Eylül 24, 2019 22:10 Europe/Istanbul

Dünyamızdaki tüm insanlar iyi bir hayat sürdürmek istiyor. Ancak iyi yaşmak için içimizden başlayan değişikliklere ihtiyacımız vardır.

Bakış açımızı değiştirerek, iyi huylar edinip bu özellikleri içselleştirip, kötü huyları bırakarak Allah'a tevekkül edip ondan ümit gözleyerek enerji dolu neşeli bir şekilde daha iyi anları yaşayabiliriz. 

Geçen bölümde aile ortamında, kişisel anlamda sadakatin hayattaki önemi  ile ilgili konuştuk. Şimdi de sadakatin toplumda, iş yeri vb. toplumsal alanlardaki etkilerini gözden geçirmeye çalışacağız. 

Doğru söyleme ve sadakatli olmak insani ilişkiler sürecinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu anahtar rolü görmek ve duymak mümkün olmasa da ancak toplumsal ilişkilerdeki etkisi derin ve yapıcıdır. Bir ilişki sadakat ve şeffaflıktan yoksunsa kuşkusuz ya kesilecek ya da yarım yamalak bir şekilde, muğlak ve sağlıksız kalacaktır. Bir kişi kasten veya kasıtsız olarak şeffaflıktan uzaklaşıp yalana sarılırsa karşı taraf onu yanlış anlayıp kuşkuya düşüp tahminlere ve kestirmelere baş vurmak zorunda kalıp gerçeklerden uzaklaşır. İnsani ilişkilerde muğlaklık ve sadakatsizlik kişisel ve toplumsal sorunlar ve sıkıntıların en önemli kaynaklarından sayılır. 

Maalesef kimileri sadakat ve doğru söylemenin sadece ahlaki bir mesele olduğunu düşünüyor. Bu yüzden böyle düşünen kişiler toplumsal sorunlar ve sıkıntıların incelenmesi alanında  sadakati marjinalleştirmek istiyorlar. Ancak sadakatin diğer iyiliklerin temeli, yalancılığın ise tüm kötülüklerin anahtarı olduğunu söylemek gerekir. 

Biz çoğu zaman sorunlar ve sıkıntıların çözülmesi, çelişkiler ve tezatların giderilmesi, bilgi aktarımı, kendimizi iyi anlamak ve toplumsal ihtiyaçlarımızı gidermek için bir birimiz ile ilişki kurarız. Halbuki bir ilişkiye yalan ve hile karışırsa anılan hedeflerin hiçbiri gerçekleşmeyecektir. 

Yalan dolu bir toplumsal ortamda güvensizlik de kök salıp ilişkiler sonuçsuz ve kuşku dolu arkadaşlıklara dönüşür. Bu sağlıksız ilişkinin sonucu ise çekingenlik, maslahatçılık, hilecilik ve nihayetinde de düşmanlıktır. Örneğin bir devlet kurumu veya idaresini düşünün. Çalışanlarının en üst kademeden en alt kademeye kadar doğrulardan kaçan  bir idarede yalancılık gelişmenin sebebi gösterildiği takdirde neler yaşanacaktır? 

İlk etapta böyle bir kurumda memurlar psikolojik huzurlarını kaybedeceklerdir. Çünkü meslektaşlarına karşı güvensizlik duymaktadırlar. Aslında yalancılık, fitnecilik, yalakalık, abartma, dedikodu, hile, fırsatçılık ve onlarca kötü özelliğe de temel oluşturur. Böylece böyle bir kurumda tüm bu kötü özellikler de ortaya çıkıp tüm insani ve ahlaki değerler yok olur. 

General Electrics şirketinin üst düzey yöneticisi Jack Welch ise bu konu hakkında şöyle düşünüyor: "Değerlerimiz İlkelerimizdirler. Sadakat, saygı, takım çalışması, yardımlaşma ve doğru çalışma bizim değerlerimizdir. Bu değerlerin her biri belli bir düzeyde geliştirdiğimiz teknolojide ve şirketimizin gelecekte başarılı olmasına önem taşımaktadır. Yönetim kuruluna hakim olan ahlaki ilkeler ve değerler de fabrikada veya atölyedekilerle farklı olmamalıdır. Kurumsal ve insani değerlerin menzili en üst düzeyden en alt düzeye kadar uzanmalıdır. Böyle bir çalışma faaliyeti sadece çalışanlar için değil hissedarlar, müşteriler ve toplum için de sürdürülebilir değerler yaratacaktır."

Evet arkadaşlar ahlaki ilkelere özellikle de sadakat ve doğru çalışmaya ihtiyacı olmayan hiçbir özel ve kamu şirketi veya kurumunu düşünmek mümkün değil. 

Jack Welch bakış açısından çalışanların ve memurların ahlaki davranışları, şirketin ortamından kaynaklanan değerlere bağlıdır. Örneğin bir kurum, yalancı, hilekar veya kuralsız çalışanlarını terfi ettirdiği zaman veya onları methettiği zaman ahlak dışı davranışların daha verimli olduğu kanısı yaratılır. İşte böyle bir ortamda kurumlarda ahlak dışı ilkeler kök salıp doğru söyleme ve sadakat değersiz bir konuma gelir. 

