Mayıs 06, 2018 09:20 Europe/Istanbul

Günler ve aylar gelip geçiyordu. Kur'an'ı Kerim ayetleri İslam Peygamberi’nin –s– kalbine nazil olduktan sonra mübarek dilinden dışa vuruyor ve hakikat peşinde olan insanların kalbini ve ruhunu aydınlatıyordu.

Allah Resulü –s– insanları tevhide ve yegane Allah’a tapmaya davet ediyordu. Putperestlik, kölelik düzeni, rüba ve cahiliyenin yanlış ve çirkin gelenekleri, her gün Resulullah efendimiz –s– tarafından eleştiriye uğruyor ve vahiy yoluyla nazil olan aydınlatıcı ayetler müşriklerin elebaşılarını daha da kaygılandırıyordu.

İslam Peygamberi –s– 13 yıl boyunca Mekke’de en zor şartlar altında ve her türlü tacize ve saygısızlığa göğüs gererek İslam dininin ilkelerini açıkladı, fakat müşriklerin müslümanlara yönelik amansız işkence ve tacizleri Mekke’den Medine’ye hicret düşüncesini gündeme getirdi, böylece Allah Resulü –s– daha uygun ve müsait bir ortamda İslam dinini tebliğ edebilecekti.

 

Müslümanların ve İslam Peygamberi’nin –s– eski adı Yesrib olan Medine’ye gelişi o hazretin ve beraberinde gelen müslümanların yaşamında yeni bir dönem başlattı. İslam dininde Allah yolunda ve dini yaygınlaştırmak amacıyla hicret etmenin sevabı cihat ameli ile eşittir. Hicret, tüm kalbi ilgilerden el çekmek ve her türlü batıl ve yanlış adeti ayaklar altına almak ve cahillikten nur ve bilgeliğe doğru gitmektir.

İslam Peygamberi –s– ve müslümanların Mekke’nin baskı ve kötülük dolu ortamından sıyrılarak safa ve kardeşlik kenti olan Medine’ye doğru hicret etmeleri, İslam’ın zaferi ve yaygınlaşması ve evrenselleşmesi yolunda atılan ilk büyük adımdı. Nitekim hicretin önemi itibarı ile ikinci Halife döneminde ve İmam Ali’nin –s– önerisi üzerine  o yıl İslam tarihinin başlangıcı ilan edildi.

 

Yesrib, iki büyük Yahudi aşiretin ve yine bazı göçmen aşiretlerin yaşadığı yerdi. Bu aşiretlerin en önemli olanları Evs ve Hazreç aşiretleriydi. Yesrib iktisadi ve sosyal açılardan bu aşiretlerin arasında bir nevi uzlaşma yaratmıştı. Bu yüzden bu kentte yeni dinin benimsenmesi için de zemin hazırdı ve buna göre İslam Peygamberi’nin –s– tebliğ ettiği İslam dini Yesrib’de daha rahat benimsenecekti. Nitekim her yıl Yesrib halkı Hac farizesine katılarak İslam dini ile tanışıyor ve bu ilahi dine ilgi duymaya başlıyordu ve ardından Resulullah’ın –s– huzurunda ve mübarek elleriyle iman ediyordu.

 

Bisetin 12. Yılında Yesrib halkından 12 kişi Mekke’ye gitti. Onlar Akabe adında bir yerde Allah Resulü'ne –s–  biat etti. Bu biat birinci Akabe anlaşması olarak adlandırıldı. Yesribliler bu biat ile İslam Peygamberi –s– ve emirlerine vefakar kalacaklarını ilan ettiler. Yesribliler kentlerine dönmeye karar verdiklerinde, İslam Peygamberi –s– bilge sahabelerinden biri olan Musat bin Omayr’ı onlarla birlikte gönderdi ki hem Kur'an'ı Kerim ve hem İslam tealimini onlara öğretsin. Bu fedakar sahabenin çabaları sonucu Yesrib halkının büyük bir bölümü İslam dinini benimsedi.

 

Bisetin 13. Yılında daha fazla Yesribli İslam Peygamberi’nin –s– huzuruna çıktı ve o hazretin mübarek elleriyle müslüman oldu. Bu arada sayıları 73’e varan Yesribli kadın ve erkek hacı da Mina’nın Akabe adındaki bölgesinde ve Teşrik günleri sırasında iman ederek İslam Peygamberi –s– ile ahit bağladı ve o hazreti ve sahabeyi kendi aileleri ve aşiretlerinin bir üyesi gibi koruma sözü verdi.

Öte yandan Evs ve Hazreç aşiretlerinden çok sayıda kişinin İslam Peygamberi'ne –s– biat ettiğinden haberdar olan Kureyş elebaşıları Mekke’de yaşayan müslümanlara karşı taciz ve işkencelerini arttırmaya başladı, öyle ki Mekke artık müslümanlar için yaşanmaz hale geldi. Müslümanlar Allah Resulü’nden –s– hicret izni istedi ve o hazret de onlara Medine’ye hicret etmelerini ve ensar kardeşlerinin yanına yerleşmelerini, çünkü Allah teala Yesrib’de müslümanlar için kardeşler ve güvenli bir yer belirlediğini  buyurdu.

 

Müslümanlar İslam Peygamberi’nin –s– talimatı üzerine ve kuryeş müşriklerinden uzak bir şekilde gizlice birer birer ve gruplar halinde Yesrib’in yolunu tuttu, öyle ki en son Mekke’de Allah Resulü –s–  ve seyrek sayıda sahabesi ve bazı yaşlı kadınlar ve erkeklerden başka kimse kalmadı. Kureyş elebaşıları müslümanların göç ettiğini fark edince bu kez tehlike hissetmeye başladı, çünkü yakında Medine müslümanların güçlü bir kalesi olacak ve sonuçta Mekkeli müşriklerin çıkarlarını tehdit etmeye başlayacaktı. Bu yüzden kureyş elebaşıları bu konuyu görüşmek üzere bir oturum düzenledi.

