Ekim 02, 2016 16:58 Europe/Istanbul

İran milleti İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonraki tüm yıllarda düşmanların dayatılan savaştan darbe komplosu ve iç fitnelerden iktisadi yaptırımlara ve İran’ın ilerlemesi yolunda engel çıkarmadan yumuşak savaşına kadar tüm komplolarına ve kumpaslarına karşı büyük bir iktidarla dik duruş sergiledi.

Kuşkusuz bu tutum müstekbirlerin çıkarları ile örtüşmeyen bir durumdu ve bu yüzden küresel istikbar ve en başlarında Amerika İran İslam inkılabı ile mücadele etmeye başladı.

Dayatılan savaş yıllarında sergilenen direnişte İran milleti hangi kavimden ve hangi inançtan ve mezhepten olursa olsun bir bütün olarak ve birlik içinde düşmanın barbarca saldırısı karşısında direndi. İran milleti bu yıllarda bir çok kez düşman kumpaslarına karşı büyük bir iktidarda arenada yer aldığını ve nerede ve ne zaman gerekli olursa İslam Cumhuriyeti nizamını var gücüyle savunacağını ispat etti. İran milletinin savaşın en zor günlerinde bir bütün olarak cepheleri doldurması İslam savaşçılarının moralinin yükselmesinde ve savaşın kaderini değiştirmeye ve düşmana galip gelmeye vesile oldu.

Saddam rejimi dayattığı sekiz yıllık savaşta amaçlarına ulaşmak için her türlü cinayeti işledi. Bu cinayetlere kentlere füze saldırıları, savaş bölgesinde ve sivil yerleşim merkezlerine karşı kimyasal silah kullanmak, petrol tesislerine ve diğer önemli altyapı tesislerine saldırmak, yolcu uçaklarını düşürmek ve Fars körfezinde petrol tankerlerini ve ticari gemileri vurmak gibi hepsi de uluslararası yasaların açık ihlali olan durumları örnek vermek mümkün. Nitekim İran milletinin ister dostu ister düşmanı olsun, herkes bunca geniş çaplı saldırılara ve cinayetlere karşı direnişin büyük sabır ve özveri ve fedakarlık gerektiğini itiraf etti.

İran milletinin bu fedakarlığı ve direnişinin tecelli ettiği cephelerden biri, Hürremşehir hamasetiydi.

Saddam rejimi 22 Eylül 1980’de İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı savaşını başlattı. Iraklı askerler Şelemçe sınırını Huzistan eyaletini üç günde işgal etme hayali ile geçerken, bir de Hürremşehir liman kentini de çok kolay ve sorunsuz bir şekilde fethetme kuruntusunu yaşıyordu.

Aslında o dönemde bölgeye hakim olan siyasi şartlar ve İran’da silahlı kuvvetlerin bir bütün gibi gözükmemesi ve İslam inkılabının yeni yeni ayakta durmaya çalışması gibi durumlar, Saddam rejimine Hürremşehir’i işgal etmeyi çok kolay gibi gösteriyordu.  Bu yüzden Saddam sadece bir tek alayı Hürremşehir’i işgal etmekle görevlendirmişti. Ancak Hürremşehir halkı eli boş ve silahsız bir şekilde ve ancak seyrek sayıda halk direniş güçlerinin çelik iradeleri sayesinde tam 34 gün direndi ve bu direniş yüzünden Hürremşehir bir tek alayla değil bir tümenin taarruzu ile işgal edilebildi.

Hürremşehir kurtarıldığı gün ise bir çok askeri gözlemci bu kentin kurtuluşunu İran milletinin saldırgan baas ordusuna karşı direnişinin simgesi niteledi ve halkın sergilediği direnişin Saddam rejimi ve hamilerinin tüm askeri hesaplarını alt üst ettiğini ve dayatılan savaşta yeni şartları ortaya çıkardığını itiraf etti. Bu yüzden Hürremşehir’in kurtuluşu büyük bir hamasete dönüştü. Bu hamaset İran milleti için uzun süreli etkisinin yanında düşmanlara da önemli bir ders oldu.

Gerçekte Hürremşehir’in kurtuluşu dayatılan sekiz yıllık savaşın kaderinde yeni şartların ortaya çıkmasına vesile oldu. Hürremşehir’in kurtuluş hamaseti İran milleti için dayatılan savaş yıllarının takviminde direniş cinsinden unutulmaz bir hadiseydi. Bu hamasetler o kadar çok tekrarlandı ki İran milletinin özveri, sabır, direnişve fedakarlığının konuşan tarihine dönüştü. Kuşkusuz savaş ve direniş yıllarının tümü en zorlu günlerde onurlu direniş günlerini simgeliyor ve azameti asla unutulmuyor. İran milletinin dayatılan savaş yıllarında sergilediği direniş, Aşura kıyamının derslerinden kaynaklanan manevi cilveler ve inançlarla doludur. Nitekim İran milletinin Saddam rejimine karşı zaferinin sırrı da Aşura değerlerine ve kültüren inanmasıydı, çünkü Aşura kültürü hürriyeti savunuyor ve batılı ve esareti reddediyor ve tüm bunlar İmam Hüseyin’in –s– Aşura gününde kıyamının felsefesi olarak tecelli ediyor ve şimdi de İran milletinin direniş kültürüne yansıyor. Gerçekte İslam inkılabının zaferi üzerinden 38 yıl ve dayatılan savaşın üzerinden uzun yıllar geçtiği halde o dönemin bu değerleri hiç eksilmedi, bilakis İran milletinin direniş ve fedakarlık kültürü daha da kıvama geldi ve derinleşerek etkisi evrenselleşti.

