü tahriften korunan bir kitap olarak Kur'an'ı Kerim'in varlığından başka, Hz. Muhammed'in –s– 23 yıllık nübüvvet dönemi ve o hazretin halefleri, yani ehlibeyt –s–iki asırlık varlığı, müslümanlar için İslamî akaid ve öğretileri vahyin duru pınarından ve onun semavi müfessirlerinden öğrenmeleri bakımından çok iyi bir fırsat oluşturdu. Yine hadisler ve Allah Resulü –s– ve ehli beytinin –s– sünneti de müslümanların elinde olan değerli bir kaynaktır ve bu semavi dini izleyen müslümanlar bu kaynaklardan da yararlanır.
Dolaysıyla İslam ve Hristiyanlığın arasında sekularizmin vuku bulma şartları veya dinin insanların yaşam alanından ayrı tutulması bağlamında ilk farklılık açıklığa kavuşmuş oldu. Hristiyan toplum olarak tanınan Batı toplumunda bilinen kutsal kitapla müslümanların semavi kitabı arasında mahiyet bakımından ciddi bir farklılık söz konusudur. Batılılar hiç bir zaman Allah tarafından gönderilen ve hiç bir tahrif ve değişikliğe uğramayan bir semavi kitapla karşılaşmamıştır ve onların kutsal kitabı daha önce de belirtildiği üzere sadece Hz. İsa'nın söz ve amellerini ve yaşadığı çağdaki bazı hadiseleri anlatan ve o hazretten onlarca yıl sonra başkaları tarafından yazılan bir kitaptır. Bu yüzden bu kitap insanların yaşamı için bir model veya öğreti topluluğu olarak güvenilir bir dayanak olamazdı. Ancak Kur'an'ı Kerim akli delillerle ilahi kelam olduğu ispat edilen ve belirtilen sebeplerden ötürü asla tahrife uğramayan bir kitaptır. Bu yüzden Müslümanlar ta baştan bu kitabı yaşamlarının programı olarak benimsedi. Dolaysıyla akaid ve amel kitabı olarak en temel kitap olan Kur'an'ı Kerim müslümanların yaşam sahasının dışına alınamayacağı da kesindir.015