El-kaide ve 11 Eylül; ABD hegemonyasının zemini - 1
Amerika devleti, Amerika ve korsan İsrail casusluk örgütlerinin ürünü olan 11 Eylül 2001 hadisesi gibi yaratıcı kaos projesinden bölge ülkelerine musallat olma yönünde yararlandı.
İtalyan yazar Paolo Sensini “tefrika at, yönet; 21. Yüzyılda kaos stratejisi” başlıklı kitabında Amerika’nın başka ülkelere karşı komplolarını ve Amerika devleti üzerindeki siyonist lobilerin hakimiyeti ve ayrıca Washington’un bölgeye yönelik gelecekteki planlarını anlatıyor. Söz konusu yazar Amerika devleti ile El-kaide terör örgütünün mahiyeti arasındaki bağlantıyı araştırırken Amerika milli güvenlik eski danışmanı Berjinski’nin şu sözlerine işaret ediyor: Amerika istihbarat servisi CIA, 1980 yılında mücahitleri desteklediğini açıkladı, yani tam da Afganistan sovyetler birliği işgalinin hedefi olduğu bir sırada. Gerçi Amerika casusluk servislerinin Afgan mücahitlere verdiği desteğin ne zaman başladığı gerçeği hala gizli tutuluyor, nitekim bu konuda çelişkili rivayetler gündeme geliyor.
3 Haziran 1979 tarihinde Amerika’nın dönem Başkanı Jimy Carter bu ülkenin casusluk servislerine o dönemde sovyetler birliğinin müttefiki olan Kabil yönetimi karşıtlarını gizlice destekleme izni verdi. O dönemde Berjinski bu konudaki sakıncalarını dönem Başkanı Carter’e yazdı ve şöyle dedi: Bu yardımlar sovyetler birliğini askeri müdahaleye sevk edebilir.
Aslında Berjinski bu uygulamaları gizli operasyon veya başarılı bir öneri niteliyordu, çünkü Rusları Afganistan pususuna düşürmüştü. Sovyetler birliği Afganistan sınırlarını aşarak ordusunu bu ülkeye soktuğunda Berjinski Amerika başkanına şöyle yazdı: şimdi biz sovyetler birliğini onlara özel Vietnam’a sokma fırsatını yakaladık.
Ve böylelikle sovyetler birliği, sonuçlarına katlanamayacağı bir savaşa girdi. On yıl süren bu savaş sovyetler birliğinin ekonomisini çökertti ve sonunda da birliğin dağılmasına zemin oluşturdu.
1980’li yılların başlarında bir çok kesim Amerika’nın siyasi tutumu ile koordineli bir şekildi Afgan mücahitleri dünya kamuoyu gözünde kahraman ve özgürlük için mücadele eden insanlar gibi göstermeye çalıştı. Öte yandan Hollywood sinemasının propaganda makinesi de bu doğrultuda harekete geçirildi ve böylece Afganistan’da silahlı direnişten olumlu bir imaj sunulmaya çalışıldı.
ABD milli güvenlik eski danışmanı Berjinski bu konuda şöyle diyor: Biz mücahitlere desteğimizi sürdürdük, ta ki El-kaide adında düzenli bir örgüt şekillendi. Bu örgüt aslında Amerikan casusluk servislerine bağlı İslamî silahlı birlikti ve Amerika’nın verdiği bir çok görevi başarılı bir şekilde yerine getirdi. Yine Batı’nın en önemli jeo politik önceliği olan askeri operasyonları sürdürme görevi de bu örgüte verilmişti.
Amerika’nın istihbarat servislerinin eski şefi ve oğul Bush ve Obama döneminde savunma bakanlığı görevini yürüten Robert Gates ise şöyle diyor: CIA tarafından Afgan mücahitlere yardım ve destek için hazırlanan gizli programın hacmi her geçen gün biraz daha artmaya başladı, ta ki sonunda yılda 500 milyon dolarlık bir bedele ulaştı. Bu parayı Amerika ve Arabistan karşılıyordu ve bu yardımlar Pakistan’da Muhammed Ziyaulhak yönetimi üzerinden Afgan mücahitlere ulaştırılıyordu. Bu projeye göre mücahitlerin arasında telkin edilen konular, İslam’ın siyasi sosyal mükemmel bir ideolojiye sahip olduğu ve İslam’ın kudsiyeti kafir sovyetler birliği ordusunun hakarete uğradığı konularıydı. Dolaysıyla müslüman Afgan milleti bağımsızlığını geri alması ve Moskova’nın desteklediği Kabil’deki solcu yönetimin de devrilmesi gerekirdi.
İtalyan yazar Sensini’nin belirttiğine göre, gerçek şu ki bu paralı askerlerin tümü sürekli Arabistan iktidarında yer alan ve ABD’nin müttefiki olan Sediri hanedanının buyruğu altındadır ve prens Bender bin Sultan da bu hanedanın önemli şahsiyetlerinden biridir ve hiç bir zaman Amerikan casusluk servisleri ile özel işbirliğini kesmemiştir.
Sovyetler birliği 1989 yılında Afganistan topraklarından çekilmesi ve daha sonra da tamamen dağılmasının ardından El-kaide ve diğer tüm silahlı örgütler uluslararası medyada ABD casusluk servislerince yetiştirilen güzel şeyler olmaktan çıktı ve birden Batı’nın düşmanı şer varlıklara dönüştü. Aslında bu ani değişimin sebebi, Doğu ve Batı arasında sovyetler birliği ve NATO üzerinden kurulan dengelerde oluşan boşluğu doldurmak içindir.
