Aralık 22, 2016 22:49 Europe/Istanbul

Hatırlanacağı üzere geçen bölümlerde islam dünyasının düşünürleri ve bilginleri arasında birliktelik düşüncesi ve islami vahdetin konumuna değindik.

Bugünkü bölümde ve gelecek bir kaç programımızda islami ülkeleri birbirine yakınlaştıran veya ittihad ilkesini engelleyen etkenleri ele almak istiyoruz. Bundan önce de ifade ettiğimiz üzere islami ortak değerler,birey peygamber, birey kıble ve Kuran-ı kerim'in tahriften korunmasına  inanmak gibi başlıklar islami ülkelerin vahdeti için temel unsurlar sayılmaktadır. Kuşkusuz islami ülkeler arasında her türlü vahdet ve beraberliğin şekillenmesi böyle ortak temellere dayanmayarak gerçekleşmez ve ekonomi ve siyasi çıkarlar ülkelerin ittihadı için güçlü bir zemin oluşturmaz. Çünkü ekonomi ve siyaset alanında kalıcı düşman ve dost bulunmaz ve durumların değişmesi ile rakip ve düşmanlar birbirleriyle yer değiştirir.Bu nedenle islam dünyasının gerçek anlamda vahdetinin oluşması  biraz önce saydığımız ilkelerin pratikte ele alınmasıyla yaşanıp hissedilir.

Bu arada kafalarda soru işareti oluşturan bir mesele bulunmakta.Acaba neden islam dininin zuhurundan 14 yüzyıl geçtiği bir sırada, bu ortak temel ilke ve unsurlar müslümanlar arasında vahdet ve ittihada yol açmamış ve zaman ilerledikçe tefrika ve ayrımcılık islami ülkeler arasında daha da artmıştır?  İşte bu sorunun cevabı herkesin aklını çok önemli bir noktaya doğru yönlendirir ve oda islam ülkeleri arasında her türlü insicam ve ittihad oluşumunun bir takım ortak değerler üzerinde şekillenmesi gerçeğidir ama ne var ki islam dünyasında tefrika ve zıtlıkların asıl nedeni temel ilklerden daha ziyade siyasi, ekonomi,etnik ve kavmi çıkarlar üzerinde oluştuğu için ortaya çıkar .Başka bir ifade ile bu engelleyici etkenler hakkında müslümanları her zaman uyaran Peygamber efendimiz  Hz Muhammed –sav-,  tarih sayfalarında islami ümmetin nasıl bunlardan etkilendiği ve bunların neticesinde  şiddetin artmasını defalarca görüp yaşandığının altını çizerdi.Bu konu o açıdan önem taşıyor ki günümüzde zamansal ve mekansal durumlarda vahdete ermek istediğimiz zaman engelleyici tavır ve etkenlere özen göstermek gerekir ve tefrika ile ittihad zeminlerini iyice tanıyarak islam dünyasında vahdetin tahakkuku doğrultusunda çalışmalıyız.

Burada anlattığımız mesele inanç,mezhebi ve fikri alanlarda ittihad ve yaklaştırıcı unsurlara göz yummak anlamına gelmiyor ve vahdet sağlayıcı temel unsur ve ortak değerlerin takviye edilmesi gerektiğinin yanı sıra bu vahdet ve ittihadı kendi yolundan çıkaran amillere de özen göstermek gerekir. Bu yüzden islami vahdeti sağlayıcı temel ilke ve usullerin, islam ümmeti içinde güçlendiği takdirde birlikteliği sağlama yolunda islam dünyasında gerekli şartlardan biri sayılıyor ancak yeterli değildir çünkü yeterli şartlara tefrika ve vahdeti zedeleyen unsurların içinde araştırma yapmakla kavuşmuş oluruz.  Bu nedenle bu programda ve gelecek bir kaç bölümde islami ülkelerin ittihadı ve insicami veya tefrikaya yol açan birleştirici ve dağıtıcı konuların analizi üzeride duracağız. Bu konular hakkında yapılan vurgular ortak değerlerin var olduğu ve onları güçlendirme farzıyla , diğer birliktelik sağlayan unsurların güçlendirilmesiyle veya ayrımcılık ve tefrikaya neden olan etkenlerin silinmesi doğrultusunda yapılan çabalar islam dünyasının vahdeti için yararlı sonuçlar peşinden getirir.

