Şubat 08, 2016 22:45 Europe/Istanbul

İslam inkılabını zafere götüren en hassas on günü kapsayan ve “Şafakta on gün” olarak anılan günleri idrak ediyoruz.

Bugün dünyada bir çok siyaset uzmanına göre İran İslam Cumhuriyeti bölgedeki sorunların çözümünde yapıcı ve önemli rol ifa eden bir ülkedir ve İran’a dayanarak bölgede terör, uyuşturucu madde diğer taraftan barış ve istikrarın sağlanması gibi bir çok meseleye çözüm getirilebilir.

Bu çerçevede İran özellikle geçen gün yürürlüğe giren Bercam nükleer anlaşmasından sonraki dönemde bölgesel krizlerin çözümünde ve bölge ülkeleri arasında dostluk ve dayanışma bağlarını güçlendirme doğrultusunda çaba harcamaya hazırlanıyor.

Bugün Batı’da en çok üzerinde durulan kanaat, nükleer anlaşma ve Bercam’ın yürürlüğe girmesi ile beraber İran’ın bölgedeki siyasi teamüllerde rolü ve konumunun güçleneceği yönündedir, ki bu da Batı’nın ve bölgedeki müttefiklerinin çıkarlarına dokunan bir durumdur.

Batılı ülkeler ve başta Arabistan ve korsan İsrail olmak üzere bölgesel müttefikleri İran’ı bölgede tehdidin baş kaynağı olarak tanıtmaya çalışıyor. Oysa bölgede güvensizliğin kökleri nereye uzandığı açıkça bellidir. Bazı ülkeler bölgeye yönelik sultacı bakışları ile bölge üzerindeki nüfuzunu arttırmaya çalışıyor ve doğal olarak bölgedeki tüm güvensizliklere kaynaklık ediyor. Amerika’nın bölgeye yönelik politikası ise İran’ın bölgedeki gücünü engellemeye yönelik olduğu açıkça ortadadır.

Ancak İran bölgede ecnebilerin varlığını bölgesel rekabetleri tetikleyen ve bölge milletlerinin arasını açan ve sonuçta bölge ülkelerini zarara uğratan bir tehdit olarak algılıyor ve bu yüzden ecnebilerin bölgeye yönelik müdahalelerinin engellenmesini istiyor.

Bu doğrultuda son nükleer anlaşma, bölgede Amerika’nın İran’a yönelik izleyen politikasının sonucu olan ve İran’ı bölgede istikrarsızlık ve güvensizlik sebebi olarak tanıtmaya çalışan anlayışı kısmen etkisiz hale getirdiği anlaşılıyor. Bu gelişme başlı başına geleneksel olarak Amerika’nın bölgeye yönelik siyasi ve güvenlik stratejilerine bağımlı olan FKİK ülkeleri, Ürdün ve Hatta Mısır ve Türkiye’yi İran ile ilişkilerini yeniden tanımlamaya ve hatta geliştirmeye yöneltebilir. İran hatta tüm sabotajlarına ve nükleer anlaşmayı engelleme çabalarına ve bölgesel krizlerin çözüm sürecinde İran’a muhalefet etmesine rağmen Arabistan ile ilişkilerini geliştirmek istiyor.

İran’a göre bölgede siyasi istikrar, Tahran ile Washington ilişkilerini geliştirerek değil de, asıl İran ve bölge ülkeleri arasında teamülleri geliştirmekle sağlanabilir. İran’ın bölgesel politikası milli iktidar ve toplu güvenliği takviye etme yönünde rol ifa etmenin bileşeni bir politikadır. Bu politika karşılıklı ve ortak çıkarların temelinde bölgesel işbirliğini geliştirmeye zemin oluşturabilir. İran’ın Irak ve Suriye’de IŞİD ile mücadele sürecine yardımcı olma kararı bunun en somut örneğidir ve İran’ın bölgesel dostlarının gözünde İran’ın izlediği politikanın meşruiyetinin artmasına katkı sağlamakta ve ayrıca Batı ve bölgesel müttefiklerinin nezdinde İran’ın bölgesel krizleri ve sorunları çözümlemekte sağladığı stratejik katılımın değer ve zaruretini arttırmaktadır.

İran’a göre bölgede stratejik istikrar sadece Amerika’ya yakınlaşmak veya uzaklaşmakla hasıl olmaz. Gerçek şu ki İran yıllardır bölgede istikrarın ancak bölgesel işbirliğini geliştirmekle sağlanabileceğini savunmaktadır. Amerika ise son yirmi yılda bölgesel ve küresel gelişmelerin yönünü küresel güvenlik ve bir çok yerde kendi ürünü olan terörle mücadele bahaneleri ile değiştirmeye çalışmıştır. Amerika bu doğrultuda önleyici savaş stratejisini tasarlayarak uygulamaya başladı ve küresel hegemonyasını pekiştirme yönünde bu stratejisini tamamlamak amacıyla dünyanın 136 ülkesinde askeri üsler kurmak ve bu üslere askerlerini yerleştirmekle pratikte sözde önleyici savaş faslını başlattı. Bu süreç 2001 ve 2003 yıllarında Afganistan ve Irak topraklarının doğrudan işgali ile sonuçlandı. Söz konusu işgal girişimleri sözde 11 Eylül 2001’de Newyork da dünya ticaret merkezinin ikiz kulelerine yapılan terör saldırıları ve terörle mücadele bahanesi ile gerçekleşti.

