Aralık 12, 2016 10:26 Europe/Istanbul

Müslümanların ortak kültürü vardır ve hemen hemen aynı dünya görüşünü paylaşır.

Müslümanların tümü yegane Allah’a tapar ve İslam Peygamberi’nin –s– nübüvvetine iman eder. Mülümanların kitabı Kur'an'ı Kerim birdir ve kıbleleri de Kabe’dir. Müslümanlar birlikte Hac farizesini yerine getirir, birbiri gibi namaz kılar ve oruç tutar ve cüz’i durumların dışında aralarında önemli bir anlaşmazlık yoktur.

İslam’ın parlayan güneşi, beşeriyetin cahilliği ve karanlığa saplandığının doruk noktasında tüm alemi aydınlattı. İslam güneşi doğunca, cahiliyenin esiri olan insanların gönlünde umut ve kurtuluş nuru doğdu ve insanların gözü aydınlandı. Bundan sonra tevhid nağmesi tüm aleme yayıldı ve dünyanın dört bir yanında dağınık vaziyette olan kavimleri ve milletleri ilahi ipe sarılmaya davet ederek beşeri camiayı birlik yaptı. Tüm bunlar nur miladı, tevhid habercisi, vahdet Resulü Hz. Muhammed’in –s– bereketinden oldu. Allah Resulü –s– biseti ile beşeri toplumlara kardeşlik ve dostluk şiarını armağan etti.

Bugün o muhteşem ve unutulmaz günlerin üzerinden 1400 yılı aşkın bir süre geçtiği bir sırada hala o coşkulu nağme mümin insanların yüreklerini ve düşüncelerini birbirine yakınlaştırmaya devam ediyor.

Gerçi başta şii ve sünni mezhebine mensup olan müslümanlar olmak üzere çeşitli İslamî mezheplerin arasında İslam Peygamberi’nin –s– veladet tarihi hakkında görüş farklılığı bulunuyor, ancak hepsi bu kutlu veladetin yılı ve ayı konusunda hemfikir olduğu anlaşılıyor.

Ehli sünnet müslümanları o hazretin veladet gününü 12 Rebiulevvel 570 ve Şii müslümanlar ise aynı yılın 17 Rebiulevvel günü olarak biliyor. Bu yüzden 12 ila 17 Rebiulevvel arasında kalan günler Vahdet haftası olarak adlandırıldı.

Kur'an'ı Kerim’in en önemli öğretilerinden biri vahdettir. Gerçi vahdet sözcüğü Kur'an'ı Kerim’de kullanılmamıştır, ancak başka muhtevalar şeklinde bu ilahi kitapta yer almıştır. Kur'an'ı Kerim’in Al-i İmran suresinin 103. Ayeti şöyle buyurmakta:

Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.

Gerçekte ilahi yönteme göre insanlar bir yandan saadet ve ilim ve amele davet edilir ve öbür yandan cahillikten ve tefrikadan ve düşmanlıktan sakındırılır. O dönemde Arapların arasında etnik bağnazlık yüzünden düşmanlıklar oldukça köklü ve derin mazilere dayanırdı. Ancak İslam dini insanın yaratılışının gayesini beyan etmek ve Allah tealaya ulaşmak için çaba harcamayı anlatmak ve dünyevi yaşamın bu ilahi hedeflere ulaşmanın aracı olduğunu beyan etmek sureti ile onları kardeşliğe ve eşitliğe davet etti.

Kur'an'ı Kerim müslümanların arasında vahdete vurgu yapmaktan başka Al-i İmran suresinin 64. Ayetinde de başka dinlerin izleyenleri ile de tevhid kelimesi ekseninde müttefik olmalarını tavsiye ederek şöyle buyuruyor:

Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın.

İşte bu yüzden cüz’i ihtilaflar asla müslümanların kendi aralarında vahdet ve birlikteliğine engel oluşturmaması gerekir. Sohbetimizin başında da belirtildiği üzere müslümanların ortak kültürü vardır ve hemen hemen aynı dünya görüşünü paylaşır. Müslümanların tümü yegane Allah’a tapar ve İslam Peygamberi’nin –s– nübüvvetine iman eder. Mülümanların kitabı Kur'an'ı Kerim birdir ve kıbleleri de Kabe’dir. Müslümanlar birlikte Hac farizesini yerine getirir, birbiri gibi namaz kılar ve oruç tutar, birbirine benzer şekilde aile kurar ve alış veriş yapar ve çocuklarını yetiştirir ve ölülerini defneder ve cüz’i durumların dışında aralarında önemli bir anlaşmazlık yoktur.

Müslümanların vahdeti bir taktik veya siyasi bir maslahat değildir. Bu vahdet iki siyasi grubun ortak bir hedefe ulaşmak için geçici olarak bir araya gelmesi gibi değildir. Örneğin eğer İslamî toplumda iki siyasi grup varsa ve bunlarda nbiri dinsiz ve ateist ve diğer müslüman ve muvahhid ise aralarında ittifak ve vahdet oluşamaz. Nitekim İran İslam Cumhuriyeti nizamının kurucusu İmam Humeyni –ks– şah rejimi ile mücadele etmelerine karşın İranlı komünistlerle kardeşlik ahdi bağlamadı ve onları müslüman İran milletinin mücadelesinde bu milletin müttefiki telakki etmedi. İslam inkılabı zafere kavuşmadan bir kaç ay önce İmam Humeyni’den –ks– acaba marksist unsurlarla işbirliği yapacak mısınız? Sorusu sorulduğunda İmam şöyle karşılık verdi: bizim hedeflerimizle onların hedefleri farklıdır. Biz İslam’a ve tevhide dayanıyoruz, oysa onlar bu iki boyuta karşıdır. Bizim ahkamımız İslam ahkamıdır, ama onlar İslam’ı kabul etmiyor, bu yüzden biz de onlarla işbirliği yapmaya ilgi duymuyoruz ve işbirliği yapmıyoruz ve yapmayacağız.