İslam dünyasında ayrımcılık yaratan ve uzaklaştırıcı unsurların analizinde dış ve iç meselelere değinmek mümkün. islam dünyasında Tefrika ve şiddeti oluşturan bir takım kriz ve sebepler islami ülkelerin iç işlerine dayanır, bazıları da dış kaynaklı yapılan komplolarla ilgili bulunuyor. Bu nedenle bilgin alimlerin düşünce ve görüşleri ve ayrıca islami ülkelerin tarihsel deneyimleri üzerinde milliyetçilik ve hükümdarların despotluğu ve otoriterliği islam dünyasının en önemli ayrımcılığına neden olan etkenlerdir. Yeni çağa mensup olan milliyetçilik, ronesans döneminden bu yana kendini hissettirmiştir. Bu dönem sosyal baskılara karşı kişisel bilinç ve şuurun itirazı dönemidir. Yeni çağın insanı eski sosyal değerleri bırakarak bir takım yeni değer diyebileceğimiz unsurları onların yerine koydu. Bu dönemde hristiyanlık imparatorluğu çöktü ve milli hükümetler şekillendi.Hristiyanlık imparatorluğunun çöküşünde ve yeni devletlerin şekillenmesinde teorisyenlerin önünde gelen Makiyavel ahlak konusunu siyasetten ayırarak, milli devletin oluşmasını İtalya ülkesinin kaos ve sakatlıktan kurtulmanın tek yolu olacağına inanıyordu.

Teorik tartışmaların dışında özet olarak özel etnik, dil veya kültüre sahip olan bir milletin belirli bir sınır içine bağlılığına milliyetçilik denilir.Milliyetçilik tarihte bazen hükümdarların otoriterliği veya bazı dönemlerde sömürü altında bulunan ülkelerin kurtuluşuna neden olmuştur.İkinci dünya savaşından yıllar sonra bir çok insan milliyetçiliğe sığınarak sömürgeci ülkelerin sömürüsünden kurtulmayı başarmıştır. Bunun yanı sıra milliyetçilik akımı bazen de çeşitli ülkeler arasında kanlı savaşların vuku bulmasına neden olmuştur.Şimdi burada sorulması gereken bir soru var; islami düşünce ile milliyetçilik arasındaki ilişki nedir ve müslümanları birleştiren veya onları birbirinden uzak tutarak ayrımcılığa yol açma meselesinde bu akım nasıl bir rol ifa etmiştir? Milliyetçiliğin konumu hakkında islam dünyasının alimleri ve  düşünürleri arasında bazı görüş ayrılıkları mevcuttur ve genel bir sıralamada bu görüşte bulunan düşünürler üç gruba ayrılmaktalar.

Bu teorisyenlerin birinci grubu cihanşümul kuralları ile milletler arasında bölüşmesi kabul edilen etnik ve kavmi sıralama arsında hiç bir zıtlık ve aksilik görmüyor ve milliyet ile islami ümmet kavramları arasında çelişki olmadığını öne sürüp ve bağımsız bir kimliğe sahip olama ve millet olmanın Kuran-ı kerim’in de vurguladığı konular olduğuna inanırlar. Bu bakış açısına göre milliyetçilik insanın içsel temayül duygusunun kendi vatandaşı ve akrabalarına sayılır.Bu görüşün takipçileri genellikle  '' Vatan sevgisi İmandandır'' hadisine dayanarak vatana karşı olan sevgiyi din ile karşı bulmayıp hatta dinin bir bölümü olarak tanımlıyorlar.

İkinci grupta yer alan teorisyenler Milliyetçiliği batı medeniyetinin sonuç ve ona hakim olan kültürün getirilerinden sayıyor. Batı düşüncesinde milliyetçilik bir tarafta  belli coğrafi sınırlar içinde bir grup insanların ortak dil, tarihi geçmişleri ve etnikleri yer alıyor karşı tarafta ise  Yüce Allah tüm değerlerin kaynağı olarak kabul edilir ve bubakış tarzı batının hümanizm düşüncesinin bir simgesi olduğu için islam dini ile örtüşmediği öne sürülür.

Bu teorisyenlere göre islam'da birey ümmetten olan algıyı özel bir kavim veya grup değildir ve islami ümmet çeşitli kavim, etnik ve örf ve adetlere sahip olan insanları bir arada toplayan ümmettir ve onların ortak özelliği islam dininin usulüne ve Kuran'ın hükümlerine inanmak olup ve insanların üstünlüğü sadece bilim, takva ve çalışma ile elde edilir. Böylece milliyetçiliği nefy ederek islam dininin cihanşümul özelliklerini tesbit etmeye çalışırlar.

Üçüncü grup teorisyenler bunların arasında yer alır ve orta görüşe sahiptirler.Şehid Murtaza Mutahhari bu teorisyenlerin bariz örneğidir. Ona göre Milliyetçiliğin sevgi ve muhabbet gibi gerekli şartları islam açısından kötülenmemiş ancak negatif özelliklerinden uzak durulmaya vurgu yapılmıştır.

Milliyetçilik ile vahdet düşüncesi ve islami birey ümmetin şekillenmesi arasında ilişkiye girmeden söylemek gerekir ki pratikte görüldüğü gibi milliyetçilik bir çok ülkeyi sömürgecilerin sultası altından çıkarsa bile bu olumlu özelliğin yanında her zaman isami ülkeler arasında daha çok tefrika yaratıcı bir rolde bulunmuştur.