Ayetlerin Hikayesi-24
Bu bölümde Al-i İmran suresinin 149 ila 152 ve 179 ile 186'ncı ayetlerinin sebeb-i nüzulünü ela alacağız.
Müslümanlar Hicretin ikinci yılında, Bedir savaşında müşriklere karşı galebe çalmışlardı. Allahu Teala ise Müslümanların gelecek savaşlarda da zaferli çıkacaklarını vadetmişti. Bir yıl sonra Uhud savaşının meydana geldiği sırada Allah Resulü Hz. Muhammed saa dereler ve dağları korumak üzere 50 silahlıyı görevlendirmişti.
İlk başta Müslümanlar gösterdikleri cesaret ve beraber olma duygusu ile zafere kavuştular. Ancak başlangıçta elde edilen zafer dağları ve dereleri korumakla görevli 50 kişi arasında ihtilaflara neden oldu. Bu gruptan bazıları okçu olarak mevzilerini terk edip ganimet toplamak istiyorlardı. Ancak komutanları mevzilerinden kıpırdamamaları gerektiğine vurgu yapıp Allah Resulünün onlara da ganimetlerden paylarına düşeni ayıracağını söyledi.
Söz dinlemeyen askerlerin bazıları dünya düşkünlüklerini gizlemek için şöyle dediler:" Bizim kazanacağımız kesin. Korkarız ki Allah Resulü ganimetler konusunda bizi unutabilir. Bu yüzden kendimiz kolları sıvamalıyız. " Bu sözü edip siperlerini terk edip düşmana gafil avlama fırsatı vererek ganimet toplamaya başladılar. Bu akılsızca girişim ise yenilgi uçurumunda olan düşmanın yeniden ayağa kalkmasına yol açtı. Müşrikler ordusu korumasız kalan hassas bölgelerden tekrar saldırarak İslam ordusuna saldırıp bu kez ağır darbe indirdi. Böylece İslam ordusundan birçok kişi şehit düştü. Böylece Allah Resulü'nün hayatı da tehlikeye düştü ve birçok Müslüman da kaçtı ve İslam ordusu ağır bir yenilgi almış oldu.
İşte Al-i İmran suresinin 161'inci ayeti de bu olay ile ilgilidir. Allahu Teala bu hususta şöyle buyurmuştur:" « وَ ما کانَ لِنَبِیّ أَنْ یَغُلَّ وَ مَنْ یَغْلُلْ یَأْتِ بِما غَلَّ یَوْمَ الْقِیامَةِ ثُمَّ تُوَفّى کُلُّ نَفْس ما کَسَبَتْ وَ هُمْ لا یُظْلَمُونَ:
"Hiçbir peygamber savaşanların hakkını zimmetine geçirmez. Kim böyle bir haksızlık yaparsa kıyamet günü, zimmetine geçirdiğini yüklenmiş olarak gelir; sonra herkese kazanmış olduğunun karşılığı,tastamam ödenir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar."
Allahu Teala bu ayette Peygamberleri ihanet ve zimmetten beraat ettirmiş ve şöyle buyurmuştu: Esasında bu gibi durumlar peygamberlerin konumuna uymuyor. İhanet ve zimmet nübüvvetle örtüşmez. Bir peygamber hıyanet ederse ilahi risaletini yerine getiremez. İşte burada imandaki zafiyet de belirir. İşte Allah Resulünün lakabının emin olduğuna dikkat çekilmelidir.
Böylece Müslümanlar savaşın ardından büyük zayiat ve ağır darbeler ile Medine'ye döndüklerinde bir birlerine şöyle soruyorlardı:" Allah bize fetih ve zafer vaatleri vermemiş miydi? O zaman yenilgi sebebimiz neydi? "
İşte Al-i İmran suresinin 152'nci ayetinde bu yenilgi sebepleri şöyle açıklandı:" وَ لَقَدْ صَدَقَکُمُ اللَّهُ وَعْدَهُ إِذْ تَحُسُّونَهُمْ بِإِذْنِهِ حَتَّی إِذا فَشِلْتُمْ وَ تَنازَعْتُمْ فِی الْأَمْرِ وَ عَصَیْتُمْ مِنْ بَعْدِ ما أَراکُمْ ما تُحِبُّونَ مِنْکُمْ مَنْ یُریدُ الدُّنْیا وَ مِنْکُمْ مَنْ یُریدُ الْآخِرَةَ ثُمَّ صَرَفَکُمْ عَنْهُمْ لِیَبْتَلِیَکُمْ وَ لَقَدْ عَفا عَنْکُمْ وَ اللَّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَی الْمُؤْمِنینَ
"Andolsun ki Allah size verdiği sözü yerine getirdi. Hatırlayın ki O’nun izniyle kâfirleri öldürüyordunuz, ama Allah size istediğiniz zaferi gösterdikten sonra gevşediniz, emre itaat hususunda birbirinizle tartıştınız ve emre aykırı hareket ettiniz; içinizden kimi dünyayı istiyordu, kiminiz de âhireti istiyordunuz; derken Allah denemek için onların karşısında sizi bozguna uğrattı. Sonunda yine de sizi bağışladı. Allah müminlere karşı lutufkârdır."
Uhud vakasından önce Müslümanlar açısından bir Müslüman bir de kafir ve müşrik ayrımı yapılıyordu. Ancak Uhud savaşının ardından münafıkların faaliyetlerine zemin hazırlanması ile Müslümanlar " Münafıklar ve nifak işleyenlerin " kafirlerden daha tehlikeli olduklarını anladılar. Bu kesimin Uhud savaşında hezimete yol açtıkları da belirlendi.
