Ayetlerin Hikayesi-29
Bu bölümde Tevbe suresinin 107 ila 110'uncu ayetlerinin sebeb-i nüzullerini ele alacağız.
Bir grup, Ebu Amir etrafında toplanmış onun sözlerini dinliyordu. Ebu Amir zühdü ve ibadeti ile bilinen bir kişi olup Tevrat ve İncil hususunda da tam uzman bir kişi idi ve Kutsal Kitap öğretilerinden yola çıkarak Ahir Zaman peygamberinin zuhurundan söz ediyor ve insanları müjdeliyordu. Kendisi de sabırsız bir şekilde son peygamberin gelişini bekliyordu.
Günlerden bir gün Ebu Amir insanlara konuştuğu zaman bir gürültü çıktı. Bir kaç kişi olup bitenleri ve bu kadar gürültüyü yerinde incelemek için ayağa kalktı. Yavaş yavaş sular duruldu. Ebu Amir ise şöyle sordu:" Dışarıda neler oluyor? " Senin hep Tevrat ve İncil'den yola çıkarak sözünü ettiğin peygamber, müjdelediğin kişi bizim şehrimize gelmiş ve dininin en mükemmel din olduğunu, bizim de son peygamber olan kendisine iman getirmemizi istiyor. "
Günler geçti. Her zaman ruhban Ebu Amir'in sözlerini dinlemek için onun etrafında toplanan kişiler şimdi de Allah Resulü Hz. Muhammed saa'in sözlerine vuruldular. Artık kimse Ebu Amir'e ilgi duymuyordu. Ebu Amir haset etmeye başladı. Artık bu umursamazlık ve gözden düşmüşlüğe tahammülü yoktu. Bir dönem insanların ilgi odağında yer alan kişi şimdi de tenhalarda geziniyordu.
Bu haset ve kıskanma duygusu Ebu Amir'i cinnet geçirircesine delirtti. Günlerden bir gün Allah Resulü'nün yanına gitti ve şöyle sordu:" Getirdiğin din nasıl bir din? " Allah Resulü ise şöyle buyurdu:" İbrahim Hanif dinini getirdim. " Ebu Amir " ben de aynı dindenim ancak bu dinde olmayanlardan da bahsediyorsun. " dedi. Allah Resulü ise " böyle değil, ben bu dinin özünü ve katkısızını getirdim. " diye buyurdu.
Ebu Amir tam bir küstahlık içerisinde " Tanrı, yalancıyı gurbette, ötelenmiş, yapayalnız bir şekilde öldürsün de görelim! " dedi. Allah Resulü ise amin dedikten sonra şöyle buyurdu:" Allah, yalan söyleyeni senin dediğin gibi yapsın. " Bu konuşmanın ardından ise Allah Resulü Ebu Amiri, fâsık olarak lakaplandırdı.
Bedir savaşı sonrası Ebu Amir kendi aşiretinden bir kaç kişi ile beraber Mekke'ye kaçarak bu şehrin müşriklerini hep Allah Resulü ile savaşmaya davet edip onları kışkırtıyordu. Ebu Amir'in Uhud savaşının baş göstermesinde de rolü oldu. Onun talimatı üzerine savaş sırasında kazılan çukurların ve hendeklerin birine kazara Allah Resulü de düştü ve alnı yaralanıp mübarek dişi de kırıldı. Ebu Amir'in oğlunun ise yeni evlenmiş bir damat olarak Allah Resulü ordusunda yer alması ve yüce şehadet mertebesine ulaşması, bu hususta ilgi çekici başka bir noktadır.
İslam'ın Arap yarımadasında yaygınlaşması ile Ebu Amir ise Tâif'e gitti. Ancak bu halkın da İslam getirmesi ile hemen bu şehri de terk edip Roma Kralı, Herkol şehrine kaçtı ve İslam'a karşı durmak için onlar ile işbirliği önerisini sundu. Herkol için Ebu Amir'in İslam'a karşı çıkmasının nedeni önemli değildi. Onun sırf İslam'a düşmanlıkta Roma imparatorluğu yanında yer alması Roma kralı için yeterli idi. Tabii her iki kişi de sözde zaferin ardından Hicaz bölgesi için farklı hayaller kuruyorlardı. İslam'a ve Allah Resulüne karşı koymak için, Ebu Amir ile danışmanları arasında arka arkaya bir kaç toplantı düzenlendi. Bu toplantıların sonunda ise Roma danışmanları ve komutanlarından Herakliyus Ebu Amir ile nihai kararı paylaştı.
Ebu Amir Medine münafıklarına hitaben bir mektup yazdı. Münafıkların hepsi ise halkın Müslüman olmalarının ardından şatafatlı hayatları gerileyen İslam'a kin güden zenginlerdi. Ancak bu zengin kesim de İslam'ın güçlü olması ve halkın da derin inançlarından dolayı karşı çıkmaya cesaret edemiyorlardı. Bu yüzden gizli bir şekilde Allah Resulüne ve İslam'a karşı koymak ve Müslümanlara engeller oluşturmak için uygun fırsatlar kollayıp görünüşte de Müslüman olmuşlardı.