Buna göre İslam Cumhuriyeti nizamının gözetlediği vahdet, taktiksel ve geçici bir vahdet değil, derin ve kalıcı ve daimi bir vahdettir ve bu yönde gerekli dayanışma ve birliktelik oluştuğunda şartlar ve zeminler din hakikatlerini benimseme yönünde yetenekler gelişir, ki bu da ancak toplum bireylerinin hür seçimi ile mümkün olur. Bundan daha önemlisi, vahdet öz itibarı ile Kur'an'ı Kerim buyruğuna göre müslümanların en önemli görevidir. Nitekim Al-i İmran suresinin 103. Ayetinde müslümanlara ilahi ipe sarılmaları ve tefrikaya düşmemeleri emredilmiştir.

İslam’ın çeşitli mezhepleri ve tarikatları arasında İslamî vahdetin anlamı hiç bir mezhep veya tarikatın kendi dini inançlarından el çekmesi anlamına gelmlez. Hiç kimse İslamî vahdetten tüm İslamî mezheplerin bir olmasını ve başka mezheplerin bırakılmasını veya tüm mezheplerin ortak yönleri toplanarak ihtilaflerin bir kenara itilmesini ve yeni bir mezhebin türmesini ve bu yeni mezhebin de hiç bir mezhebe benzemesini beklemez zaten.

İslamî vahdetten maksat, ihtilaf konusu olan konuları bir kenara bırakmak ve karşılıklı teamüllerde ortak yönleri temel almak ve İslam dünyası ve uluslararası arenalarla ilgili meselelerde birlikte hareket etmektir. Nitekim bu durumda müslümanlar her türlü ihtilaf konusundan bağımsız bir şekilde İslam dünyasının meselelerini çözmekte birlikte hareket etmeye başlar.

Mısır’ın El Ezher üniversitesi rektör yardımcısı ve İslamî mezhepler diyalog komisyonu Başkanı Şeyh Aşur İslamî mezheplerin arasında vahdet konusunda şöyle diyor: Bizim amacımız tüm mezhepleri bir etmek ve bir mezhepten el çekerek başka bir mezhebe yönelmek değildir, çünkü bu, İslamî mezheplerin takrib düşüncesini saptırmak olur. İslamî mezheplerin aynı yönde hareket etmesi, bilimsel temele dayanması ve böylece bilim silahı ile hurafelerle savaşması demektir. Buna göre her mezhebin düşürürleri de bilimsel tartışmalarında bilimlerini karşılıklı paylaşması ve sonuçta sakin bir ortamda birbirini tanıması ve sonuç alması gerekir.

İslamî mezheplerin arasında vahdet, tarafların sağlıklı ve dostane bir ortamda bilimsel delillerini ortaya koyma ve üzerinde tartışma açısından uygun bir fırsat sayılır. Bu yüzden vahdetin hakikatleri beyan etmek veya hakikatleri örtbas etmekle çelişmez, nitekim böyle olduğu takdirde iyi olmadığı gibi başlı başına münkerlerden biri ve tefrika etkenine dönüşür.

İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei vahdetin üzerinde yaptığı vurgunun yanı sıra vahdetin tanımında ve beyanında şöyle diyor: Biz vahdet meselesinde ciddiyiz. Biz müslümanların vahdetini da tanımladık. Müslümanların vahdeti, müslümanların kendi özel kelam ve fıkhi inançlarından el çekmeleri anlamına gelmez. Müslümanların vahdeti iki ayrı manadadır ve her iki mananın karşılanması gerekir. İlkin, çeşitli İslamî mezheplerin hakikaten İslam düşmanları ile mücadelede gönül birlikteliği ve işbirliği ve düşünce paylaşımı yapmalıdır. İkincisi çeşitli İslamî mezheplerin birbirine yakınlaşması ve uzlaşma sağlaması  ve fıkhi mezhepleri birbiriyle karşılaştırmaları ve uyumlu hale getirmesi gerekir. Fakihlerin ve ulemanın bir çok fetvaları bilimsel ve fıkhi açıdan tartışıldığı takdirde birazcık değişiklik yaparak iki mezhebin fetvaları birbirine yakınlaştırılabilir.

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei bir başka yerde de şöyle diyor:

Biz dünyada tüm sünnilerin gelip şii olmasını söylemiyoruz. Ya da dünyanın tüm şiileri inançlarından el çeksin demiyoruz. Kuşkusuz bir sünni veya bir başkası araştırma yaptığı takdirde inancı ne olursa olsun, ona göre amel ettiği takdirde hesabını Allah’a vermesi gerekir. Bizim vahdet haftasında sözümüz ve vahdet mesajımız şu ki müslümanlar bir araya gelsin ve birlik olsun ve birbirine düşmanlık gütmesin ve eksenleri de Allah’ın kitabı, Resulullah’ın –s– sünneti ve İslam şeriati olsun.

Sözün özü şu ki İslam düşmanları en çok müslümanların vahdet ve birlik olmasından korkuyor ve tefrika yarat, hükümet et tezi ile hareket ediyor. Oysa müslümanların mezheplerin arasındaki ortaklıklar ve İslam dininin hak inançları temelinde hareket etmeleri gerekir. Buna göre müslümanların ihtilafları yapıcı rekabetlere dönüştürmeli ve anlaşmazlıkların tezatlara, tekfire ve ayrışmalara yol alçmasına müsaade etmemeleri gerekir, çünkü bunlar başlı başına müslümanları ve İslam ümmetini çökertecek etkenlerdir.