Şubat 29, 2016 17:29 Europe/Istanbul

Bahai tarikatının resmi sitesinde bu tarikatın ortaya çıkışı hakkında yayımlanan yazılara bakıldığında, bu sapkın tarikatın gerçek mahiyeti daha da iyi anlaşılıyor.

Tarikatın tanıtımında ve yapılan propagandalarında muhatapları etkilemek ve düşüncelerini saptırmak için bazı kişiler için müspet ve cazip tabirlerden yararlanılmaya çalışılmıştır.

Bahai tarikatının resmi sitesinde bu tarikatı tanıtmak amacıyla yayımlanan yazılara göre, kameri 5 Cemadiül evvel 1260’a denek gelen 23 Mayıs 1844 tarihinde kendisine Bab lakabını seçen Seyyid Ali Muhammed adında Şirazlı genç bir işadamı şu iddiada bulundu: Yakında Allah tarafından bir peygamber zuhur edecek.

Ancak tarihi kaynaklara bakıldığında, Seyyid Muhammed Ali Şirazi’nin durup dururken ve birden biri gelecekte bir peygamberin zuhur edeceğinden söz etmediği ve bu iddia daha sonraları onun ileri sürdüğü iddialara eklendiği anlaşılıyor. Seyyid Ali Muhammed ilkin kendini Bab, yani İmam Zaman’a –s– bağlanma kapısı olarak tanıttı ve ardından kendisi, İmam Zaman olduğunu iddia etti.

İran’ın 19. Yüzyılında yaşanan olayların tarihte kayda alınmasının aksine, işgal altındaki filsitin’in Aka kentinde bulunan Bahailerin teşkilatının resmi kaynağında Bahailiğin varlığını ilan etme sürecinde şu iddiada bulunuluyor: Adı Seyyid Ali Muhammed olan bu genç işadamı kendine Bab lakabı seçti, ki Bab kapı ya da giriş demektir ve kendisinin zuhuru, tüm alem ehli için vaad edilen ilahi vaadin yakında aşikar olmasına bir bab, yani bir kapı niteliğinde olduğu şeklinde izahatta bulundu. O hazretin en büyük eseri Beyan kitabının ana teması bir başka ilahi peygamberin zuhurunu müjdelemektir ki, kendisinden çok daha muazzamdır ve yakında zuhur edecektir, risaleti de, İslam, Yahudi, Hristiyanlık ve dünyanın diğer büyük dinlerinin vadettiği barış, selam, adalet çağının doğuşu olmaktır.

İran’da Gacarlar iktidarı döneminde siyasi, sosyal, iktisadi ve askeri açıdan büyük bir gerileme ülkeyi sarmış, hakimiyet ülke genelinde siyaset arenasında ve toplumda yaşanan süreçleri ve gelişmeleri doğru biçimde analiz etmek ve anlamaktan acizdi. O dönemde İran, Çarlık Rusya ve İngiliz sömürüsünün rekabet ve el uzatma arenasına dönüşmüştü. Bu iki büyük güç İran’da kendi politikalarını gütmek için her türlü aracı kullanmayı mübah görüyor ve türlü komplolar düzenlemek ve bazı sosyal hareketleri organize etmek sureti ile ortaya çıkan durumlardan siyasi hedefleri uğruna yararlanıyordu. Bu şartlarda Seyyid Ali Muhammed Bab da İran milletinin İmam Zaman’ın –s– zuhurunu beklemek gibi şii inancını suiistifade ederek kendini Bab olarak tanıttı ve böylece Babiler adı altında bir örgütün şekillenmesine ve işin sonunda da Bahai tarikatının türemesine vesile oldu.

Seyyid Ali Muhammed Şirazi’nin ailevi mazisine gelince, ileri sürdüğü iddia çerçevesinde kendisini Bab olarak lakaplandırdı ve böylece tarihte de aynı adla kayda geçti. Wikipedia ansiklopedisinde ise hakkında şu ifadelere yer veriliyor:

20 Ekim 1819'da İran'ın Şiraz şehrinde doğan Seyyid Ali Muhammed, küçük yaşta babasını kaybedince dayısının himayesine kaldı. Kısa bir süre medrese eğitimine devam etti. Seyyid Ali Muhammed 15 yaşına geldiğinde ticaretle uğraştı ve dayısı ile birlikte Buşehr kentine gitti ve orada dayısının kurduğu ticarethanede çırak oldu.

O dönemde İngiltere’nin Buşehr kentinde konsolosluğu bulunduğundan, Ali Muhammed Bab’ın burada ingilizlerin planlarına alet olduğu ve Buşehr’de İngiliz politikalarına hizmet eden çevrelerle irtibatı geçtiği ihtimalinden söz ediliyor.

Seyyid Ali Muhammed Bab 20 yaşına geldiğinde Kerbela ziyareti için Irak’ın yolunu tuttu. Bab 1839 ve 1840 yıllarında Kerbela’da ikamet etti ve Şeyhiye tarikatının öncüsü Seyyid Kazım Reşti’nin derslerine katıldı.

Bablık ve Bahailigin İngilizlerle irtibatta olduğunu ortaya koyan kaynaklardan biri ise, İngiliz Edvard Brown’un eserleridir.

İngiliz ünlü İran bilimcisi Edvard Brown 1888 yılında, yani İran’da sapkın Bab akımı ortaya çıktıktan yaklaşık 45 yıl sonra İran’a geldi ve Bablik ve Bahailik üzerine araştırma yapmaya büyük ilgi gösterdi ve tarih yazarlığında da adeta Bahailik tarikatının propagandasını yapmaya başladı.