Nöroloji uzmanları doğru söylemenin insanın psikolojisindeki sağlığında hayret verici etki yarattığına inanıyorlar. Psikologlar ise bu hususta şöyle diyorlar: "İnsan ne kadar az yalan söylerse bir o kadar ruhsal ve fiziksel sağlığını arttırmış olur." 

Dikkat çekici nokta ise yapılan araştırmalarda dinamik olma, meyve ve sebze yemenin insanın sağlığına yardımcı olmasının yanı sıra yalan söylemekten sakınmanın da vücut ve ruh sağlığına yararlı olması gerçeğinin ispatlanmasıdır. Başka bir deyiş ile yalan söylemekten kaçınan insanların fiziksel ve ruhsal sağlığı yalan söyleyenlere göre daha iyi bir durumdadır. 

Araştırmacılar 110 gönüllü kişi üzerinde yapılan analizler sonucunda, hatta maslahat için yalan söylemekten sakınan kişilerin kolay kolay yalan söyleyenlere göre daha az baş ağrısı, boğaz ağrısı, ızdırap ve diğer fiziksel ve ruhsal sorunları yaşadığını bildirmişlerdir. Ayrıca uzmanlar yalan söylemenin bilişsel bakımdan da fiziğinize zarar verdiğini ispatlamıştır. Bunun sebebi de beynin her yalan söylediğinizde daha fazla işlemler yapması gerektiğidir. Kasten yalan söyleme ise beyin için yorucu ve bıktırıcı bir süreçtir. Her daim gerçeklere dayalı bir hikaye hazırlığı yapması gereken bir yalancı uzun süreli olarak kendisinin yarattığı sahte bilgilerden kurtulamaz. Bunun sonucunda ise böyle bir insan sürekli yeni sorunlarla karşı karşıya gelip beyni hep yeni sıkıntılarla karşılaşacaktır. 

İşte bir toplumun hakimlerinin davranışları da milleti etkilemektedir. Bir toplumun yetkilileri ve sorumlularının sadakatli ve doğruluğu halinde pak ve şeffaf bir ortam yaratılır. Bu da halk arasında doğru söylemeyi yaygınlaştırır. 

Geçmişteki toplumlardan geri kalan tarihi kanıtlara baktığımızda bu hususta önemli ibret verici dersler çıkarmak mümkün. Toplumlar, güvenden uzaklaşma, sadakatsizlik, kişisel çıkarların kolektif çıkarlara üstün tutulması ve ahlaki değerlerden uzaklaşarak kötü bir sonla cezalandırılmışlardır. Böyle toplumlarda yalancılık kötü ve ayıp sayılmadığı gibi artık sadakat için bile boş yer bırakmayacak kadar ilerlemiştir. 

Toplumda, yalan, hile, dolandırıcılık ve üç kağıtçılık var olduğu, günlük hayatta görüldüğü sürece ahlaki olmayan bir konu sayılmadığı sürece böyle bir toplumun siyasi, toplumsal ve ekonomik olarak iflah olması mümkün değildir. 

Şimdi ise birçok toplumda yetkililerin halklarına rahatlıkla yalan söylediği böylece toplumlarında insanı insan yapan güzel değerler ve inançları yok ettiğine şahitlik ediyoruz. Sadakat ve doğru söyleme özellikle de ekonomi ve ticaret, yönetim, halkla etkileşimleri gibi toplumsal alanlarında çok önemli bir yere sahiptir. 

Olur da bir toplum şeffaflıktan ve doğruluktan uzaklaşırsa daha fazla sorunlar ve sıkıntılar ile karşı karşıya kalacaktır. İnsanoğlunun hayatının gerçekleri ve de bilimsel, pratik ve tarihi tecrübeleri bir toplumda ahlaki davranışlar ve toplumsal ilişkilerin sadakat ve doğruluğa dayanarak inşa edilmesi toplumun bireylerinin güvenlik, barış, huzur ve mutluluk içinde hayatlarını sürdüreceğine yol açacağını göstermektedir. 

İnsanların birbirine ve de yönetime yönelik sürdürülebilir güven duygusu, sadakat ve doğruluğa dayanarak inşa edilebilir. Bu hissin hakim olduğu bir toplumda vatandaşlar tatmin edici ruhsal ve fiziksel bir ortamda yaşayıp kendilerini özgüvenli ve moralli hissederler. Böylece her birey toplumsal faaliyetlerde aktif bir şekilde rol alır. Böyle bir toplumda insanlar, kişisel çıkarlarını kamu çıkarlarından üstün görmezler. İşte sadakat ve doğruluk aydın bir gelecek vadedip halk ve yetkililer için çok değerleri temel ihtiyaçlar sayılır. 

Toplamda sadakat ve doğruluğun yayıldığı zaman herkesin daha iyi yaşamasına yol açacak hoş koku olduğunu söylemek mümkün.