Nisan 24, 2016 07:18 Europe/Istanbul

Batı’nın İranofobi projesinde izlediği hedeflerden biri, bölgede İran olmaksızın bir güvenlik tertibatı kurmaktır.

Amerika İran ,Hizbullah, Suriye ve Lübnan’dan oluşan eksenin karşısında korsan İsrail ve bölgenin diğer Arap rejimlerinin yer aldığı bir eksen kurmak istiyor. Amerika bu çerçevede ve sözde demokrasi adına Irak topraklarını işgal etti.

Siyaset meseleleri uzmanı Richard Hass yeni Ortadoğu adlı makalesinde şöyle diyor: Batı İran’ın bölgesel bir güce dönüştükten sonra bölge dışı güçleri bölgeden atmak ve kendisi onların yerini tutmak ve bölgedeki diğer devletlerini kendi politikalarını benimsemeye zorlamak istediğini düşünüyor. Bu yüzden Batı’nın bölge ülkelerinin yardımı ile İran’ın gücünü kontrol altına almak istemesi ve İranofobi projesini yürütmesi doğaldır. Bölgesel güvenlik tertibatı bağlamında en yeni çabaya Arabistan’ın çabasını örnek vermek mümkün. Kuşkusuz bu tür ittifakların ve bölgede güvenlik tertibatının en önemli amaçlarından biri İslamî İran’ın bölgesel rolünü engellemektir.

Amerika’nın bölgede yürüttüğü İranofobi projesi bazı Arap liderlerin İran’a karşı tavır koymasına ve şimdiye kadar eşi görülmemiş bir şekilde Batı’dan silah alımına yönelmelerine yol açtı. 2007 yılında Arabistan’a 20 milyar dolarlık silah satışı İran’ın bölge ülkelerine tehdit oluşturduğu yaftası ile haklı gösterildi.

Öte yandan Amerikan kongresi de Fars körfezi ülkeleri ve siyonist rejime silah satışı ve askeri yardımları onaylayarak bu doğrultuda adım atmaya başladı. Gerçekte İranofobi stratejisi Arap rejimleri İran ile silah yarışına sokmak içinde ve Washington bu yoldan ve sattığı silahlardan büyük rant elde etti.

Amerika ile Arap rejimlerin arasında imzalanan milyarlık anlaşmalara göre Amerika Arabistan, BAE, Umman ve Kuveyt gibi bölge ülkelerine F 15 ve F 18 savaş uçaklarını ve diğer ileri teknoloji askeri teçhizatı on yıllık bir süre içerisinde teslim etmesi gerekiyor. Anlaşmalarda ayrıca Amerika’nın satıştan sonra on ila yirmi yıllık sürelerde sattığı silah ve askeri teçhizatın bakım ve onarımı gibi durumları da üstleniyor ki bu da anlaşmanın esas tutarından başka bu dört ülkenin Amerikalı firmalara 500 milyar dolar daha ödemeleri gerektiği anlamına geliyor.

Bir süre önce Washington Post gazetesi, Pentagon Arabistan’a 60 milyar dolar silah satışı anlaşmasından başka bu ülkenin deniz kuvvetlerini modernize etmek ve füze savunma sistemlerine donatmak için müzakere ettiğini yazdı. Fars körfezinde yer alan Arap emirliklerinde füze savunma sistemi yerleştirilmesi ve yüklü silah satışı anlaşmaları bu doğrultusunda değerlendirilmesi gerekiyor.

Batı bu karmaşık süreçte aynı zamanda bölgede aşırı psikolojik atmosferi oluşturarak, İran İslam Cumhuriyeti yapısında köklü değişiklikler yapmak istiyor ve eğer köklü değişiklik yapmak mümkün değilse, en azından İranlı devlet adamlarının davranışlarını kendi isteğine göre düzeltmek ve değiştirmek istiyor.

BM güvenlik konseyinin İran aleyhinde çıkardığı en geniş kapsamlı kararnamesi olan 1929 sayılı kararnamesi de bu komplonun bir parçasıydı.

