Ayetlerin Hikayesi-19
Bu bölümde Ali İmran suresinin 26 ve 27'nci ayetlerinin sebeb-i nüzulünü ele almak istiyoruz.
Bu sohbetimizde demin de değindiğimiz gibi Ali İmran suresinin 26 ve 27'inci ayetlerini ele almak istiyoruz. Önce bu ayetlerin içeriğini dinleyelim. Bu ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:""De ki: "Ey mülkün gerçek sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Hiç kuşku yok sen her şeye kādirsin."
" "Geceyi gündüze katarsın, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Ve dilediğine sayısız rızık verirsin."
Arap cahiliye döneminde ahde vefa etmek toplumsal değerlerden sayılıp sözün tutulmaması çok büyük bir kabahat sayılırdı. Allah Resulü de aynı değerden yararlanarak Muhacirler ve Ensar arasındaki kardeşlik anlaşmasının ardından Medine'de yaşayan Müslümanlar ve gayrı Müslimler arasında genel bir anlaşma sağlayarak medeni toplumda dostluğun ve sinerjinin, aşiret bağnazlıkları yerine geçmesini sağladı.
Bu anlaşmaya rağmen Yahudiler Müslümanlara verdikleri sözleri hızla ihlal ettiler. İlk ahde vefasızlığını sergileyen grup Beni Kaynuka' Yahudileri oldular. Medine'nin dışında kuyumculuk ve demircilikle geçinen bu Yahudiler Müslüman bir kadına taciz etmeleri ve başka bir Müslümanı öldürmeleri ardından Şam'a sürgün edildiler.

İkinci ihlalci grup ise Allah Resulüne suikast planı yapan Beni Nazir Yahudileri idiler. Bu sinsi plana rağmen Allah Resulü bu komplodan haberdar olup onları Medine'den ihraç etti. Bunun ardından Beni Nazir Yahudileri Medine'nin 165 kilometre uzaklığında olan Hayber bölgesini ikamet etmek için seçtiler. Onlar Medine'ye yakın olmak sureti ile Arap kabilelerini başta da Kureyşlileri Allah Resulü aleyhinde ayağa kaldırmak fırsatı kolluyorlardı.
Bu durumun ardından bu Yahudi grup Medine'de yaşayan bir başka Yahudi azınlık olan Beni Kurayza ile birleşip ardından Mekke'deki Kureyş aşireti liderleri yanına gidip Müslüman aleyhindeki bir savaşın planını yaparak onlara Müslümanlar ile savaşta her türlü yardımı verecekleri güvencesini verdi.
Allah'a tapma ve tevhidin köklerini kazımakta azimli görünen Kureyş liderleri ise Yahudilerin bu komplo önerisine sıcak baktı ve onlar ile Hz. Muhammed saa aleyhinde savaş konusunda anlaşmaya vardı. Müslümanlar ile uzun süreli çatışmaları yüzünden yorgun düşen ve diğer taraftan da Kureyş dini ve putperestliğe yönelik inançları sarsılan Kureyş ordusu ise tereddüt göstermekte idi.
Böyle bir ortamda Kureyşliler Yahudiler ile İslam ile mücadele konusunda görüş alışverişinde bulunurken şöyle bir soruyu da Yahudilere yönelttiler:" Siz de Ehli Kitap'tansınız. Bizim inançlarımız ile ilgili nasıl düşünüyorsunuz? Bizim dinimizi Muhammed'inki ile karşılaştırdığınızda ne düşünüyorsunuz? "
Yahudiler kutsal kitapları Tevrat'ta son peygamberin geleceği kehanetini bilmelerine rağmen Allah Resulüne güttükleri kinden dolayı hakkı gözardı ederek şöyle dediler:" Siz Muhammed'den daha iyisiniz. En iyi yolu siz seçmişsiniz. Emin olun ki siz haklısınız ve sizin dininiz onunkinden daha iyidir. "
Kuran-ı Kerim'de ise Nisa suresinin 51'inci ayetinde kesin ve belli bir gerçeğe yüz çeviren ve kafirleri savunan Yahudiler yerilerek şöyle buyrulmuştur:" «أَ لَمْ تَرَ إِلَى الَّذِینَ أُوتُوا نَصِیباً مِنَ الْکِتابِ یُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَ الطَّاغُوتِ وَ یَقُولُونَ لِلَّذِینَ کَفَرُوا هؤُلاءِ أَهْدى مِنَ الَّذِینَ آمَنُوا سَبِیلًا
" Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve bâtıla iman ediyorlar, sonra da kâfirler için "Bunlar Allah’a iman edenlerden daha doğru yoldadır" diyorlar."
İşte Kureyşliler Yahudilerden övgüleri duyunca kendi batıl inançlarına daha da güvenmeye başlayıp Yahudiler ile işbirliğine yönelip Müslümanlar ile savaşa hazırlandılar.
Müslümanlara karşı hazırlanan Yahudiler ve Kureyşliler bir kaç gün içerisinde büyük bir ordu hazırladılar. Bu ordu Mekke'den yola çıktığında Ebu Sufyan ordunun başında idi. Yolda ise farklı Arap kabilelerinden bazıları onlara katıldı. Böylece 300 atlı, 1500 develi 10 binlerce savaşçısı ile büyük bir sel gibi Medine'ye doğru hareket etti.
