Nisan 30, 2016 10:11 Europe/Istanbul

Geçen bölümlerde Batı dünyasında sekularizm düşüncesinin ortaya çıkış sebeplerini ve bu düşüncenin İslam açısından analizini ele aldık ve ardından sekular insan haklarının temellerinden biri olan doğal haklar tezini masaya yatırdık.

Bugün Batı’nın üzerinde durduğu insan hakları kavramı gerçekte sekularizm düşüncesi ile sıkı sıkıya bağlıdır. Öte yandan bir çok müslüman düşünür de insan hakları meselesi üzerinde durmuş ve bu hakları çeşitli açılardan irdelemiştir. Buna göre bugünkü sohbetimizi sekular insan hakları ile İslamî insan hakları arasındaki farklılıkları irdelemek istiyoruz.

İkinci dünya savaşında yaşanan cinayetler ve katliamların ardından bir çok devlet birleşmiş milletler teşkilatını kurmaya karar verdi. 1948 yılında BM bildirgesinin tedvin edilerek onaylanması bu teşkilatın bireysey özgürlükler ve insanların kerameti ile ilgilenen getirilerinden biriydi. Gerçi bu bildirge insanların bazı kesin haklarına vurgu yaptı ve dünyada bazı insanların nisbi refah ve huzurlu yaşamına vesile oldu, fakat düşünürler Batı’nın insan hakları bildirgesi olan bu bildirgede önemli eksiklikler ve çelişkiler bulunduğunu ve insanların tüm hakları ve ihtiyaçlarına gerekli özen gösterilmediğini savunuyor. Bu yüzden evrensel insan hakları bildirgesinin kayıtsız şartsız ve tüm ülkelerce uygulanmasını beklememek gerekir. Nitekim bir çok müslüman düşünür de bu bildirgeyi İslam tealimi ile uyumlu olmadığını belirtiyor.

Peki insan hakları üzerindeki anlaşmazlıkların kaynağı nedir?

Gerçekte siyaset ve felsefe alanındaki kanaat önderleri insan hakları bildirgesinin Batı kültürünün has özellikleri yani sekularizm ve humanizme göre hazırlandığını itiraf ediyor. Gerçi insan hakları kavramı tüm insanların insaniyet açısından ortak oldukları en temel ve ilkel hakların anlamıya gelerek genel bir kavram sayılıyor ve her hür insan bunu benimsiyor, fakat BM’nin onayladığı evrensel insan hakları bildirgesinin temelini, Batı dünyasında rönesanstan sonra galip gelen aynı bireyselci, hümanist ve sekular düşünceler oluşturuyor. Oysa bu düşünceler sadece İslam dünyasında değil, hatta bir çok Batılı düşünür tarafından da eleştiriliyor.

Geçen bölümlerde kısaca İslam’ın hümanizm ve bireyselcilik düşüncelerine yönelik eleştirel bakışından söz ettik. Şimdi ise Batı’nın insan hakları nasıl sekular ve hümanist temellerin üzerinde inşa edildiğini göstermek istiyoruz. Sohbetimiz boyunca ayrıca İslamî insan hakları ile sekular insan hakları arasındaki temel farklılıkları kısaca gözden geçirmek istiyoruz.

İnsan hakları şöyle tanımlanıyor: İnsan hakları her insanın doğası itibarıyla sahip olduğu genel imtiyazlar anlamına geliyor.

Fakat eğer bu konuda dini bir tanım sunacak olursak, insan hakları yüce Allah’ın insanlara her türlü renk, ırk, dil, milliyet, coğrafi konum, sosyal durum veya bireysel kabiliyet ve seçkin salahiyetten bağımsız olarak sunduğu asgari haklardır.

Dolaysıyla insan hakları ilahi bir hediyedir ve hiç bir beşeri makam bu hakları sunamaz veya geri alamaz. O zaman BM’de insan hakları bildirgesini imzalayan ve onaylayanlar gerçekte bu hakları yaratanlar değildir ve en iyimser yaklaşımda sadece beşer ve doğadan sahip oldukları ilim seviyesine göre beşerin bazı zati haklarını sıralamış ve dünyaya buna uymaya elzem getirmiştir.

Görünen o ki insan hakları meselesinin beyanında en önemli mesele en başta insaniyetin ne olduğu ve insanların hangi insaniyette birbiriyle eşit olduğu meselesidir. Yani acaba görecede insaniyet yani iki ayak üzerinde duran mahluk mu, yoksa insaniyetin hakikatinde mi eşittir? İnsan hakikati nedir?

Habz gibi bir filozof insan insanın kurdudur, diyor ve Espinoza gibi bir başka filozof de insan insanın tanrısıdır, diyor. O zama nen başta insanın gerçekten nasıl bir mahluk olduğunu bilmek gerekir ki daha sonra hukuk ve yükümlülükleri belli olsun.

Doğru bir felsefi ve akli bir temele dayanmadan insanın asaleti ve hayvandan üstünlüğü iddia edilemez ve yine bu dünyada insana saygı gösterilmesi ve doğayı kendi yararına tasarruf etme hakkına sahip olduğu söylenemez. Bir başka bakıma insan hakları marifete, cihan ve insana dayalı bakış ve tefsirler olmaksızın doğru biçimde tanımlanamayacağı kesindir.

Bu bakış açısının çerçevesinde İslamî insan hakları ile BM bildirgesinde yer alan insan hakları arasındaki en önemli farklılıklardan biri, bildirgede insanı doğduğu andan ölüm anına kadar maddi bir mahluk olarak gözetlemesidir. Gerçekte sekular düşüncelerin bileşenlerinden biri de şu insanın mebde ve maad ile irtibatını gözardı etmesidir. Bildirgenin birinci maddesinde şöyle deniliyor: Tün insanlar hür dünyaya gelir ve haysiyet ve hukuk bakımından eşittir.

