Eylül 25, 2021 07:53 Europe/Istanbul

Bu bölümde Rıza Şah Pehlevi'nin çöküş sürecini anlatacağız.

İngilizler Rıza Şah Pehlevi'yi  kendi gayrı meşru çıkarlarını sağlamak için İran'da iktidara getirdikleri şekilde bu kez de onu kendi çıkarları yolunda engel olarak görmeye başladıklarında, Rıza Şah'ı İran içindeki tüm gücüne rağmen kolay bir şekilde iktidardan aldılar ve onu sürgüne gönderdiler. 

Bahsettiğimiz gibi, İran'da İslam karşıtı politikalarını sürdüren Rıza Şah, Ocak 1936'da kadınların İslami kıyafet giyme ve tesettürlü olma hakkına karşı çıktı ve  tesettürü yasakladı. Keşf-i Hicap olarak tanınan bu eylem, Rıza Şah hükümdarlığı döneminde halkı böyle bir baskıcı politikaya alenen karşı çıkmaya zorlayan bir dönüm noktası oldu. Bu bağlamda İmam Rıza as türbesinin yanındaki Goherşad Camii'ndeki halkın ayaklanması ilk toplumsal tepki idi. Bu halka dayalı protesto, toplu katliamlarla bastırılsa da, milletin hükümetten ayrılığına ve Rıza Şah'ın hükümetine yönelik nefretin artmasına yol açtı. 

Rıza Şah'ın İslam kültürüne ve dini inanç ve adetlerine karşı eylemlerinin zirvede olduğu sırada, kendisini bu hükümete bağlılık suçlamalarından aklamaya ve görünüşte İngiliz karşıtı bir eylemde bulunarak imajını iyileştirmeye çalıştı. Halk, siyasi ve dini şahsiyetlerin karşı çıktığı İran ile İngiltere arasında var olan, tamamen İngiliz hükümetinin lehine olan ve İran aleyhine olan petrol anlaşmasını feshetti.  Ancak işin gerçeği, İngiltere'nin daha iyi ve daha kârlı bir sözleşme peşinde koşması ve İran Şahının bu eylemden pek memnun olmamasıydı. Sonunda, İran'a çok az taviz verilmesine rağmen, İran'ın kârlı petrol endüstrisi üzerindeki İngiliz egemenliğinin 60 yıl daha devam edeceği ve bu sömürge hükümetinin bazı diğer ayrıcalıklardan yararlanacağı yeni bir anlaşma vasıtası ile sağlandı. Aşağılayıcı anlaşma politikacıların ve halkın protestolarıyla karşılaştı, ancak Rıza Şah protestoların bastırılmasını emretti ve bu hususta görüş belirtilmesini yasakladı. 

Rıza Şah'ın İngiltere'nin çıkarlarını güvence altına almak için yaptığı bir diğer eylem de 1937'de  "Saadabad Paktı"na katılmak oldu. İngiltere'nin İran, Türkiye, Irak ve Afganistan arasında imzalanan anlaşmayı sonuçlandırmasındaki amacı, Sovyet tehdidi ve etkisine ve iktidardaki komünist ideolojiye karşı bir bariyer oluşturmaktı. Dört ülke, birbirlerinin içişlerine karışmama ve tehditler karşısında uyum içinde hareket etme ve toprak anlaşmazlıklarına son verme sözü verdi. Bu anlaşma sonucunda İran'ın sınır noktalarının önemli bölgeleri Türkiye'ye, İran'ın petrol zengini bölgelerinin bir kısmı Irak'a, önemli Arvandrud Nehri'nin yarısının kontrolü bu ülkeye devredildi. İran ayrıca Afganistan'a ilhak edilen bölgelerdeki toprak iddialarından fiilen feragat etti.

Hicri Şemsi 1299'daki darbeden bu yana Rıza Şah'ın bir diğer önemli eylemi de düzenli ve güçlü bir ordu kurmaya çalışması ve aşırı harcamalar yapmasıydı. Şiddet yanlısı birisi olan Rıza Şah,  ülke bütçesinin yaklaşık yüzde 40'ını orduyu donatmak ve örgütlemek için harcayarak bunu yapmakta ısrarcı oldu. Birinci Pehlevi Şahı, 100 bin kişilik ordusunun gücünü sağlamak için, askerliği zorunlu hale getirdi ve genellikle düşük kalitede olan çeşitli silahlar satın aldı. Askeri kuvvetlerin örgütlenmesi esas olarak Rıza Şah'ın  bilgi ve zevkine göre yapılıyordu. Bu bağlamda daha çok başkent ve merkezi bölgelerin askeri olarak güçlendirilmesine odaklanılmıştı. Rıza Şah Ordusu, iç isyanları ve ayaklanmaları başarıyla bastırdı, ancak dış tehdit ortaya çıktığında, ülkeyi savunmak yani ana görevini yerine getirmekte başarısız oldu.