Allah Resulü Mekke'den büyük bir ordunun Medine'ye doğru hareket ettiğini duyunca yarenlerini çağırıp onlar ile istişarede ve görüş alışverişinde bulundu. Bu sırada Selman Farisi şehrin etrafında hendeklerin kazılmasını önerdi ve şöyle dedi:" Ey Allah Resulü! İran şehirlerine büyük bir ordu saldırdığında halkın yeterli direnme gücüne sahip olmadığında hendekler kazılırdı ve böylece düşmanların saldırı yolu kapatılırdı. Şimdi de bence Medine etrafında hendekler kazılması talimatını verebilirsiniz. "
Bunu duyan Allah Resulü bu öneriyi uygun gördü. Diğerleri de Uhud savaşı tecrübelerinden ders alarak bu öneriyi kabul ettiler. Böylece Medine'nin özellikle de Kuzey ve Kuzey Batı bölgeleri etrafında hilal şeklinde hendeklerin kazılması kararlaştırıldı.
Böylece Medine etrafında büyük ve derin çukurlar ve hendeklerin kazılmasına başlandı. Allah Resulü bu görevi halk arasında paylaştı. Bir kaç kişi için belli alan tayin edildi. Allah Resulü kendisi bile kazmaya başladı. Allah Resulü Hz. Muhammed saa'in çalıştığını gören Müslümanlar tüm sorunlar ve zorluklara rağmen aç karınla bile kazma kürekle taşları ve toprakları delerek daha hızlı bir şekile çalışıyorlardı.
Selmani Farisi'nin de içerinde bulunduğu bir kaç kişi belirlenmiş alanı kazdıklarında büyük bir taşa takıldılar. Kazmalar hep kırılıyordu. Ancak taş yerinden kıpırdamıyordu bile. Öbürleri Selma'a dönüp şöyle dediler:" Allah Resulünün yanında git ve durumu anlat. İzin verirse taşı yerinde bırakacağımızı ve hendeği eğri biçimde devam edeceğimizi ya da başka bir talimat vermesini iste. Biz Allah Resulü izni olmadan başına buyruk bir şekilde karar vermek istemiyoruz. "
Selmani Farisi Allah Resulünün yanına varıp şöyle dedi:" Ey Allah Resulü! Çok sert bir taş kazıda karşımıza çıktı. Onu kaldıramıyoruz, kıramıyoruz da. Vurduğumuz her kazma darbesi ile kazma kırılır. Neyi uygun görüyorsanız buyurun da biz onu yapalım. Çünkü biz belirlenen alanın dışına sizin emriniz olmadan çıkmaz istemiyoruz. "
Allah Resulü bunu duyunca Selman'ın söylediği alana gitti. Selman'ın kazıdaki arkadaşları onu bekliyorlardı. Peygamber Efendimiz oraya varır varmaz eline kazmayı alıp hendeğe girip taşa bir darbe indirdi.
Allah Resulünün darbesi ile taşın bir parçası kırıldı ve taş parladı. Hz. Peygamber saa ise " Allahü Ekber" diye yüksek sesle söylendi. Oradaki Müslümanlar da hemen Allahu Ekber diye haykırdılar. Allah Peygamberi tekrar kazma ile taşa vurdu ve taşın bir başka kısmını kırdı. Bu kez de bir taş parladı. Yine Allahu Ekber haykırışları seslendi. Üçüncü kez kazma darbesi geldi ve taş tamamen ezildi, ezilirken de büyük bir parlayış görüldü. Allahu Ekber haykırışları ise orada yankılanmaya başladı.

Taşın kırılmasının ardından Selmani Farisi Allah Resulünü hendekten çıkarmak için elini uzatıp şöyle dedi:" Anne-babam size feda olsun ey Allah Resulü! Öyle bir şey gördüm ki hiçbir zaman görmemiştim. "
Allah Resulü ise halka hitaben şöyle dedi:" Selman'ın dediğini siz de gördünüz mü? "
Herkes " Evet Allah Resulü " diye haykırdı.
Allah Resulü şöyle devam etti:" İlk darbede kazma darbesi indiğinde ortaya çıkan parlayışta Hire ve Kesra Medain'i saraylarını gördüm. Cebrail ümmetimizin oraları ele geçireceği müjdesini verdi. İkinci darbe ve parlayışta ise Romalıların saraylarını gördüm. Ümmetim onları da ele geçirmiş diye gördüm. Üçüncü kazma vuruşumda ortaya çıkan parlayışta ise Yemen'deki Sana saraylarını gördüm. Cebrail Müslümanların oraları da ele geçireceğini söyledi. O zaman ey Müslümanlar! Size bu başarıları müjdeliyorum. "
Müminlerin hepsi Peygamber Efendimiz'in bu kehanetlerini duyunca sevince boğuldular. Sevinen Müslümanlar Allah'u şükretmeye başladılar. Bu arada kimi münafıklar ve iki yüzlüler ise somurttular ve alay edici bir ifade ile şöyle dediler:" Ne kadar boş ve batıl arzular ve hayallerdir bunlar! Hendek kazamıyorsunuz, Kureyş ordusu ile savaşma gücünüz yok ama İran ve Roma gibi büyük ülkeleri mi fethetmek istiyorsunuz?"
Bu sözler devam ettiğinde ise Ali İmran Suresinin 26 ila 27'inci ayetleri indirildi. Allahu Teala bu ayetlerde şöyle buyurdu:" «قُلِ اللَّهُمَّ مَالِکَ الْمُلْکِ تُؤْتِی الْمُلْکَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْکَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِیَدِکَ الْخَیْرُ إِنَّکَ عَلَى کُلِّ شَیْءٍ قَدِیرٌ / تُولِجُ اللَّیْلَ فِی النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِی اللَّیْلِ وَتُخْرِجُ الْحَیَّ مِنَ الْمَیِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَیِّتَ مِنَ الْحَیِّ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَاءُ بِغَیْرِ حِسَابٍ
"De ki: "Ey mülkün gerçek sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Hiç kuşku yok sen her şeye kādirsin."
"Geceyi gündüze katarsın, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Ve dilediğine sayısız rızık verirsin."