Müslümanların Uhud savaşında görünüşte kaybetmesi ile münafıklar da kendi şeytani düşüncelerini telkin etmek ve Müslümanları İslam'dan uzaklaştırmak için fırsatı uygun gördüler. Bu yüzden Müslümanlara şöyle dediler:" Kaçın ve eskiden taptıklarınıza tapın. İntikam falan diye dert etmeyin. Biz arabuluculuk yapar sizin için Kureyş liderlerinden aman dileriz. "
Savaşın bu aşamasında Müslümanların bazı kesiminin kaçması, İslam ordusunun Uhud savaşındaki kritik yenilgi sebeplerinden biri sayılırdı. Çünkü bu grup direnip okçular gibi meydanı düşmana bırakmasaydı Müslümanların bu savaştaki kaderi de değişip kesin zafer elde edilecekti. Ancak maalesef böyle olmadı.
Bu kaçanlar arasından bazıları ise Uhud dağlarının kayalarının arkasına ve altına gizlendi. Bu kesime Ashab-ı Sahra yani Kaya ashabı ismi verildi. Onlar imanı zayıf olan kesimlerdi. Onlar şöyle diyorlardı:" Keşke biri olsaydı. Onu Abdullah bin Ubbiy'nin yanına gönderip Sufyan'dan aman dileseydik. "
Savaşın ardından ise çocuklar ve kadınların şehit düşen aile üyelerinden dolayı feryat figanları münafıkları daha da küstahlaştırdı. Öyle ki öğüt verme ve merhamet gösterme kılığında zehirletici düşüncelerini yaymaya çalıştılar. Tabii bu hususta Yahudiler ve Hristiyanlar da münafıklar ile işbirliği yaptılar. Böylece psikolojik şartları zorlaştırarak Müslümanları putperestliğe geri getirmek istediler.
Al-i İmran suresinin 149 ila 151'inci ayetleri de bu durumdan dolayı indirildi. Bu ayetler Müslümanların münafıkların yanında yer almamaları hususunda uyarıda bulundu. Bu ayetlerde şöyle buyrulmuştur:" « یَا أَیُّهَا الَّذِینَ آمَنُوا إِن تُطِیعُوا الَّذِینَ کَفَرُوا یَرُدُّوکُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِکُمْ فَتَنقَلِبُوا خَاسِرِینَ. بَلِ اللَّهُ مَوْلَاکُمْ ۖ وَهُوَ خَیْرُ النَّاصِرِینَ. سَنُلْقِی فِی قُلُوبِ الَّذِینَ کَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَا أَشْرَکُوا بِاللَّهِ مَا لَمْ یُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا ۖ وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ ۚ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِینَ:
" ﴾149﴿ Ey iman edenler! Eğer inkâr edenlere uyarsanız, sizi gerisin geri döndürürler de sonra hüsrana uğramış olursunuz. ﴾150﴿ Oysa sizin mevlânız Allah’tır ve O, yardımcıların en iyisidir. ﴾151﴿ Kâfirlerin kalplerine korku salacağız. Çünkü onlar, hakkında Allah’ın hiçbir delil indirmediği şeyi O’na ortak koştular. Onların varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin durağı ne kötüdür!"
Uhud vakası ile ilgili söz edilen son ayet olan Al-i İmran suresinin 179'uncu ayetinde ise genel bir yasaya değinilmiş ve şöyle buyrulmuştur:
« ما کانَ اللَّهُ لِیَذَرَ الْمُؤْمِنِینَ عَلى ما أَنْتُمْ عَلَیْهِ حَتَّى یَمِیزَ الْخَبِیثَ مِنَ الطَّیِّبِ:
" (Ey inkâr edenler!) Allah müminleri, pisi temizden ayırmadan bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir..."
İşte iman ettiğini bildirenler kendi hallerine bırakılmayacağı genel bir ilkedir. Bu kesim de Allahu Teala'nın sınamalarına mazhar olacak ve sonunda da içindeki sırlar perdesi aralanacaktır.
Ancak münafıklar Peygamber Efendimiz'in yumuşak huyluluğu ve uzlaşma gücünün gerçek olmadığını zannediyorlardı. Halbuki Allah Peygamberinin kendisi de şöyle buyurmuştu:" Ben ümmetimi iyi tanıyorum. Tıpkı Adem as'ın ümmetini tanıdığı gibi. Ben kimin bana iman ettiğini kimin kafir olduğunu biliyorum. "
Bu sözleri duyan münafıklar ise Allah Resulünün bu sözleri ile alay edip şöyle diyorlardı:" Muhammed, kimin ona gerçekten bağlı kimin ona kafir olduğunu bildiğini zannediyor. Halbuki biz görünüşte onunla beraberiz. O, bizi tanımıyor. "
Münafıklardan biri ise şöyle dedi:" Muhammed gerçekten insanların içinden ve batınından haberdarsa o zaman gerçekten iman getiren ve kafirleri herkese tanıtsın.
Bu sırada ise Al-i İmran suresinin 186'ncı ayeti indirildi ve münafıklar ile müminlerin safları belirlendi. Bu ayetlerde şöyle buyrulmuştur:" « لَتُبْلَوُنَّ فی أَمْوالِکُمْ وَ أَنْفُسِکُمْ وَ لَتَسْمَعُنَّ مِنَ الَّذینَ أُوتُوا الْکِتابَ مِنْ قَبْلِکُمْ وَ مِنَ الَّذینَ أَشْرَکُوا أَذىً کَثیراً وَ إِنْ تَصْبِرُوا وَ تَتَّقُوا فَإِنَّ ذلِکَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ:
" Andolsun ki mallarınız ve canlarınız konusunda denemeden geçirilirsiniz; şüphesiz sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan birçok üzücü şey işitirsiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız bilin ki bu size gereken davranışlardandır."