Adolf Hitler'in Almanya'da iktidara gelmesi, kendisiyle despotluk, güç arayışı ve şiddet yanlılığı gibi özellikleri paylaşan Rıza Şah'ın dikkatini çekti. Hitler'in iktidara gelmesiyle birlikte, İran Şahı da Nazi Almanyası ile ilişkilerini genişletti. Batı Asya'da kendine yer edinmeye, İngiliz etkisini azaltmaya ve hammadde tedarik etmeye çalışan Nazi Almanyası da bu ilişkilere özel önem verdi. Irkçı Nazi Alman rejimi için önemli görülen İranlıların Aryan ırkı, İran ile çeşitli alanlarda ikili ilişkilerin gelişmesinde bir başka faktör oldu. İki taraf arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri kolaylaştırmak için çeşitli anlaşmalar imzalandı ve Alman uzmanların yardımıyla İran'da silah imalathaneleri de dahil olmak üzere fabrikalar ve tesisler açıldı.

Almanya'nın İran'ın dış ticaretindeki payı o kadar arttı ki bu alanda ilk sırada Almanya yer aldı. Siyasi ilişkiler de o kadar güçlendi ki Hitler, Rıza Şah'ın eşini Almanya'da sıcak bir şekilde karşıladı. Öte yandan, sömürge politikaları nedeniyle İngiltere'den nefret eden ve Almanya'da kötü bir geçmiş ve hatıraya sahip olmayan İran halkı Nazi Almanya'ya yöneldi. Elbette bu duruma İngiliz hükümetinin endişesi ve öfkesi de eşlik etti.

 

Eylül 1939'da  İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle İran tarafsızlığını ilan etti, ancak Rıza Şah, Nazi Almanyası'nın askeri gelişmelerinin haberlerini tutku ile takip etti. Almanya'nın saldırması ve Sovyetler Birliği'ni işgal etmesi ve bu topraklarındaki hızlı ilerlemesi, İran'ın kuzeybatı sınırlarına yakın Kafkasya bölgesine ulaşması, İran'ın konumunu hassas ve önemli kıldı. Rıza Şah, Hitler ve Mihver Devletlerine katılsaydı, Almanya Sovyetler Birliği'ne İran üzerinden de saldırabilirdi ve yenilgisi neredeyse kesin olacaktı. Öte yandan Müttefiklerin, başarısız olan ülkeye yani Sovyetler Birliğine asker ve askeri teçhizat ulaştırmak için İran üzerinden Sovyetler Birliği'ne bir ikmal hattı kurmaları gerekiyordu. Bu nedenle İngiltere ve Sovyetler Birliği, İran'da bulunan Alman uzmanları İran'ın tarafsızlığını ihlal etmek için bahane olarak kullandı ve onları petrol tesislerinin zarar görmesinin önünü açan girişimler için çalışan casuslar olarak adlandırıp Rıza Şah'ın onları sınır dışı etmesini talep etti. Ancak talebi reddedildi ve sonuç olarak kuzeyden Sovyet kuvvetleri ve güneyden İngiliz kuvvetleri İran'ı işgal etti.

Rıza Şah'ın ordusu sadece ülkeyi değil, kendisini de savunamıyordu. Kısa bir mesajda İngilizler, Rıza Şah'dan tahttan çekilmesini ve onu oğlu Muhammed Rıza'ya teslim etmesini istedi. Hal böyle olunca da Rıza Şah, İngilizlerin gayri meşru çıkarlarını güvence altına almak için İran'da iktidara getirildiği gibi, çıkarlarının gerçekleşmesine bir engel olarak görüldüğünde, tüm görünür gücü ve ihtişamıyla kolayca devre dışı bırakıldı ve İran'dan sürüldü. Birkaç aile üyesiyle birlikte Güney Afrika'daki Mauritius adasına sürgün edilen Rıza Şah üç yıl sonra tam bir tecrit içerisinde Temmuz 1944 öldü. 

İran Şahının aşağılayıcı sürgünü, ancak yıllardır baskı altında olan insanlar ve siyasi figürleri sevindirip memnun etti. 
 Ancak kamuoyunun ve özellikle de basının hemen dikkatini çeken konu, Rıza Şah'ın servetinin belirlenmesi idi.  Hükümdarlığı sırasında İran'daki en iyi toprakları zorla ele geçiren veya sahiplerine çok az para ödeyen Rıza Şah  440 bin mülkiyet tapusuna sahip olmuş ve yalnızca İran'da değil, tüm Asya'da en büyük toprak sahibi olmuştu. Ayrıca iktidara gelmeden önce fazla serveti olmayan Rıza Şah, İran'dan ayrıldığında İran'ın ve hatta Batı Asya'nın en büyük sermaye sahibi haline gelmişti. Mevcut standartlara göre servetinin 20 ila 25 milyar dolar değerinde olduğu ve onu döneminin en zenginlerinden biri yapan servetinin  ülkenin yıllık bütçesinin beş katı olduğu tahmin ediliyor. Tüm bu kaliteli topraklar ve inanılmaz servet, Rıza Şah'ın hizmet ettiğini iddia ettiği insanların mallarını yağmalamanın sonucuydu.