Şubat 08, 2016 23:01 Europe/Istanbul

İslam inkılabının ülkülerinin dinamikliliği

İran’da İslam inkılabı zafere kavuşunca, dünyanın zulüm altında yaşayan milletlerinin haklarını savunma bağlamında yeni bir umut doğdu ve İslam inkılabının siyasi düşüncesinin temellerinden biri olarak gelişmeye başladı. Şimdi de İslam inkılabının zaferi üzerinden 37 yıl geçtiği bir sırada bu ilke ve inkılabın diğer ilkeleri hala tazeliğini ve dinamikliliğini koruduğu ve zamanla unutulmadığı gözleniyor.

Diplomasi, devletlerde genel olarak dış politika ilkelerini gütmenin hizmetindedir ve çerçevesi de anayasada belirlenmiştir. İran anayasasında da mazlum milletlerin haklarını savunmak, dış politika ilkelerinin olmazsa olmazlarından biri olarak yerini almaktadır.

İran’ın dış politikası dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi uzun vadeli çıkarlara ve güçlü ilkelere ve değerlere dayanır ve hükümetlerin değişmesi ve farklı siyasi kanatların iktidarın başına geçmesi ile değişmez. Gerçekte İran’ın dış politikası İslam inkılabının ülkü ve hedeflerini gerçekleştirme peşindedir ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, büyükelçiler ve maslahatgüzarlar ve diplomatlar bu ilkelerin ve ülkülerin uygulayıcıları olarak görevlerini yürütür.

İran’ın dış politikasının sabit ve daimi ilkeleri ve stratejileri İran anayasasında belirlenmiştir. İran anayasasının 3. Maddesinde İslam Cumhuriyeti devleti ülkenin dış politikasını İslam kriterleri, tüm müslümanlara karşı kardeşçe yükümlülük ve dünya mustazaflarını sınırsız destekleme ilkelerine göre düzenlemesi gerektiği belirtilir.


İran anayasasının 154. Maddesi de beşeri camianın tümünde insan saadetini kendi ülküsü olarak tanır ve istiklal, özgürlük, hak ve adalet hakimiyeti gibi ilkeleri dünyada yaşayan tüm insanları hakkı olarak tanımlar. Dolaysıyla İran başka milletlerin ve devletlerin içişlerine kesinlikle karışmaktan kaçınmakla beraber, mustazafların müstekbirlere karşı haklı mücadelesine destek vermektedir.

Son dönemde ve özellikle Bercam nükleer anlaşması yürürlüğe girdikten sonra belki bazı çevreler İran’ın dış politikası bazı konularda değiştiğini ve bu değişikliklerin kaçınılmaz olduğunu düşünebilir.

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei geçen Kasım ayında ülkenin dış politikasını uygulayan yetkililerle görüşmesinde yaptığı konuşmanın bir bölümünde ecnebi odakların İran’ın dış politikasında zorunlu veya kendi isteği ile değişimle ilgili yoğun propagandalarına işaretle, Batılı çevrelerin bu iyimser kuruntuları, İran İslam cumhuriyetinin dış politikası en azından bölge düzeyinde güçlü ve sağlam bir kaya gibi başta Amerika olmak üzere sultacı güçlerin gövde gösterisi yapmaları karşısında durduğundan kaynaklandığını, çünkü Batı sürekli İran’ın bu politikalarının değişmesini hayal ettiğini vurguladı.

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei bir kez daha İran İslam cumhuriyetinin dış politikası onun bunun ürünü olmadığını ve tamamen anayasa ilkelerine dayandığını vurguyarak, İran anayasında İslam, dış politikanın temelini oluşturduğunu ve bu yüzden başka ülkelere ve çeşitli gündemlere karşı sergilenen tutumun dini koordinatlara uygun olması gerektiğini ifade etti.