Amerika İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra bu yıllarda sürekli İran milletinin direnişini kırmaya çalıştı ve dayattığı savaş ve yaptırımlarla İslam Cumhuriyeti nizamının güçsüz olduğunu telkin ederek İran milletinin nefesini kesmeye çalıştı ve yine iktisadi kuşatma çemberini daha da daraltarak bu milletin askeri ve iktisadi alanlarda direnişini etkilemek istedi. Ancak İran milleti sadece kutsal savunma yıllarında Doğu ve Batı süper güçleri karşısında direnmekle kalmadı ve şimdi de geçmişe kıyasla daha kararlı bir şekilde küresel istikbar güçlerinin tüm komplolarına karşı koymaya devam ediyor. Bu irade bölge milletlerinin kaderinde de önemli bir dönüm noktası olabilir.

Gerçekte milletlerin direniş ve zafer tarihi, müdahaleci güçlerin hiç bir zaman bağımsız ve direniş kültürü olan ülkelere katlanamadığını gösteriyor. Bu yüzden zorba güçler işin ta başından İran milletine savaş dayattı ve son yıllarda da günün şartlarına göre her türlü entrika ve yönteme baş vurarak İslam Cumhuriyeti nizamı ile mücadele etmeye çalıştı. Nitekim sekiz yıllık savaş da bu çerçevede dayatıldı. Bu savaşta yüz binlerce insan şehit düştü veya yaralandı. Bu savaşta kentler ve köyler bombalandı, füze yağmuruna tutuldu ve bazı İranlı vatandaşlar Batı’nın Saddam’a hibe ettiği kimyasal silahların mağduru oldu ve kimyasal bombardımanın yüz bini aşkın şehidi ve mağduru, savaşın yaralarını daha da derinleştirdi. Kutsal savunma yılları bu tür anılar ve yine esaretin acı günlerinin anılarıyla doldu taştı.

Öte yandan yılların geçmesine rağmen düşmanların İslam Cumhuriyeti nizamına karşı komploları ve sabotajları azalmadığı gibi daha da değişik yöntemlerle artarak devam etti. Bu tarihi süreçte dayatılan savaşın deneyimleri saldırgan tarafın karşısında her ne kadar güçlü olursa olsun ve her ne kadar güç odakları ile askeri ve mali açıdan desteklenirsen desteklensin, direnişin köklü ve derin bir direniş olduğunu ortaya koydu, nitekim bu sebepten ötürü düşmanlar bu tür cinayetlerinin karşılığında elde ettikleri tek şey, hezimetlerin tekrarlanmasından ibaretti.

İran milleti kutsal savunma yıllarında sergilediği iktidar ve direnişi sayesinde önemli başarılar elde etti ve bu süreç halen aynı şekilde devam ediyor. Bu yüzden savaş denklemi İran milletinin cesurca direnişi ve silahlı kuvvetlerinin kahramanca savunması sayesinde sonunda İran lehine sonuçlandı ve saldırgan taraf zillet içinde geri çekilmek zorunda kaldı.

İran hiç bir zaman savaşı başlatan taraf olmadı, ancak pratikte bu toprakları savunmakta azimli ve kararlı olduğunu ispat etti ve bu direnişi ile izzet yolunda güçlü adımlar atarak İran milletinin gerçek iktidarını ve gücünü düşmanların yüzüne vurdu.

İran İslam Cumhuriyeti nizamının siyasi düşünceleri hak ve adalet yolunda mücadele etmekle içiçe olmuştur ve içinde zulüm ve adaletsizlikle mücadele uğruna fedakarlığın  en yüce örnekleri yer almaktadır. Nitekim aynı inanç ve iman gücü İran milletine mücadele ve inkılapçı ruhunu geliştirmek üzere uygun bir zemin sunmuştur.

İran milletinin tüm zorluklara karşı direnişi çok değerli bir unsurdur ve günümüzde istikbar karşıtlığı ve zulüm ve sulta düzeni karşısında direniş şeklinde kendini göstermiştir. Bu yüzden Amerika elebaşılığındaki küresel istikbar bölgesel müttefiklerinin yardımıyla İslam inkılabı ile mücadele etmeye öncelik veriyor ve İslamî nizamı dört bir yandan baskı altında tutmaya çalışıyor. İktisadi kuşatma, inkılap karşıtı muhalifleri desteklemek, Tahran’da Amerikan büyükelçiliği aracılığı ile casusluk yapmak gibi durumları bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Amerika’nın Tahran’daki büyükelçiliği aracılığı ile casusluk faaliyetleri İmam Humeyni’nin –ks– çizgisinde hareket eden inkılapçı öğrencilerin bu şer mekanını ele geçirilmeleri ile noktalandı.

Batılı kurumların son yıllarda yaptığı araştırmalar, Amerika yönetiminin kendince İslam Cumhuriyeti nizamını itibarsızlaştırmak ve zayıflatmak için tüm çabalarını sarf ettiğini gösteriyor. Dayatılan savaş da İran’a yönelik komplo zincirinin bir halkasıydı. Gerçi dayatılan savaş sona erdi, fakat Amerika’nın İran İslam cumhuriyetine yönelik husumeti son bulmadı ve halen iktisai ve siyasi arenalarda ve İran’ın bilimsel gelişmesini egelleme alanında devam ediyor.015