Bundan önce çeşitli ülkelerin bildirgeleri ve bildirilerinde insan hakları konusunda şöyle deniliyordu: İnsan hür yaratılmıştır.

Bir başka ifade ile eskiden insanın mahluk olduğu ve alemleri yaratanla irtibatı onaylanıyordu, fakat BM insan hakları bildirgesinde yaratılmak yerine dünyaya gelmekten söz ediliyor. Gerçekte burada insanın Allah tarafından yaratıldığından kasten söz edilmiyor ki insanın Allah ile irtibatı insan haklarında hiç bir rolü bulunmasın.

Ancak İslamî bakış açısında insan evvela hikmetli Allah’ın mahlukudur ve Allah insanı insana yakışan şayeste erdeme ulaşması için yaratmıştır ve onu birçok mahlukundan da üstün kılmıştır.

İslam dini insanı sırf maddi bir mahluk olarak görmüyor ve onu maddi ve Ruhani olmak üzere iki boyutta tanıtıyor, öyli ki bu mahluk yaşamının küçük ama aynı zamanda önemli bir bölümünü maddi dünyada geçiriyor ve ahiret aleminde saadeti veya şekaveti de bu dünyada nasıl yaşadığına bağlı olduğunu belirtiyor.

İslamî bakış açısında insan doğal ve fıtri olmak üzere iki boyutu söz konusudur. İnsan doğası bitkisel ve hayvani hayat düzeyindedir, fakat fıtratı ilahidir ve akılcı bir kimliği vardır. İnsan bu boyutu itibarıyla sabit ve üniter fıtri haklara sahiptir ve eğer sırf doğal boyutu gözetilecek olursa bitkilerden ve hayvanlardan hiç bir farkı yoktur. Yani İslam açısından insan ilahi fıtratı gereği sahip olduğu kabiliyet beşeri ortak hakların kaynağıdır. Oysa sekularizm insanın bireysel eğitimlerini ve maddi isteklerini insan hakları temeli olarak algılıyor.

İnsan insan olduğu için sahip olduğu hakları tanımanın insan mahiyetini tanımaya bağlı olduğunu söylemiştik. Sekular bakış açısında seçkin insanı tanımak için tecrübe ve bilime dayalı bir yöntemdir ve bu yüzden insandan ve ihtiyaçlarından kısıtlı bir tanıma ulaşmıştır. Evrensel insan hakları bildirgesinde hatta felsefi insan tanımı veya bir başka ifade ile insan mahiyetini tanımak için sarf edilen akılcı çabalar dahi gözardı edilmeye çalışılmıştır. Bunun sebebine gelince, felsefi insan tanımları arasındaki ihtilafların evrensel insan haklarına ulaşma yolunda engel oluşturabileceğidir. Ancak evrensel insan hakları bildirgesinin çeşitli maddeler dikkatlice ele alındığında bu bildirgenin tamamen bireyselci, hümanist ve sekular düşüncelerin etkisi altında bulunduğu ve bu yüzden başka kültürlerin ve dinlerin birlikteliğine sebebiyet veremediği anlaşılıyor.

Peki, cihanşumul bir insan hakları tanımına kavuşma yolu nedir?

İslamî bakış açısına göre tecrübeye dayalı eğilimler ve hatta sırf akılcı yöntemler mantıklı bir evrensel insan hakları bildirgesinin tedvin edilmesine gücü yetmeyeceği kesindir, çünkü bu iki eğilim ve yöntemin hiç biri bize evvela evrensel ve geniş kapsamlı bir tanım sunamaz ve ikincisi insani değerler alanında yargı gücünden yoksundur.

İran’ın seçkin alimi ve filozofu Ayetullah Cevadi Amoli akıl ve vahiyden evrensel insan hakları bildirgesini hazırlamak için yararlanılması gereken iki marifet aracı şeklinde söz ediyor. Ayetullah Cevadi Amoli’ye göre aklın çeşitli mertebeleri vardır. Aklın en düşük mertebesi tecrübeye dayalı akıldır ki hislerin yardım ile ufak tefek işler ve onlarla ilgili genel hükümlerle ilgilenir ve yine aklın en yüksek mertebesi kudsi ve şahitlere dayalı akıldır ve istidlale dayalı tanımın ötesindedir. Bu tür akılcılık vahiye dayalı tanımla sonuçlanır. Gerçekte vahiy insan hakları tedvini ve tekvininde etkili olan bir başka araçtır. Ayetullah Cevadi Amoli’ye göre vahiy din, şeriat ve benzeri durumların anlamında değilldir. Vahiy akıl gibi marifet ve tanımdan bir düzey veya bir çeşididir ve onunla din, şeriat ve ilahi irade tanınabilir. Böylece sekular insan hakları kendini tanımın en kesin kaynağı, yani vahiyden mahrum bırakmıştır.

Sekular insan hakları ile İslamî insan hakları arasında bir başka önemli farklılık, İslam’da insan haklarının nihai gayesi insanın ebedi saadeti ve şayeste erdemidir, oysa insan hakları bildirgesi bu dünya ile sınırlı bakış açısı ile beşerin en büyük hedef ve arzusunu dünyevi zuhur şeklinde tanıtıyor ve bu tanımda insanların ifade özgürlüğüne sahip olması ve korkudan ve yoksulluktan bağımsız olmaları gerekiyor ve insan haklarının hedefi de bu arzuya kavuşma şeklinde tanımlanıyor. 015


Etiketler