Şubat 12, 2016 16:54 Europe/Istanbul

Dayanışma ve toplu güvenlik; İran’ın bölgesel stratejileri

İran İslam Cumhuriyeti nizamı kurulduğu günden beri güvenlik meselesinde çok ciddi olduğunu ortaya koymuştur. İran son bir yılda bölgede yaşanan krizlere karşı tutumunda da bölgede bazı ülkelerin aksine kriz ve gerilim etkeni olmadığını, bilakis bölgede sorunların çözümünün bir parçası olduğunu ispat etmiştir.

Terör ve radikalizm, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesini dünyanın en gergin bölgelerinden birine dönüştürmüştür. Kuşkusuz bu durumun bu şekilde devam etmesi dünyanın diğer bölgelerini de etkileyecektir. Gerçekte günümüz sınırsız ve süreklilik arz eden dünyamızda ülkeler ve çeşitli bölgeler sınırlarını nüfuza kapalı tutmakta ve güvensizliklerin ve istikrarsızlıkların onlara da sıçramasını önlemekte zorluk çekmektedir. Bugün dünyada en büyük ve en temel tehlike, terör örgütlerinin terör devletlerine dönüşmesidir. Nitekim ülkelerinde değişim ve reform ve olumlu değişiklikleri isteyerek ayaklanan bölge milletlerinin kıyamları da teröristlerce saptırılabilir ve oy sandıklarının yerine silah, şiddet ve terör milletlerin kaderini belirleyebilir.

İran İslam Cumhuriyeti ise bölgede ortak tehditlere ve düşmanlara karşı bölge ülkelerinin birlikte hareket etmesine inanıyor, zira radikalizm ve IŞİD ve el Nusra gibi tekfirci örgütlerin tüm bölgeyi ve sonuçta dünyayı yıkacağını düşünüyor.

Bir süre önce İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif Newyork Times ve El Şark El Osat gazetelerinde yayımlanan makalesinde bölgesel diyalog forumu kurulmasına yönelik bir öneri gündeme getirdi. Zarif böyle bir forum kurulduğu takdirde bölge ülkeleri başta savunma ve güvenlik kaygıları olmak üzere birbirine yönelik kaygılarını beyan edebileceklerini kaydetti. Zarif, İran bu öneriyi hayata geçirmeye hazır olduğunu, çünkü gizli saklı hiç bir şeyleri bulunmadığını vurguladı.

Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif geçenlerde Davos’ta düzenlenen dünya ekonomik forumunda da, neden Amerikalı uzmanlar İran’ın savunma amaçlı olduğu halde füze programından kaygı duydukları ile ilgili bir soruya verdiği cevapta, İran’ın füze programı hiç bir uluslararası yasayı veya konvansiyonu ihlal etmediğini belirtti. Zarif, bir zamanlar BMGK’nın 1929 sayılı kararnamesi yürürlükteyken, Amerikalı uzmanlar böyle bir iddiada bulunabileceğini, ancak bugün 2231 sayılı kararnameden sonra hiç kimse İran’ın füze programı herhangi bir şeyi ihlal ettiğini iddia edemeyeceğini vurguladı.

Gerçekte İran İslam Cumhuriyeti İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei’nin fetvası ve savunma doktrini çerçevesinde hiç bir zaman nükleer silah üretme peşinde olmadı ve olmayacak. O zaman neden Batı İran’a karşı bu kampanyayı yürütmekte ısrar ediyor?

Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif İran son 250 yılda komşularına karşı hiç bir tehdit oluşturmadığını hatırlatarak şu ifadelere yer verdi:

Biz hiç bir ülkeye saldırmadık. Üstelik biz bölgenin en büyük veya en azından en büyük ülkelerinden biriyiz. Biz asla hiç bir komşumuza saldırmadık ve tecavüzde bulunmadık. Ancak biz kendimizi savunuyoruz. Savunma teçhizatı ve yöntemleri alanında kendimize özgü teçhizata ve yöntemlere sahip olmak hakkımızdır. Biz bu teçhizatı ve yöntemleri asla bırakmayız ve aynı zamanda tüm komşularımızla güven arttırıcı tedbirleri uygulamaya da hazırız. İran’ın savunma bütçesi ve özellikle askeri teçhizata ayırdığı bütçe Arabistan’ın askeri teçhizat için ayırdığı bütçenin onda biridir.

Siyasi ve iktisadi açıdan da bakıldığında İran ve 5+1 arasında sağlanan nükleer anlaşmada tüm tarafların kazançlı çıktığı anlaşılır. Bölgesel açıdan ise bu anlaşmanın mesaj, tüm sorunların diplomasi yoluyla çözümlenebileceğidir, nitekim herkes İran’ın nükleer meselesi bu yöntemle çözümlenemeyeceğini düşünürken, İran ve 6 büyük güç bu sorunu masada çözdü ve on yılı aşkın bir süre yıpratıcı ve tehdit unsuruna dönüşen bir sorun tamamen halledildi. Dolaysıyla bölgede başka meseleleri de çözümleyememek için hiç bir mantıklı gerekçe yoktur.

