Şubat 23, 2016 06:35 Europe/Istanbul

Feminizm ve ilkelerin tenkidi, öğretiler ve sonuçları adlı sohbetimizin önceki bölümünde feminizmin, bireysellik ve hümanizm gibi temel düşünce yapılarına değinerek, hümanizmin insanı eksen aldığını, bireysellikte ise kişinin tüm bireysel özellikleri ile kıstas olduğunu söyledik.

Böylece feminizm tüm siyasi, ekonomik, hukuki, ahlaki ve sosyal boyutlarda kişi ve isteklerini ölçü alıyor. Fakat islami düşüncede Allah, her şeyin eksenidir ve kutsal şer'i kurallar çerçevesinin dışında olan her türlü bireysel özgürlük ise yasaktır. Ayrıca İslam açısından mutlak bireysellik anlamsızdır ve kadın ile erkek birbirine karşı sorumludurlar. Bu programda feminizm düşüncesinin temel ilkelerinden bir diğerini gözden geçirmeye çalışacağız. Birlikte dinleyelim.

 

Kadın ve erken iki ayrı cinsiyet, sahip oldukları doğal özellikleri ile birbirinden farklılaşıyorlar. Peki kadın ve erkeğin farklılık sahası ve alanı nedir? Bazı feministler ve sosyologlar, kadın ve erkek arasında biyolojik farklılıklar dışında hiçbir farklılık olmadığını, zihniyet, davranış ve benzeri farklılıkların yaşam çevresi ve kültürden kaynaklandığını ve hiçbir genetik temele dayanmadığını savunuyorlar. Buna karşı bir çok psikolog da kadın ve erkek arasında yapısal farklılıkların olduğunu vurguluyorlar. Bu bakış açısına göre kadın ve erkek iki zıt yönde birbirinin çevresinde dönen iki gezegendir. Ünlü Fransız filozof Emanoel Kant (Immanuel Kant), kadın ver erkeğin ruhsal ve fiziksel yapısının farklı olduğunu belirterek, her birinin ailedeki rolünün ise işte bu farklılıklara dayandığını belirtiyor.

 

İslam açısından kadın ve erkek sadece fiziksel boyutta değil, çeşitli duygusal, fikri ve davranış açılardan da farklıdırlar. Vücut yapısı ve boy ortalaması, ağırlık, beyin kapasitesinden, davranış alışkanlıkları, sanatsal yaratıcılık, sabır ve dayanıklılık, tahrik eşiği, estetik anlayışı ve onlarca başka konular, iki cinsiyet arasındaki farklar kategorisinde yer alıyor. İslam açısından kadın ve erkek birbirini tamamlıyor. Bu konu hem doğal özellikler ve hem birbirine karşı hukuk ve görevlerinde görülüyor. Doğal farklılıklar ne bir cinsin diğerine üstünlüğü ne de bir kanıtı sayılır, sadece ideal bir yaşam sürdürmek için bir yoldur. Yüce Allah Zuhruf suresinin 32. ayetin bir bölümünde şöyle buyuruyor: ... Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.

Hiç şüphesiz karşılıklı farklılıklar, ihtiyaçlar, aile ve sosyal gereği, cinsiyete bağlı ruhsal ve fiziksel konular, kadın ve erkeği birbirine yaklaştırıyor ve onların mükemmelleşmesi, çiftlerin oluşması ve nihayetinde ailenin kurulmasına sebebiyet veriyor.

 

Kadın ve erkeğin birbirine karşı tamamlayıcı rolü, her iki cinsin, karşı cinse olan ihtiyaç duygusunun resmiyete tanınması ile gerçekleşir. Aile düzenin güçlenmesi de bu ihtiyaç duygusuna bağlıdır. Ailede, erkeğin artık bir eşe ihtiyacı olmadığını hissettiği, kadının da ekonomi gücüne güvenerek artık erkeğin desteğinden bağımsız olduğunu düşündüğü zaman, bir kadın ve erkeğin nasıl güçlü bir aile oluşturarak birbirini tamamlanması beklenebilir? İslami düşüncede, kadının sosyal sorumluluklarına değer verilirken, kadın ve erkeğin ailedeki özel rollerine vurgu yapılmıştır. İslami düşüncede, kadın ve erkek ailede ve toplumda iki farklı fakat tamamlayıcı rolleri var ve bu ortak ve özel sorumluluk, dini kurallar çerçevesinde her zaman riayet edilmelidir.