“tefrika at, yönet; 21. Yüzyılda kaos stratejisi” başlıklı kitabına göre Amerika’nın dış politikasında izlemeye başladığı ve 11 Eylül 2001 olaylarından sonra resmen uyguladığı yeni stratejisinin köklerini 1992 yılının sonlarında aramak gerekir. O sıralarda Amerika savaş Bakanı Dick Cheney olarak ün yapan Richard Brus Cheney, Pentagon’un üç numaralı adamı Paul Wolfovitz’i özel kalem müdürü Arving Levis Libby ile beraber Amerika’nın savunma stratejisini yeniden yazmakla görevlendirdi. Yeni strateji 1994 – 1999 yılları arasında Amerika devletinin faaliyetlerinin referansı olacaktı.
Bu belge “Dünyayı yönetme planı” adı ile biliniyor ve içindeki eğilimlerin büyük bölümü de Wolfovitz’in tezi olarak adlandırılıyor. Bu strateji daha sonraları Newyork Times ve Washington Post gazetelerinin sert eleştirilerine maruz kaldı.
İtalyan yazar Sensini bu tezin aslında eski sovyetler birliği dağıldıktan sonra gündeme geldiğini ve Amerika’nın ve korsan rejim İsrail’in çıkarlarını savunma stratejisinin ortak temellerini ve ilkelerini ortak bir program çerçevesinde gündeme getirdiğini ifade ediyor.
Paul Wolfovitz bu bağlamda şöyle diyor: eski sovyetler birliğinin dağılan coğrafyasında veya diğer coğrafi bölgelerde sovyetler birliğinin Amerika’ya yönelik tehdidine benzer bir tehdit oluşturacak her türlü yeni rakibin ortaya çıkması önlenmelidir. Bunun için Amerika kendini dünyanın tek güçlü komutanı olarak tanıtması ve yeni küresel düzeni yaratabilecek tek güç olduğunu ilan etmesi gerekir. Böylece muhtemel rakiplerini de bu projede önemli rol ifa edemeyecekleri ve meşru çıkarları savunmaya yönelik hasmane bir tutum sergilememeleri konusunda ikna edilmeleri gerekir.
Berjinski ise Amerika bu bakışla dört stratejik alanda dünyanın liderliğini ele geçirebileceğini belirtiyor. İlk boyut askeri boyuttur ki dünyada mutlak ve tartışılmaz sultayı elinde bulundurur. İkinci boyut iktisadi boyuttur ki bu da Amerikan piyasalarının dünya piyasalarına sultası üzerinden izlenebilir. Gerçi bu alanda bazı istisnalar da vardır ve bazı işaretler Almanya veya Japonya ekonomilerinin daha üstün olduğunu göstermektedir, fakat bunlar diğer üç alanda Amerika ile rekabet edebilecek güçte değildir. Üçüncü boyut teknolojik boyuttur ki Amerika bu alanda da özellikle yeni icatlar ve teknolojik buluşlar alanında başta yer almaktadır. Dördüncü stratejik alan kültürel boyuttur ki Amerikan modeli dünyanın dört bir yanından gençleri kendine çekmektedir.
Berjinski’nin iddia ettiğine göre Amerika’nın bu dört alanda üstünlüğü ona eşsiz bir siyasi ağırlık kazandırmış ve bu dört alanda üstünlük Amerika’yı dünyanın en etkili üstün gücü rekabet edilmesi zor bir devlet yapmıştır.
İtalyan yazarın kaleme aldığı kitapta Amerika devletinin “yaratıcı kaos” politikasını uygulayarak yeni dünya düzenini yeniden yapmaya çalıştığını belirtiyor. Amerika Ortadoğu bölgesinin tamamen yeniden gözden geçirilmesi ve dini ve etnik ihtilafların temelinde devletçiklere bölünmesi gerektiğine inanıyor. Amerika’nın bu planına göre bölge coğrafyası mozaik gibi yan yana dizilmiş ve aralarında sürekli husumet ve düşmanlık olan küçücük devletlerden oluşması gerekiyor. Bu devletçiklerin barbar toplumlara dönüştürülmesi ve en iyi durumda günümüz dünyasının medeni ve modern toplumlarının ihtiyaç duyduğu beşeri ve sosyal altyapılardan yoksun olmaları gerekiyor.
Günümüzde Amerika’nın siyonist rejim İsrail’e verdiği iktisadi ve askeri desteği başka hiç bir rejime vermediği bilinen bir gerçektir. Bu durumun en başta siyonist lobilerin Amerika’da karar mekanizmeleri ve merkezleri üzerindeki nüfuzundan kaynaklanıyor. Siyonist lobiler Amerika’nın dış politikası üzerinde etkili olduklarını göz önünde bulunduran Tel aviv’de iktidara yakın gazetecilerden Odid Yunin 1982 yılında kaleme aldığı bir mekalesinde İsrail’in 80’li ve 90’lı yıllarında izlediği stratejileri ortaya koyuyor. İngilizce yayımlanan bu makale korsan İsrail’in Ortadoğu bölgesinde emperyalist bir güce dönüşmek istediğini ve buna göre bölgedeki Arap rejimlerin dini ve etnik ayrışma temelinde devletçiklere bölünme politikası izlendiğini ortaya koyuyor.