İslami öğretiler açısından sekülerizmin analizi - 10
Geçen bölümlerde sekularizmin genel anlamında dinin insanın yaşamından soyutlandırılması ve bireysel bir zevk seviyesine indirgenmesinden ibaret olduğunu ve bu düşüncenin Batı kültürü ve hristiyanlık inancının ürünü olduğunu anlattık.
Yine geçen bölümlerde hristiyanlık aleminde sekularizmin ortaya çıkış nedenlerini ve şartlarını irdeledik ve İslamî düşünce ile hristiyanlığın bu bağlamda farklılıklarını masaya yatırdık ve ardından sekularizm düşüncesinin fikri temelleri olan hümanizm ve bilimselcilik ve akılcılık ve liberalizm ilkelerinden söz ettik.
Şimdi sohbetimizin devamında İslam açısından özgürlük kavramını irdelemek istiyoruz.
Geçen bölümde liberal düşüncenin en belirgin bileşenlerinden biri özgürlüğün mutlak değer olarak bilinmesi ve eşitlik, adalet, iman ve ahlaki faziletler gibi beşeri değerlerden üstün tutulmasından ibaret olduğunu anlattık. Yine liberallere göre bireysel özgürlük ve bağımsızlık kayıtsız şartsız olmalı ve herkes iyi ve saadetli yaşamdan sahip olduğu tanıma göre seçim yapmalı ve karar vermelidir. Öte yandan liberalizm özgürlüğü hedef biliyor ve her şey insanın mutlak özgürlüğünün hizmetinde olmasını savunuyor.
Ancak İslam öğretilerine göre özgürlük insan için hedef değil, sadece insan şanına yakışan hedefe ulaşmak için bir araçtır. İslam dini nefsani heva ve hevesleri ve istekleri tatmin etmeyi insanın esas hedefi bilmez. İslam dini insani kemale ve ebedi saadete ermeyi insan şanına yakıştırır.
İslam dininde özgürlük yüce bir konuma sahip olmasına rağmen en üstün değer sayılmaz ve adalet gibi diğer köklü değerler özgürlüğün üstündedir.
İslam’ın gözetlediği özgürlükle liberalizmin savunduğu özgürlük arasında bir başka farklılık şöyle ki, İslam’ın bakışında insan özgür olmakla beraber sorumludur ve kendisine, başka insanlara ve daha da önemlisi onu yaratan Allah’a karşı sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukları yerine getirmek insanın saadeti veya şakavetinde doğrudan etkilidir. İslam dini mutlak özgürlüğü benimsemez, nitekim diğer ilahi dinler ve beşeri düşünceler de özgürlüğün mutlak olduğunu kabul etmemiştir. Aklı selim mutlak özgürlüğün mümkün olmadığını ve kaosa yol açtığını savunur. Gerçekte çeşitli düşüncelerin arasındaki farklılık, her birinin bireylerin özgürlüğüne getirdikleri kısıtlamalara göre belirlenir.
Özgürlükten çeşitli ve farklı tanımlar sunulmuştur. Düşünürler özgürlük için iki yüz kadar tanımdan söz etmektedir. Özgürlükle ilgili görüş ayrılıklarının başlıca nedenlerinden biri, dünya görüşlerinin farklılığıdır.
İnsanı sırf maddi mahluk ve bu dünyada doğumla ölüm arasında sınırlı gören maddi dünya görüşü tabi ki madde aleminin ötesinde özgürlük için her hangi bir tanım sunamaz. Ancak ilahi dünya görüşüne göre yaratılışın bir başlangıcı ve bir maadı vardır ve insan bazı alemleri geride bırakan ve bazı alemler de onu bekleyen ve ölümle yok olmayan ve sadece bir alemden başka bir aleme geçen bir yolcu gibidir. Dolaysıyla sınırsız ve sonsuz yaşamının sadece küçük bir bölümünü oluşturan maddi dünyadaki insan için özgürlüğün farklı bir tanımı söz konusudur.
Maddi dünya görüşüne göre özgürlüğün temeli, insanın nefsani heva ve hevesleri ve maddi eğilimleridir. Bu yüzden Batılı düşünürlerin felsefi ve siyasi yorumlarında hangi ülkede insanlar nefsani şehvetlerini tatmin etmekte daha fazla özgürse, o ülke daha özgür ülke sayılır. Ancak İslam’ın ifade ettiği tevhidi dünya görüşünde varlığın ekseni Allah Teâlâ’dır ve özgürlüğün esas temeli de tevhittir. Tevhit, Allah’ın yegane olduğuna inanmak ve Allah’tan başkasının hakimiyetini reddetmektir. Buna göre İslam’da özgürlük, insanın Allah’a kulluktan başka her türlü kayıttan ve şarttan bağımsızlığıdır. Bu konuda İmam Ali –s– şöyle buyurur:
Başkasının kulu olma, çünkü Allah seni hür yaratmıştır.
Yüce Allah Kur'an'ı Kerim’de de cinleri ve insanları ancak kendisine tapmak üzere yarattığını buyurur. Dolaysıyla insanlar birbirine karşı hür olduğu gibi Allah Teâlâ’ya karşı kulluk konumundadır.
İslam dininde özgürlüğün temeli, insanın şanına yakışan ideal kemale ermektir. İslam açısından ise insanın şanına yakışan kemal mertebesi, kulun Allah katına yakınlaşması ve ebedi saadetine vesile olan O’nun rızasını kazanmaktan başka bir şey değildir. Buna göre yüce Allah insanların içine bazı yetenekler yerleştirmiştir ve insan ancak bu yetenekleri kullanarak ve geliştirerek ebedi saadete nail olabilir. Bu yetenekler ise özgürlük olmadan filizlenemez. Nitekim özgürlük sayesinde insanda kemaltaleplik, hakikat arayışı ve adalettaleplik duyguları uyanır. Bu konuda İranlı büyük düşünür Şehit Mutahhari şöyle diyor:
Bir çok Batılı filozofun düşündüğünün aksine özgürlüğün temelini oluşturan ve saygı duyulması gereken şey bireyin heva ve hevesi ve iradesi değil, asıl yaratanın kemale ermek üzere insana sunduğu yetenektir.