Bu süreçte ABD’nin İran İslam cumhuriyetine karşı izlediği strateji, İslamî ideolojiyi siyasi ve iktisadi arenalarda ve İslamî İran nizamında yetersiz göstermektir. Bu strateji ise uydu kanalları, sanal ortam ve Batı medyası üzerinden yürütülüyor. Bu süreçte Batı İran’ı bölge ülkelerine yönelik tehdit gibi göstermek ve İran’ın bölge genelinde uygulamalarını karalamak ve İran’ı bölge sorunlarının baş sebebi göstererek bölgedeki askeri varlığına meşruiyet kazandırmak ve bölge ülkelerine silah satışını sürdürmek istiyor.


Batı’nın İslamofobi projesini uygularken izlediği en önemli taktiklerden biri ve belki de en önemlisi, terörü bir malzeme gibi kullanmak ve Batılı milletleri İslam dinini terörist bir din gibi göstererek korkutmaktır. Kuşkusuz Batı asla terör örgütlerini tamamen yok etmek istemiyor, zira terör örgütleri bir çok durumda Amerika’nın bölgesel çıkarlarına hizmet ediyor. Terör örgütlerinin bir hizmeti Batı’nın izlediği İslamofobi projesidir ve özellikle tekfirci IŞİD terör örgütü bu projeye büyük hizmet sunmuştur. Bölgenin bazı irticai rejimleri de Batı’nın hizmetinde terörün yayılmasına katkı sağlıyor.

Bir süre önce baz uzmanlar Londra’da düzenlenen İslamofobi konferansında Batı’nın izlediği sultacı politikalar müslümanlara karşı kin ve nefret duygusunu körüklediğini belirterek, IŞİD’in de soğuk savaştan sonra Batı’nın projesi nitelediler.

California eyaletinin ırk etüt uzmanı Ramon Grosfugel, İngiltere İslamî insan hakları komisyonu tarafından düzenlenen “İslamofobi, ırkçılığın değişen yüzü” başlıklı konferansta yaptığı konuşmada, İslamofobiyi Batı’nın sultacılığı ve çıkarcılığının sonucu niteledi ve soğuk savaş sona erip sovyetler birliği dağıldıktan sonra Batı kendine yeni bir farazi düşman, yani IŞİD’i ürettiğini belirtti. Amerikalı uzman IŞİD elebaşılığındaki tekfirci çetelerin Ortadoğu ve ayrıca Avrupa’da terör saldırılarını arttırmak ve istikrarsızlık yaratmakla şimdi Batı’nın yeni düşmanı olarak tanıtıldığını ve Batılı devletler de bu bahane ile kendi çıkarlarını temin ettiğini vurguladı.

Paris’te düzenlenen terör saldırılarından sonra Amerika’da başkanlık adayları da bu olaydan seçim kampanyalarında yararlanmaya başladı. Cumhuriyetçi partinin aday adaylarından Donald Trump bir konuşmasında Amerika’da camileri kapatmakla hiç bir sorunu olmadığını belirtti. Trump, 11 eylül 2001 olayları New Jersey eyaletinde müslümanları sevindirmekle kalmadığını dünyada tüm müslümanları sevindirdiğini iddia ederek küstahça bir şekilde müslümanları da vahşi ve barbar niteledi.

Batı İslam ve İran karşıtı haberleri yayınlamanın yanı sıra Hollywood filmleri de İslamofobi ve İranofobi projelerini yürütme yönünde hizmet sunmaya başladı, öyle ki Batı sinemasında müslümanlar ister Arap, ister başka ırktan olsun, şer ve kötü insanlar olarak tanıtıldı.

Aslında bir çok Hollywood filmi 80’li yıllarda Batı’nın İslamofobi projesinin tercümanıdır ve 90’lı yıllarda Hollywood’un müslümanlara karşı ağzı daha da sertleşmiş ve 80’li yılların hortlakları ve devleri Batılı toplumları hedef alan müslüman teröristlere dönüşmüştür. Gerçek yalanlar adlı James Cameron’un eseri bu filmlere bir örnektir. Nitekim 2000 yılından sonra İslam ve Batı arasındaki savaşı görüntüleyen bir çok eser yapıldı.

Hollywood sinemasının 11 Eylül olaylarından sonra üstlendiği bir görev de muhatapları arasında İslamofobiyi körüklemektir. Bu filmlerde psikolojik savaş taktikleri kullanılarak muhatapların İslam karşıtı eserlerde gerçekleri görme yeteneği yok ediliyor.