Ayetullah Hamanei, anayasada dünya müslümanlarına karşı kardeşçe yükümlülük, dünya mustazaflarına sınırsız destek, sömürünün tamamen reddedilmesi, çok yönlü bağımsızlığın korunması, tüm müslümanların haklarının savunulması, karşılıklı barışçıl ilişkilerin kurulması, başka milletlerin içişlerine kesinlikle karışılmaması, dünyanın neresinde olursa olsun mustazafların müstekbirlere karşı haktalep mücadelelerine destek verilmesi gibi anayasada belirlenen diğer dış politika ilkelerine işaretle, cazip, yeni ve yüce olan bu ilkelerin başka milletlerin ve özellikle seçkin insanların ilgisini çektiğini kaydetti.

Bu ilkeleri ve politikaları izlemek, İran’ın dış politika stratejileridir ve İran’ın bölgede Suriye, Yemen ve Irak gibi konularda sunduğu çözüm yolları da tamamen bu ilkelere dayanır. Gerçi İran’ın dış politikası bu alanlarda bazı engeller ve sorunlarla karşılaşıyor ve İran, dış politika alanında belirlediği tüm hedeflerine ulaşamıyor, ama yine de doğru yoldan asla sapmadığı gibi, ilkeli tutumundan da taviz vermiyor. Bu bağlamda en somut örnek, İran’ın Filistin meselesine yönelik izlediği politikadır. İran İslam Cumhuriyeti tüm baskılara ve muhalefetlere rağmen gaspçı, işgalci ve çakma bir rejim olan siyonist İsrail’i tanımayı reddediyor ve eli kanlı rejimin mazlum Filistin milletine yönelik işlediği cinayetleri ve faciaları şiddetle kınıyor ve Filistin meselesinin tek demokratik çözüm yolu, tüm Filistinlilerin katıldığı bir seçimle Filistin’in kaderinin belirlenmesinden ibaret olduğunu savunuyor.

İran İslam Cumhuriyeti Suriye krizi konusunda da bu krizin tek çözüm yolu seçim olduğunu ve bunun için ilkin muhaliflere mali ve askeri yardımların kesilmesi, savaşın durdurulması ve huzurlu bir ortam oluşturulması, Suriye milleti sakin ve güvenli bir ortamda istedikleri herkesi seçmesi gerektiğini savunuyor.


İran aynı tutumu Yemen ve Bahreyn konusunda savunuyor. İran İslam Cumhuriyeti Yemen’de Suud rejiminin cinayetleri derhal durdurulması ve Yemenli tarafların müzakere masasına oturmasını ve Halife rejimi de Bahreyn’de kendi halkının meşru taleplerini göz önünde bulundurmasını istiyor.


Kuşkusuz İran diplomasisi başta Filistin milleti olmak üzere, tüm mazlum milletleri savunmakta sorumluluğuna uyuyor ve bu bağlamda düzenlenen her türlü oturumda veya zirvede İslamî nizamın tutumunu açık ve şeffaf bir şekilde anlatarak bu tutumu savunuyor ve gerekli bulduğu her türlü arenaya çıkarak İran’ın tutumunu beyan ediyor ve bu yolda hiç bir tehditten veya provokasyondan çekinmiyor.


İran’ın dış politikasında bu tarza stratejik bir bakış, İslam inkılabı ilkelerine ve değerlerine dayanıyor. İslam inkılabı bölgede ve dünyada İran’ın yüce ve izzetli konumunu tüm dünyaya tanıtmış bulunuyor. Buna göre de İran’ın başta Filistin, Bahreyn, Yemen, Suriye ve Irak gibi bölgesel konulara yönelik tutumu gayet açık ve mantıklıdır.

Ancak küresel istikbar cephesinin esas amacı Filistin ülküsünü unutturmaktır. İslam Cumhuriyeti nizamı ise her daim ve her türlü şartlar altında başta mazlum Filistin milleti olmak üzere dünyada zulüm altında bulunan tüm milletlerin haklarını savunmakta kararlıdır ve gerektiği zamana kadar da savunmayı sürdürecektir. Bu yüzden İran’da İslam inkılabının zafere kavuşması ile beraber sultacı düzenlere karşı mücadelede yeni bir dönem başladığı ve mazlum milletlerin haklarını desteklemek de İmam Humeyni’nin –ks– temelini attığı hareketin temel ilkelerinden ve şiarlarından birine dönüştüğü söylenebilir.