Ebu Amir ise bu kişileri iyi biliyordu ve onlar ile gizli ilişkiler de yürütüyordu. Ebu Amir'in Roma'dan Medine'ye gönderiği gizli ulağı tarafından götürülen münafıklara hitaben yazdığı mektubunda ise şu ifadelere yer verilmişti:" Siz gereken zemini hazırlayıp koşulları da tedarik ederseniz Roma ordusu İslam'ın Medine'den köklerinin sökülmesi için taarruza geçmeye ve sizi eski konumunuza getirmeye hazırdır. Ancak bunu yapmadan Muhammed ve İslam'a karşı olanları bir araya getirmek için Medine'de bir üssümüzün bulunması şart.
Ebu Amir ve Roma imparatoru Herakliyus'un planında anılan üssün farklı görünüşler ve kılıflar altında kurulmasına vurgu yapılarak İslami görünüşe bürünmesinin de altı çizilmişi. Böylece böyle bir üste Müslümanların saygı duyduğu ve kabul gördüğü sloganların atılması ve sözlerin edilmesi istendi. Böylece Zirar camisi İslam karşıtı olanların gizli üssü olarak kuruldu.
Allah Resulü Hz. Muhammed saa Tebuk savaşı için yola koyulmak istediği zaman Ebu Amir arkadaşlarından biri şöyle dedi:" Ey Allah Resulü! Biz hastalar, yaşlılar ve namaz için camiye gelemeyenlere, özellikle de soğuk olduğu kış akşamlarında mesafeden dolayı Kuba camisine gelemeyenlerin rahatlığı için bir cami yaptık. Sizin de oraya gelmenizi ve ilk namazı kıldırarak bu camiyi açmanızı istiyoruz. "
Bu riyakar grup Müslüman arasından Kuran-ı Kerim'e aşina sayılan Mecma bin Harise isimli birini bile caminin imamı olarak seçmişlerdi. Allah Resulü ise bu öneriyi duyunca Tebuk savaşının ardından her şeyi konuşacağını söyledi.
Allah Resulü Hz. Muhammed saa Tebuk savaşından dönüşünde Medine'ye giriş yapmadan aynı münafık ve riyakar grup tekrar Hz. Muhammed saa'den yaptıkları camiye gelmesini, namaz kıldırmasını ve bereket duasında bulunmasını istediler.
Bu sırada Allah Resulüne bir vahiy indirildi. Hz. Cebrail as Tevbe suresinin 107 ila 110'uncu ayetlerini Allah Resulüne dinletti. Bu ayetlerde şöyle buyrulmuştur:" «وَ الَّذینَ اتَّخَذُوا مَسْجِداً ضِراراً وَ کُفْراً وَ تَفْریقاً بَیْنَ الْمُؤْمِنینَ وَ إِرْصاداً لِمَنْ حارَبَ اللّهَ وَ رَسُولَهُ مِنْ قَبْلُ وَ لَیَحْلِفُنَّ إِنْ أَرَدْنا إِلاَّ الْحُسْنى وَ اللّهُ یَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَکاذِبُونَ / لاتَقُمْ فیهِ أَبَداً لَمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوى مِنْ أَوَّلِ یَوْم أَحَقُّ أَنْ تَقُومَ فیهِ فیهِ رِجالٌ یُحِبُّونَ أَنْ یَتَطَهَّرُوا وَ اللّهُ یُحِبُّ الْمُطَّهِّرینَ / أَ فَمَنْ أَسَّسَ بُنْیانَهُ عَلى تَقْوى مِنَ اللّهِ وَ رِضْوان خَیْرٌ أَمْ مَنْ أَسَّسَ بُنْیانَهُ عَلى شَفا جُرُف هار فَانْهارَ بِهِ فی نارِ جَهَنَّمَ وَ اللّهُ لایَهْدِی الْقَوْمَ الظّالِمینَ/ لایَزالُ بُنْیانُهُمُ الَّذی بَنَوْا ریبَةً فی قُلُوبِهِمْ إِلاّ أَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ وَ اللّهُ عَلیمٌ حَکیمٌ :
"﴾107﴿ Bir de şunlar var ki, zararlı eylemler gerçekleştirmek, inkârcılıklarını pekiştirmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve resulüne savaş açmış kişi lehine fırsat kollamak üzere bir mescid yapmışlardır. "Amacımız sadece iyi bir şey yapmaktı" diye de yemin edecekler. Allah şahit, onlar kesinkes yalancıdırlar.﴾108﴿ Orada asla namaza durma! Daha ilk günden takvâ temeli üzerine kurulan mescid ise namaz kılman için elbette daha uygundur; burada gerçekten arınmak isteyen adamlar vardır. Allah da arınmaya çalışanları sever.﴾109﴿ Binasını Allah’a saygı ve O’nun hoşnutluğunu kazanma temeli üzerine kuran mı daha iyidir yoksa binasını kaymak üzere olan bir uçurumun kenarına kurarak onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan mı? Allah hakkı çiğneyenleri doğru yola iletmez.﴾110﴿ Onların kurduğu bina, yürekleri paramparça olmadığı (yaşadıkları) sürece içlerinde bir huzursuzluk kaynağı olmaya devam edecektir. Allah her şeyi bilmekte ve hikmetle yönetmektedir."
Bu ayetlerin indirilmesinin ardından Allah Resulü de Amr bin Avf aşiretinden iki kişiyi gerçek anlamda da çok zarar veren olarak adlandırılan o sahte camiyi ateşe vermesini istedi. İşte bu sözde cami olan bina yakıldı. İlk olarak yakıldı ve sonra da duvarları yıkıldı. Sonunda da bu mekan çöplüğe dönüştü.