Batılı düşünce özgürlüğün sadece dış engellerini gözetlemektedir. Örneğin devlet, sosyal kurumlar, dış baskılar ve başka kişiler bireyin isteklerinin gerçekleşmesini kısıtlayamaması gerekir. Ancak İslam’da dış engellerin dışında özgürlüğün gerçekleşmesinde iç engeller de gözetilmiştir. İç engeller ise bilinen çirkin sıfatlar ve ahlaki rezilliklerdir. Bu iç engeller insanı şiddetle kısıtlar ve dış engellerden daha da önemlidir. Öte yandan iç engelleri bertaraf etmek, dış engelleri bertaraf etmekten daha zordur. Gerçekte ancak daha önce iç etkenlerini bertaraf eden ve kendi gönlünde ve ruhunda hür olmayı başaran insanlar dış engelleri bertaraf ederek özgürlüğü kısıtlayanları dize getirebilir. Dolasıyla İslam’da hür insan, sadece dış etkenler değil, iç engeller de özgürlüğüne engel olamayan ve nefsine ve ahlaki rezilliklere galip gelerek insanın şanına yakışan özgürlüğe kavuşan insandır.
İslam dininde üzerine sık sık vurgu yapılan takva ve tezkiye gerçekte özgürlüğü engelleyen iç engellere galip gelmektir. Takva insanın kendini heva ve heveslere ve cahilliğe ve sapmalara karşı korumasıdır. Tezkiye de insanın kendini ruhi ve kalbi fesattan ve kötülüklerden arındırmasıdır. Takva ve tezkiye sıfatlarına kavuşan insan gerçekte hürdür ve böylece dış engellerin de üstesinden gelebilir.
Batı’nın özgürlük anlayışı ile İslam’ın özgürlük anlayışı arasındaki bir başka temel farklılık, özgürlüğün sınırlarıdır. Hiç bir toplum mutlak özgür sayılamaz, çünkü her kanun öz itibarı ile özgürlüğü kısıtlayıcıdır. Batı’da kanun sadece toplumu düzenlemek ve yönetmek için çıkarılır ve böylece insanlar sosyal arenada hiç bir engelle karşılaşmaksızın isteklerine azami derecede kavuşabilir.
Ancak İslam dininde özgürlüğün sınırı sadece başkalarının özgürlüğü değildir ve toplumun diğer bireylerinin özgürlüğüne ve çıkarlarına uymaktan başka bireyin kendi çıkarları da tehlikeye girmemesi gerekir.
Beşeri yasalarda insan başkalarının çıkarlarını tehlikeye atmama konusunda cüz’i yükümlülükleri vardır. Ancak İslam yasalarında bir insan hür olduğunu bahane ederek başkalarının haklarını tehdit edemediği gibi özgürlük bahanesi ile kendi çıkarlarını da tehlikeye atamaz.
Bu yüzden İslam dininde intihar etmek veya kendi kendine zarar vermek ve dünyevi ve uhrevi çıkarlarını heba etmek de yasaktır.
Gerçi İslam yasalarında hiç kimse başkasının özel yaşamına müdahale edemez. Bu yüzden kişisel çıkarlara zarar vermek hukuki açıdan ceza gerektirmez, fakat insan bu konuda Allah Teâlâ’ya karşı sorumludur ve ilahi mahkemede hesap vermesi gerekir.
Demek İslam açısından birey özgürlüğü ne kendisinin ve ne de başkasının çıkarlarına zarar vermelidir. Ancak tevhidi dünya görüşünde bireyin çıkarları sadece maddi çıkarlarla sınırlı olmadığı da belirtilmelidir. İnsanlar maddi dünyada sınırlı yaşamın ardından ebedi yaşamına başlar ve o ebedi dünyada saadeti veya şakaveti bu dünyadaki amellerine ve davranışlarına bağlıdır. Dolaysıyla bu bakış açısında insanların özgürlüğünün sınırlarını belirlemek, büyük oranda insanın amelleri ile ebedi saadeti arasındaki ilişkiye bağlıdır ve İslam yasaları da insanların dünyevi ve uhrevi maslahatları doğrultusundadır. Bu yasalar, insan yaşamını doğum ve ölüm arasındaki evre ile sınırlı gören ve dünyada eğlenmekten daha üstün bir çıkar tanımayan beşeri yasalarla kesinlikle farklıdır.
İslam açısından insan tekvini bakımdan hür yaratılmıştır, şöyle ki her ameli yerine getirmek için seçim hakkına ve hür iradeye sahiptir ve hiç bir ameli yerine getirmek için zorunluluğu söz konusu değildir. Fakat tekvini özgürlüğün sonucu, insanın her fiili yerine getirmek veya her inancı benimsemek için hakkı bulunduğu değildir. Yüce Allah Kur'an'ı Kerim’de şöyle buyurur:
Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.
Dolaysıyla hak yolu ve saadet yolu, Allah Teâlâ vahiy yoluyla ve peygamberlerin aracılığı ile insanlara gösterdiği yoldur. İnsan gerçi yaratılış itibarı ile seçim hakkına sahiptir ve istediği yolu seçebilir, fakat teşrii açıdan hak yolunu seçmesi gerekir. 015