Batı medya savaşını yürüterek aslında İslamofobi projesinde izlediği hedeflere ulaşmak için diğer imkanlardan daha az yararlanmak istiyor. Son yıllardı medya savaşında ise en çok sanal ortam ve sosyal paylaşım siteleri kullanılıyor ve İslam dini ve ilkeleri hakkında yaratılan şüpheler sosyal paylaşım siteleri üzerinden telkin ediliyor ve müslümanların ve şiilerin inançları hedef alınıyor.

Öte yandan bölgede şii sünni ihtilafını körüklemek de Batı – siyonizm ittifakının izlediği bir başka stratejidir. Maalesef bazı Arap ve İslam ülkeleri ve Vahabi örgütler de bilinçli bilinçsiz, Batı’nın piyadesi görevini yürütüyor ve böylece korsan İsrail’in hedeflerine daha da yaklaşmasına hizmet ediyor. Aslında bugün El-kaide terör örgütü ve Arap hamileri ile siyonist İsrail arasında yazılmamış bir anlaşma bulunuyor.

İslam dünyasının içinde savaş çıkarmak da İslamofobi projesi çerçevesinde izlenen en yaygın tekniklerden biridir. Batı bu taktikten yararlanarak müslümanları birbirine düşürüyor ve sözde İslam medeniyetinin içinde çatışma çıkarıyor ve böylece evvela istikbara karşı birleşmelerini engelliyor ve ikincisi de siyonist rejimle mücadeleyi müslümanların gündeminden uzaklaştırıyor.

Genelde Amerika İran İslam Cumhuriyeti ile mücadelesinde genel diplomasi arenasında bir kaç stratejik hedef izliyor. İslam’dan ve İslam cumhuriyetinden korkunç bir imaj yaratmak ve bunu özellikle Batılı ülkeler ve bölgedeki Arap rejimler başta olmak üzere dünya kamuoyuna yutturmak, İran’ı bölgede ve dünyada şer ekseni göstermek, siyasi İslam’ın toplumu yönetemeyeceğin telkin etmek ve meşruiyetini sorgulamak, İran’ı bölgedeki hükümetlerin karşıtlarının hamisi olarak tanıtmak ve ayrıca İran’ı terörü desteklemekle suçlamak, bu hedeflerden bazılarıdır.

İran ve 5+1 arasında imzalanan nükleer anlaşmadan sonra bazı uzmanlar Batı’nın İran’a karşı diplomasisi değiştiğini gündeme getiriyor. Ancak gerçekte İran ve Batı arasında bir çok sorun çözüm bekliyor. Batı İran’ı insan hakları ihlalleri, teröre destek, Ortadoğu barışına karşı çıkmak gibi konularla suçluyor. Batı bu yüzden teröre destek ve insan hakları ihlalleri gibi bahanelerle İran’a dayattığı yaptırımları sürdürmek istiyor. Gerçekte Batı bu tür girişimleri ile İran İslam cumhuriyetini boyun eğmeye zorlamak istiyor. Oysa bütün dünya Amerika’nın insan hakları alanında korsan İsrail’in mazlum Filistin milletine karşı cinayetleri veya Arabistan’ın mazlum Yemen milletine karşı cinayetleri karşısında sustuğunu ve teröristlere mali ve askeri destek verdiğini çok iyi biliyor.

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei geçenlerde Batılı gençlere hitaben yazdığı ikinci mektubunda ise şu ifadelere yer verdi:

Maalesef tüm bu şiddet olayları sürekli bazı büyük güçlerce çeşitli yollardan ve etkili bir şekilde desteklenmiştir. Bugün Amerika’nın El-kaide ve Taliban ve onların şom uzantılarının türemesi ve güçlenmesinde ifa ettiğini bilmeyen seyrek sayıda insan vardır.

Batı’nın terör konusunda izlediği çifte standart tutumunun bir amacı ise teröristlerin bölgede faaliyet sürdürmeleri ve onlardan kendi müdahaleci hedefleri doğrultusunda yararlanmalarıdır.015


Etiketler