 

Günümüzde batıda feminizm düşüncesinin yayılması ile birlikte, kadın erkeğin benzerlik sloganı şiddetle yayılarak, bu toplumların derin sosyal krizler yaşamasına sebep oldu. Bu slogan herkesten ziyade kadınlara zarar veriyor, zira kadın ve erkeğin birbirine benzer olduğu bahanesi ile aile sorumluluklarının da aralarında eşit dağılmasına sebep olup, mihir parası ve nafaka gibi konuların, kadının bağımsız kişiliğini aşağıladığı düşüncesi ile reddetmesi, kadınların kendi geçimini sağlamak ve sosyal kişiliğini kazanmak için iş piyasasına sürüklemesine sebep oldu. Fakat diğer yandan kadınlar da aile sorunları ve yetenek farklılıkları nedeni ile, özellikle yönetim mevkilerinde erkeklerle rekabette gereken rekabet gücünden yoksun kaldılar. Görünüşte kreşler ve pansiyonlar, kadınların endişelerini bir nebze azaltırken, hazır yemekler de kadının evdeki boşluğunu doldurdu, fakat pratikte kadınlar erkeklere oranla fiziksel ve ruhsal açıdan daha fazla yıprandı, zira çalışma alanındaki sorumluluklarının yanı sıra ev işlerin ağırlığını da omuzlamak zorunda kaldılar. Daha da önemlisi, çalışan kadınlar, evde eş ve anne olarak inisiyatifi kaybettiler. Böylece kadınlar ruhsuz bir hayat, uygun olmayan çalışma şartları, eş ve çocukları ile anlaşamama sorunları ile baş başa kaldılar.

 

Feminizmin düşünce temellerinden bir diğeri ise erkek düşmanlığıdır. Bazı feministler kadın ve erkek arasında farkları inkar ederek, erkekleri, kadınların asıl düşmanı biliyor ve onlarla mücadelede ısrar ediyor. Söz konusu grubun bazı yazıları, iki cins arasında tarihi savaşı temel aldığı, iki cinsiyette cehalet ve bencillikten kaynaklanan toplumdaki sapmaların köküne inmek yerine, kadın ve erkek arasında siyasi saflaşmaları çizdiği anlaşılıyor. Diğer yandan batının yeni kültürü, çıkarcılık ve batının kapitalizm düzenini güçlendirme doğrultusunda şekillendiği için, bireyselliğin sonucu sadece bireyler ve toplumdaki grupların çıkarlarında zıtlaşma olmakla kalmıyor.

Batıda bireyselliğin bir diğer sonucu ise kadın ve erkeğin birbirini tamamlayıcı değil, her birinin bağımsız bireyler olduğu düşüncesidir, böylece kültürel ve hukuki programlarında her birini ayrı ayrı dikkate alıyor ve toplumun tüm kesimlerine bir yerde bakmaktan aciz kalıyor. Kadın ve erkek arasındaki tezat da işte bu bakışın sonucudur. Fakat İslam, ancak yaratılıştaki farklılıklara boyun eğerek, ilahi hidayet ve dayanışma ile gönül birliği ortamı oluşturmakla her iki cinsiyetin gerçek kâr ve kazançları olacağını savunuyor.

 

Kadın ve erkek arasında savaş ve zıtlaşma artması ile her bir taraf, diğerini kendi düşmanı biliyor ve daha fazla zıtlaşmaya çalışır. Bu bakış açıcını sonucu ise çiftlerin sorumluluk taşımaması ve taahhütlerinden kaçmasıdır. Hali hazırda batıda erkeklerden, kadınların daha da korkunç düşmanı olacak bir başka portre çizilmekte. Erkeklerin bu grubu tıpkı eşcinseller gibi, hiçbir kadın ile ilişkileri olmamasını istiyor.

Batılı yazar Dr. Henry Makow, "Feminizm, Kadın Özgürlüğü Efsanesin Yenilgisi" adlı kitabında şöyle yazıyor: Eninde sonunda feminizmin gerçeği ve içeriği açıklanacaktır...onlar erkekleri erkeklikten çıkartarak, kadınları erkekleştirdiler. Bu yolda her iki cinsiyet, kendi hüviyetini kaybetti."

Bu arada Dr. Tony Grant da şöyle yazıyor: Günümüz kadını, sahte bir erkektir. Gerçek erkeklerle savaşmakta ve bu yüzden perişan ve huzursuzdur.

 

Feminizm hareketi aile yapısını nefyederek, aileden kaçıp, aile reislik sorumluluğunu zayıflatıyor, erkeğin aile gelirini sağlama ahlakını renksizleştiriyor, kadının erkeğe bağımlılığını kesiyor, iki cinsiyet arasındaki fıtrat ve doğasını göz ardı ediyor, böylece batıda aile yapısında kriz yaşanıyor.

İslam inkılabı rehberi bu bağlamda şöyle buyuruyor: Aslında batıda kadını savunma hareketi, şaşkın bir hareket, mantıksız bir hareket, cehalete dayalı, ilahi sünnete dayanmayan, kadın ve erkek fıtratına dayanmayan ve nihayetinde her kesin zararına olan bir harekettir, hem kadınların zararına ve hem erkeklerin zararına, kadınlara zararı daha çoktur. 009  015