 

Bu oturuma hiç birinin yaşı kırktan az olmayan Kureyş aşiretinden 40 kişi katıldı. Oturumun başında Ebu Cehl, bir kişi İslam Peygamberi’ni –s– öldürmesini önerdi ve Haşimoğulları intikam almaya kalkıştıklarında on kişinin diyetinin ödenmesini gündeme getirdi. Bir başkası İslam Peygamberi’ni –s– hapse atmayı ve bir başkası da Mekke’den sürgün etmeyi önerdi, ancak bu önerilerin hiç biri kabul edilmedi. En son biri, her hanedandan bir kişi seçilmesini ve seçilen kişilerin hep birlikte İslam Peygamberi’ne –s– saldırarak gece vakti uyurken öldürmelerini, bu durumda Haşimoğulları da tüm hanedanlarla savaşmaya gücü yetmeyeceğini önerdi. Öneri kabul edildi ve her hanedandan bir kişi de belirlendi ve planın Rebiulevvel’in ilk gecesi uygulanması kararlaştırıldı.

 

Kureyş müşrikleri İslam Peygamberi’ni –s– katletmek üzere gece yarısı o hazretin evini kuşattı ve şafak sökmeden saldırıya geçti, ancak müşrikler İslam Peygamberi’nin –s– yatağında Hz. Ali –s– ile karşılaştı. Hz. Ali –s– büyük bir fedekarlık yaparak kureyşlileri şaşırtmıştı ve onlar da o ana kadar yatakta Allah Resulü –s– yattığını zannetmişti. Kureyş müşrikleri bu gelişmenin ardından tüm üç gün boyunca Resulullah’ı –s– aradı, ama bulamadı ve sonunda aramaktan el çekti.

 

Kuba, Yesrib’den altı kilometre uzaktaydı. Bundan önce Mekke’den Medine’ye hicret eden müslümanların çoğu burada ve yeni müslüman olan din kardeşlerinin evinde kalıyordu. Allah Resulü’nün –s– hicret haberini duyan müslümanlar her gün büyük bir heyecanla o hazretin gelmesini bekliyordu. Allah Resulü –s– Kuba’ya gittiğinde Yesrib halkından beş yüz kişi o hazreti karşıladı. Medine halkı silahlanarak ve tekbir çekerek Resulullah efendimizi –s– karşıladı ve böylece o hazretin can güvenliğini temin etmeye yönelik yükümlülüklerini eda etti. Allah Resulü –s– bir kaç gün Kuba’da kaldı ve damadı Hz. Ali –s– ve kızı Hz. Fatıma’nın –s– da kendisine katılmalarını bekledi ve ardından Evs ve Hazreç ve bazı Yahudi aşiretlerin yaşadığı Yesrib’e doğru yola çıktı.

 

Allah Resulü –s– Medine’ye gittiğinde her aşiretin müslümanları o hazretin onların arasına gitmesini ve böylece onları onurlandırmasını bekliyordu. Allah Resulü –s– aşiretlerin arasında ayrım yapmamak için devesi nerede çökerse oraya yerleşeceğini buyurdu. Deve sonunda Ebu Eyyüb Ensari’nin evinin yakınında yere çökte. Ebu Eyyüb Ensari hemen Resulullah’ın –s– eşyalarını evine götürdü ve sadece iki odalı olan evin bir odasını Allah Resulü’ne –s– ayırdı.

İslam Peygamberi –s– yedi ay bu evde ikamet etti ve daha sonra caminin kenarında hücre adını verdiği kendisi için küçük bir ev inşa etti. Böylece Yesrib halkı da nübüvvet nurunun gelişinin onuruna ve Allah Resulü’ne –s– yönelik sevgileri yüzünden kentin adını değiştirerek Medinetul Resul adını seçtiler ve bu ad daha sonra kısaca Medine oldu.

 

Öte yandan müslümanların Mekke’den ve diğer yörelerin de Medine’ye hicret etme sürecinin devam etmesi, Medine kentinde bazı özel imkanların tedarik görülmesini icap ediyordu. Medine’nin müslüman halkı muhacirlere kucak açıyor ve mal varlığını onlarla paylaşıyordu. Ensar adı ile anılan Medine'li müslümanlar aylarca İslam Peygamberi –s– ve muhacir müslümanların ihtiyaçlarını karşıladı. Kısa sürede Medine müslümanların merkezine dönüştü ve buraya yerleşen insanlar ilişkilerini yeni dinin ilkelerine göre düzenledi. Zamanla Medine halkının çoğu müslüman oldu ve böylece müminler  camiasının oluşması için uygun zemin hazırlandı. Allah Resulü –s– Kur'an'ı Kerim ayetlerini izleyerek tüm müslümanlardan hicret etmelerini ve Medine’ye yerleşmelerini istedi. Bu şer’i görev geçiciydi, ancak o sıralarda hiç kimse bu emre karşı gelemezdi ve ancak Resulullah’ın –s– icazeti ile bu mümkündü.

 

Ve işte böylece müslümanlar İslam Peygamberi’nin –s– tealimi sayesinde yavaş yavaş büyük İslam medeniyetinin temellerini atmaya başladı. Müslümanlar tüm zorluklara rağmen tevhid aşkı ve Resulullah’ın –s– aşkı ile İslam nurunu tüm dünyaya yaydı ve böylece İslam dini müslüman camiaya yeni kimlik kazandırdı.