Cumhurbaşkanı Dr. Hasan Ruhani 2013 yılında BM genel kurul zirvesinde şiddet, radikalizm ve terörle mücadele önerisini sundu ve dünya camiasının temsilcileri oy birliği ile bu öneriyi onayladı ve Wave adı ile ün yapan kararname ortaya çıktı. Şimdi ise Wave kararnamesini uygulamak için muslih yöntemler ve diplomasi alanında elde edilen deneyimler gerekiyor. Gerçekte Wave kararnamesi ile Bercam nükleer anlaşmasının deneyimi arasında bir bağ kururarak Ortadoğu bölgesinin sorunlarının çözümü için uygun bir plan üretmek mümkün. Bu plan diyalog ve topluca ve birlikte hareket etmek sureti ile bölgenin kronik sorunlarına çözüm getirebilir. Bu plan bölgede masum insanların katledilmesini, sivillerin bombardıman edilmesini, şiddeti ve insanların kırılmasını önleyebilir. Bu plan küresel destekle tüm bölgeye istikrar ve demokrasi ve halkın hakimiyetini getirebilir.

Gerçekte bugün Irak, Suriye ve Yemen gibi bölgenin bazı ülkeleri terör, şiddet, radikalizm, tekfir ve savaş çığırtkanlığı ve dünya camiasının bu cinayetlere karşı duyarsızlığının kurbanı olmuştur. Ancak bu büyük zararların dalgası sadece Ortadoğu bölgesi ve Arap dünyası ile sınırlı kalmadığı ve Avrupa ve hatta Amerika’ya kadar yıldığı ve dünya genelinde medeniyetlerin izlerini ve eski medeniyetlerin temellerini hedef aldığı ve adeta beşeriyete karşı kıyıma başladığı gözleniyor. Oysa bölgede terörle mücadele ettiğini iddia eden Amerika aynı bahaneye dayanarak Afganistan ve Irak topraklarına saldırdı ve bu ülkeleri uzun yıllar işgal etti ve milyonlarca insanı katletti veya avare etti. Ancak buna karşın Amerika bölgede terörün kökünü kurutamadı, bilakis terör ve güvensizliğin tırmanmasına yol açtı.

Bugün yine IŞİD – Siyonizm terörü bölgenin ve dünyanın güvenliğini tehdit ettiği halda Amerika bölgede Arabistan gibi tekfirci terörün türemesinde ve yayılmasında doğrudan rol ifa eden ve 11 Eylül 2001 olaylarını sebebiyet veren onlarca Suud teröriste yataklık eden ülkelerle sözde terörle mücadele ittifakı kurduğunu iddia ediyor. Gerçekte Amerika’nın teröre karşı çifte standart tutumu ve bölgenin gerçeklerini tahrif etmesi ve terörle gerçekten mücadele eden ülkeleri karalamaya çalışması bölgede terör, şiddet, mezhepçilik ve etnikçiliği körüklemeye zemin oluşturmuştur.

Bu tehditleri ve geniş kapsamını göz önünde bulunduran İran İslam Cumhuriyeti uluslararası arenalarda bölgeye yönelik barışçıl hareketini toplu çıkarların temelinde geliştirmiş ve sürdürmüştür. İran bu çerçevede terörün kökünü kurutmak ve bölgede demokratik değişimlere zemin hazırlamak için her türlü yardımda bulunmaya hazırdır. İran bölgede hiç bir devlet silahların değişime vesile olmasına müsaade etmemesi gerektiğine inanır. Buna göre İran iktidarların silah zoru ile değil de, asıl halkın oyları ile süreklilik kazanmasından yanadır.

İran İslam Cumhuriyeti Irak ve Afganistan’da demokrasinin inşa edilmesine yardımcı olduğu gibi bugün Suriye ve Yemen’de de demokrasinin inşa edilmesine yardım etmeye hazırdır.

Suriye krizi konusunda İran bu krizin savaşla çözümlenemeyeceğine inanır. Suriye krizinin tek çözüm yolu, siyasi diyalogdur. İran bu krizin ta başında krizi siyasi yollardan çözümlemeye çalıştı, ama maalesef bazı önşartlar ileri sürüldü. Bazı çevreler siyasi sürecin sonucunu daha başlamadan belli etmek istiyordu. Kuşkusuz bu tür mantıksız talepler müzakere etmeyi imkansız hale getiriyordu.

Ancak şimdi bu durum İran ve diğer bazı ülkelerin ve BM’nin katkıları da değişiyor. Dolaysıyla İran siyasi çalışmayı desteklerken, bu çerçevede Suriye’de milli vahdet hükümetinin kurulmasını ve adil ve serbest seçimlerin düzenlenmesi için zemin hazırlanmasını savunmayı sürdürüyor. Öte yandan Suriye anayasasında bazı değişikliklerin de yapılması gerekiyor. Bu, İran’a göre Suriye krizini çözümleyebilecek yol ve yöntemdir. Tüm bunlar İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in iki yıl önce Suriye krizinin çözümü için sunduğu dört maddelik öneri paketinde yer alıyor.

Gerçekte Cumhurbaşkanı Ruhani’nin BM genel kurul zirvesinde beyan ettiği gibi bugün yaşanan savaş, yıkım ve terörün kökleri dün yaşanan işgal, tecavüz ve askeri müdahalelere uzanır. Eğer Amerika Afganistan ve Irak topraklarına askeri müdahalede bulunmasaydı ve eğer korsan İsrail’in mazlum Filistin milletine yönelik insanlık dışı cinayetlerine sınırsız ve kayıtsız şartsız destek vermeseydi, bugün teröristler cinayetlerini haklı gösterecek hiç bir bahane bulamazdı.


Etiketler