Bugün Amerika ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi iki stratejik bölge başta olmak üzere sultacı müdahalelerinin kapsam alanını geliştirerek ve bu süreçte bazı küresel güçleri de yanına alarak bu iki Arap – İslamî bölgeye tamamen musallat olmak için zemin hazırlamaya çalışıyor. Ancak bu müdahaleci politikanın sonucu bölge ülkelerini savaşlara, krizlere ve güvensizliğe sürüklemek olmuştur. Amerika’nın bu politikası bölgeye ağır bedel ödettiği de açıkça ortadadır. Ancak bu politika İran diplomasisi açısından tamamen reddedilen bir politikadır. Bu yüzden İran bölgesel krizleri okurken bu krizleri ve tehditleri ortaya çıkaran esas etkenlerin üzerinde durmaktadır.

İran İslam Cumhuriyeti her türlü sultacı ve zorba uygulamaya karşıdır ve başka ülkelerin içişlerine karışmama ilkesinden hareketle bölge ülkelerini bölgesel meseleleri el ele vererek ve bölgesel çerçevelerde çözümlemeye teşvik etmektedir.

Öte yandan İran Cumhurbaşkanı Dr. Hasan Ruhani de BM genel kurulunun üç zirvesine katılarak konuşmalarının önemli bir bölümünü dünyada şiddet ve radikalizme ayırdı. Ruhani açıkça, terör yaygınlaştığı takdirde sadece Ortadoğu bölgesi değil, bütün Avrupa ve hatta bütün dünya bu durumdan zararlı çıkacağını vurguladı. Nitekim bugün Ruhani’nin de belirttiği üzere terörün yayılması Avrupa’yı da vurdu ve Avrupa ülkelerinin en derinlerine kadar etkisini gösterdi.

Cumhurbaşkanı Ruhani bu acı gerçeklerin bir bölümünü BM genel sekreteri Ban Ki Moon ile görüşmesinde de beyan etti ve küresel barışın yolundaki en büyük engelin aslında süper güçlerin hegemonyası ve adaletsizlikleri olduğunu vurguladı. Terörle mücadele için en başta köklerini bulmak ve kaynaklarını kurutmak gerektiğinin altını çizen Cumhurbaşkanı Ruhani, terör yoksulluk, işsizlik, ayrımcılık, aşağılamalar ve adaletsizliklerin zemininde yeşerdiğini ve şiddet kültürü ile büyüdüğünü ve terörün kökünü kurutmak için adaleti yaygınlaştırmak ve acımasızlıkları haklı gösterme uğruna ilahi dinleri tahrif etmeyi önlemek gerektiğini ifade etti. Şimdi ise aynı konular Ban Ki Moon’un dünyada barış ve güvenliğin inşa edilmesi ve şiddete son verilmesi için BM genel kuruluna sunduğu planında yer alıyor.

BM’nin dönem Ortadoğu temsilcisi Kofi Annan 2012 yılının yaz aylarında Amerika’dan Suriye barış müzakerelerine İran İslam Cumhuriyeti’ni de davet etmesini istedi. Şimdi ise İran Suriye barış müzakerelerinde anahtar rol ifade ediyor. Ancak beyaz saray yetkilileri İran’ın bu müzakerelere davet edilmesini Rusya’nın Suriye’de teröristlerle mücadele etmeye başlaması ve İran’ın Suriye’de geniş çapta askeri varlığının sonucu gibi göstermeye çalıştı.

Gerçekte sultacı güçler bölgede her türlü bağımsız politikayı kendi çıkarlarına aykırı gördükleri için türlü yollara baş vurarak bölge ülkelerinin İran’a yaklaşmasını engellemeye çalışıyor ve özellikle İranofobi projesini yürüterek İran’ı bölgesel krizlerin çözüm sürecinden dışlamaya gayret ediyor.

Amerika son 38 yılda savaş, ekonomik kuşatma ve İran’ı bölgedeki kukla rejimlerin işbirliği ile uluslararası arenalarda inzivaya itme politikaları ile İran milletini diz çöktürmeye çalıştı. Ancak bugün Amerika bu politikalarının hiç biri İran’ın tutumunu ve şartları beyaz sarayın lehine değiştiremediğini anladı. İran İslam Cumhuriyeti direniş yıllarında ne Doğu ve ne Batı’ya boyun eğdi ve bölge ülkelerini de zorbalara karşı direnişe ve bağımsız hareket etmeye teşvik etti. İran bölgesel krizler ve komplolarla ancak bölgesel işbirliği ve vahdet ve birliktelik çerçevesinde mücadele edilebileceğini savunuyor. Ancak bu gerçek Amerika ve bölgedeki İsrail ve Arabistan gibi müttefiklerini rahatsız ediyor.

Kuşkusuz İran’ın izlediği yolda bir çok engeller ve sabotajlar söz konusudur. Zorbaların amacı bölgesel işbirliğini sabote etmek ve böylece kendi konumlarını korumaktır. Amerika İran’ı bölge ülkelerinin içişlerine karışmakla suçluyor ve aynı iddia, bugün Yemen’e yıkıcı bir savaş dayatan ve bu ülkenin içişlerine karışan Arabistan tarafından tekrarlanıyor. Gerçekte bu ülkeler İran’ın Suriye barış müzakereleri gibi bölgesel barış müzakerelerine katılmasını, İran’ı bölgesel bir güç olarak kabul etme şeklinde telakki ediyor. Amerika sürekli İran’ın bölgesel gücünü ve rolünü zayıflatmaya çalışıyor, ama aynı zamanda da bölgesel sorunların İran olmaksızın çözümlenemeyeceğini de gizleyemiyor.


Etiketler