Gerçekte İslam inkılabının özü ve ana mesajı, İslam inkılabının adalet eksenine dayanan ideolojisinin temelinde her türlü sömürü politikasını reddetmek ve işgalci ve saldırgan rejimlerin mahiyetini ifşa etmektir.


İran İslam inkılabı, İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei’nin tabiri ile Filistin milletinin haklarını savunmayı İslamî bir cihat hareketine dönüştürdü. Nitekim İslam Cumhuriyeti nizamının kurucusu İmam Humeyni’nin –ks– dünya Kudüs gününü belirlemesi de bu düşüncenin ürünüdür.

Bugün İran diplomasi kurumu, bağlantısızlar hareketi gibi çeşitli bölgesel ve uluslararası oturumlarda ve topluluklarda ve kurumlarda mazlum milletlerin haklarını açık bir şekilde desteklemeyi hiç bir şeyden çekinmeden vurgulamış ve küresel güçlerin baskılarına teslim olmadan bu milletlerin haklarını desteklemiyi sürdürmüştür. Bu çerçevede İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif bu yıl Davos’ta düzenlenen 46. Dünya ekonomik forumunun kulisinde katıldığı Ordadoğu’da istikrar için çaba panelinde İran İslam cumhuriyetinin Ordadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde güvenlik ve istikrarın sağlanmasına yönelik politikalarını anlattı.

Cumhurbaşkanı Dr. Hasan Ruhani de geçen yıl BM genel kurul zirvesinde yaptığı konuşmada dünyayı saran savaş, yıkım ve terörün kökleri geçmişten beri süregelen bazı zorba devletlerin işgalciliği ve saldırganlığı ve askeri müdahalelerinin sonucu olduğunu belirterek bölge milletlerinin haklarını savunma doğrultusunda şu ifadelere yer verdi: eğer Amerika’nın Afganistan ve Irak’a yönelik askeri tecavüzü olmasaydı ve eğer Amerika siyonist rejimin mazlum Filistin milletine yönelik insanlık dışı uygulamalarına hesapsız bir şekilde destek vermeseydi, bugün teröristler cinayetlerini haklı göstermek için hiç bir mazeret bulamazdı.

Cumhurbaşkanı Ruhani Amerika yönetiminin bölgesel gerçekleri tahrif etmek ve başkalarına haksız suçlamaları yöneltmek yerine, bölgede şiddet, terör ve radikalizmi körükleyen beyaz sarayın ve bölgesel müttefiklerinin tehlikeli politikalarına son vermesi ve bölge milletlerinin istek ve ülkülerine boyun etmesi gerektiğini vurguladı.

İranlı yetkililerin sergilediği bu tutum, İslam Cumhuriyeti nizamının mazlum milletleri savunmakta bir an bile terddüt etmeyeceğini ve her daim etkili hareketlere zemin oluşturmaya devam edeceğini gösteriyor. Nitekim İslam inkılabının tesirleri bölgede İslamî uyanışın başlaması ve mazlum milletlerin zalim ve dikta liderlerine karşı kıyam etmesinde göze çarpıyor.


Bugün İslam inkılabının zaferinin üzerinden 37 yıl geçtiği bir sırada mazlum milletleri savunmak İran’ın dış politika önceliklerinin başında yer almaktadır. İran İslam Cumhuriyeti dünyanın mazlum milletlerine hakiki destek düşüncesi ile gerçekte başka ülkelerin özellikle mazlum Filistin milleti olmak üzere mazlum milletlere yönelik zulme karşı suskunluklarını sorgulamaktadır. Bu, eşine ender rastlanan bir kazanımdır ve dünyada mazlum milletlerin haklarını destekleme bağlamında güzel bir model olarak izlenebilir.015


Etiketler