Eylül 25, 2016 16:36 Europe/Istanbul

Aslında kutsal toprakları Hac farizesi için ziyaret eden hacıların kendilerini güvende hissetmemeleri ve her an özellikle Mina’da başta olmak üzere kutsal topraklarda bir facia ile karşı karşıya gelebileceklerinden kaygı duymaları gayet doğaldır, çünkü Hac merasimini yönetenler kifayetsizdir.

Geçen bölümde 2015 yılında Hac sırasında Mina faciasında hayatını kaybeden hacıların bağlı bulundukları İslam ülkelerinden hemen hemen hiç bir bu faciada hayatını kaybedenlerin haklarını aramadığını ve bir tek İran İslam Cumhuriyeti bu konuda harekete geçtiğini anlattık. Ancak hiç kuşkusuz bir tek ülkenin hacıların haklarını araması yeterli değildir ve şimdi Suud rejiminin uluslararası yasalara ve İslam ahkamına göre hacıların can güvenliğinden doğrudan sorumlu olduğunu bilme zamanı gelmiştir. Suud rejimi geçen sene Mescid-i Haram’da düşen devasa vinç olayı veya Mina’da yaşanan ve binlerce hacının hayatını kaybetmesine yol açan facilara karşı sorumlu olduğunu ve bu durumlarla ilgili hesap vermesi gerektiğini bilmelidir. Gerçi Arabistan gibi bedevi aşiret sistemi ile yönetilen bir ülkede insanların en temel haklarının gözardı ediliyor olması ve uluslararası arenalarda da bir çok yasaya uymamasına bakıldığında bu iş biraz zor olabilir, fakat buna karşın Suud rejimi en azından hacılara karşı önemli yükümlülükleri ve görevleri olduğunu bilmesi gerekir.

Her insanın ilk temel hakkı, hayat hakkıdır. İslamî insan hakları bildirgesinin ikinci maddesi şöyle diyor: Hayat, ilahi bir muhibettir ve her insan için güvence altına alınmıştır ve tüm insanların, toplumların ve devletleri bu hakkı desteklemeleri ve bu hakka yönelik her türlü tecavüze karşı direnmeleri gerekir.

Evrensel insan hakları bildirgesinin üçüncü maddesinde de her insanın hayat, özgürlük ve bireysel güvenlik haklarına sahip olduğu vurgulanıyor.

Ancak Suud rejimi Hac merasimini yönetmekte tedbirsizliği ve müsamahakar davranışı ile birlikte şimdiye kadar binlerce hacıyı hayat hakkından mahrum bırakmıştır ve bu yüzden bu müsamahakarlığının şer’i ve yasal yükümlülüklerini üstlenmesi gerekir. Bu yükümlülüğün kurban ailelerinden özür dilemek ve onlara tazminat ödemek ve bir daha Mina faciası gibi acı olayların yaşanmaması için ciddi tedbirleri almak ve uygulamaktan ibarettir.

Ancak ne var ki kendini sürekli hatasız niteleyen ve Hac sırasında yaşanan her olaydan başkalarını sorumlu tutmaya çalışan Suud rejimi gibi bencil bir rejim hiç bir zaman İslamî ve uluslararası yükümlülüklerini üstlenmek istemiyor. Bu yüzden İran İslam Cumhuriyeti bu konuyu uluslararası mahkemelere götürmek istiyor. Kuşkusuz İran’ın açacağı bu dava, Mina faciasında hayatını kaybeden diğer hacıların bağlı bulundukları devletlerin eşlik etmesi durumunda daha da etkili olacaktır. Ancak maalesef bu devletler Suud rejiminin lobileri yüzünden bu doğrultuda hiç bir adım atmıyor, oysa hepsi de kendi halkının can güvenliğinden sorumlu olan ülkelerdir.

Aslında Suud rejimi sadece Hac merasiminde hacıların can güvenliğini temin etmekte aciz görünmüyor. Suud rejimi siyasi ve dini açıdan da Hac merasimini yönetebilecek salahiyetten yoksundur. Bugün Arabistan’ı iç ve dış siyaset arenalarına hakim olan ilkelere duyarsız olan ve amaçlarına parasının gücü ile ulaşmaya çalışan Suud adında bir hanedan yönetiyor. Nitekim bu ülkede ne demokrasi ve ne de özgürlükten söz edilebiliyor. Arabistan’da kadınların araç kullanmalarına izin verilmiyor ve şii müslümanlar en sert biçimde bastırılıyor. Suud hanedanı dış arenada da başka ülkelerin içişlerine karışmak ve hatta Yemen gibi ülkelere saldırmaktan bile çekinmiyor ve uluslararası camianın itirazlarını umursamıyor.

Suud rejimi Hac farizesini de dış politikasını gütmek için bir araç olarak kullanıyor ve örneğin İranlı, Yemenli ve Suriyeli hacılara Hac farizesine katılmalarına izin vermiyor.

Dini açıdan Suud hanedanı sapkın Vahabi tarikatının ideolojisini benimsiyor. Bu tarikat İslam’ın hiç bir mezhebine veya tarikatına tahammül etmiyor ve hatta başka ülkelerden gelen ve başka mezheplere mensup olan hacıların mezhebi özgürlüklerine saygı göstermiyor. Bu yüzden Suud güvenlik güçleri Hac sırasında hacılara karşı en çirkin ve saygısız biçimde davranıyor ki bu davranışın kökleri bağnaz ve irticai Vahabi ideolojisine uzanıyor.

Kuşkusuz bunca zafiyet ve eksik yönü bulunan Suud rejimi haremeyni şerifeyni ve Hac merasimini yönetme salahiyetinden yoksundur. Nitekim yıllardır bazı gruplar, şahsiyetler ve hatta İslam ülkelerinin yönetimleri Mekke ve Medine’yi müslümanlara ait iki kutsal kent olarak bildikleri için Hac farizesinin daha iyi yerine getirilmesi için önerilerde bulunuyor. bazıları Hac merasimi dönemsel olarak salahiyetli devletlerce düzenlenmesini öneriyor. Bazıları ise İslam ülkelerinden bir komisyon kurulması ve Hac merasimini bu komisyonun yönetmesini istiyor. Bazı kanaat önderleri de bu önemli görevin İslam işbirliği teşkilatına verilmesinden söz ediyor.

Her halükarda geçen sene Mina’da yaşanan facia ve yedi bini aşkın hacının feci bir şekilde hayatını kaybetmesi, Suud hanedanının kifayetsizliğinin delilidir. Bu rejim artık Hac farizesini düzenleme salahiyetinden yoksundur. Nitekim kutsal toprakları Hac farizesi için ziyaret eden hacıların kendilerini güvende hissetmemeleri ve her an özellikle Mina’da başta olmak üzere kutsal topraklarda bir facia ile karşı karşıya gelebileceklerinden kaygı duymaları gayet doğaldır, çünkü Hac merasimini yönetenler kifayetsizdir. Bu şartlarda bu büyük İslamî merasimin yönetimi kifayeti olan bir kuruma devredilmesi ve bu kurum Hac sırasında yaşanacak her türlü meseleden sorumlu tutulması gerekir.015

Etiketler