Brown İstanbul, Kıbrıs ve Filistin’e yaptığı bir kaç ziyareti sırasında Bablık ve Bahalik tarikatının Mirza Yahya Subhi Ezel ve Bahaullah olarak ün yapan Mirza Hüseyinali ve bu tarikata mensup olan bazı önde gelen liderleri ile görüştü ve bu zümrenin eserlerini ve yazılarını toplamaya, yayımlamaya başladı.

İngiliz şarkiyatçı Brown’un Bablık ve Bahailik tarikatı hakkında kaleme aldığı eserler, kendisinin Bablık liderlerine karşı büyük şefkat duygusu beslediğini ve onların öldürülmesinden derin üzüntü duyduğunu gösteriyor.

Seyyid Ali Muhammed Bab’ın neden Kerbela’dan çalıştığı yer olan Buşehr kentinde dönmediği bilinmiyor. Bab Buşehr kentine geri dönmek ve ticaret işine devam etmek yerine Kerbela’dan doğruca doğduğu Şiraz kentine gitti ve burada faaliyetlerini propaganda ekseninde yürüttü ve en son da 1844 tarihinde Bab olduğu iddiasını gündeme getirdi.

Bab ve Bablık işin başında mahiyet ve hedeflerini tam olarak ortaya koymadı ve İran’da bu teşkilatı şekillendirmek için adım adım ve tedrici bir şekilde ilerlemeye başladı.

Bab ilk sapkın iddiasını, yani İmam Zaman –s– için bir kapı olduğu iddiasını gündeme getirdikten sonra Şiraz kentinden ayrıldı, fakat buradan nereye gittiği kesin olarak bilinmiyor.

Seyyid Ali Muhammed Şirazi dönüşte bir kaç gün Buşehr kentinde ikamet etti ve Bahailerin Bab’ın ilk fermanları olarak niteledikleri bazı muğlak cümleleri gündeme getirdi. Bu cümleler Bahai kaynaklarından Nebil Zerendi tarihinin özeti adlı eserde şöyle ifade ediliyor:

İman ehline Cuma namazı ezanında Eşhadüenne Aliyyen Kabli Nebil – ki Ebced hesabına göre Nebil 92 ve Muhammed de 92’dir – Bab Bakiyatullah ibaresini eklemeleri vaciptir.

Seyyid Ali Muhammed Bab, toplumda halkın dini inançlarına aykırı konuları gündeme getirmek ve bazı gerginliklere yol açmak suçundan Buşehr hükümeti tarafından takibe alındı ve yakalandıktan sonra Şiraz’a gönderildi. Burada Vekil camiinde ve Şiraz Cuma hatibi ve bazı ulemanın önünde ileri sürdüğü iddia inkar ettirildi. Nebil Zerendi tarihinin özeti adlı eserde şöyle deniliyor:

Hazreti Bab Cuma hatibi huzurunda cemaate döndü ve şöyle dedi: Allah’ın laneti beni gayb imamın vekili bilenin üzerine olsun. Allah’ın laneti beni imamın babı bilenin üzerine olsun. Allah’ın laneti benim Allah’ın yegane oluşunu inkar ettiğimi söyleyenin üzerine olsun. Allah’ın laneti beni Hz. Resulullah’ın nübüvvetini inkar ettiğimi söyleyenin üzerine olsun. Allah’ın laneti beni ilahi enbiyayı inkar edenlerden bilenin üzerine olsun. Allah’ın laneti beni Emirülmüminin’i ve diğer imamları inkar edenlerden bilenin üzerine olsun.

Ancak Ali Muhammed Şirazi’nin tevbesi başlattığı hareketin sonu değildi ve kendisi İran’ın dönem yönetiminde bazı yetkililerin ve özellikle Çarlık Rusya’nın İran’daki dönem büyükelçisinin himayeleri ile faaliyetlerini daha da genişletti.

Seyyid Ali Muhammed Bab Şiraz’da görece tevbesinin ardından dayısının güvencesi sayesinde ev hapsinde tutuldu. Şirazi Eylül 1846’da ise Şiraz’dan İsfahan’a geldi ve burada ilkin kentin Cuma hatibinin evine konuk oldu. İsfahan’ın dönem valisi Menuçehr Han Mutemededdule ise Ali Muhammed Bab’ı ağırladı. Daha sonraları Menuçehr Han, Bab’ın İsfahanlı alimlerin meclisinde fiyasko bir şekilde hezimete uğramasının ardından göstermelik olarak Bab’ı Tahran’a yollamış gibi yaptı ve onu gizlice İsfahan’a geri getirerek Hurşid köşkünde sakladı.

İngiliz şarkiyatçı Edvard Brown, İsfahan’ın dönem valisi Menuçehr Han’ın Bab’ı desteklemesi konusunda şöyle yazıyor:

Şiraz şerifi bu konuda ona eşlik etti, yoksa ev hapsinde tuttuğu mahkumu ve onu izleyen iki kişinin Şiraz’dan İsfahan’a kaçmaları imkansızdı. Bab yaklaşık bir yıl İsfahan’da ikamet etti ve o dönemin en güçlü eşrafı tarafından korundu ve onu şii ulemaya karşı korudular. Çarlık Rusya’nın Bablık hareketini açıkça desteklemesinin yanında İngilizlerin İran’daki temsilcilerin yazışmaları – ki daha sonraları yayımlandı - İran’da Bablık hareketi ile ilgili bazı gerçeklere ışık tutuyor. 1850 yılında, Yezd kentinde Babilerce başlatılan kanlı isyan ve kentin valisinin kaçması ve hükümet konağını sığınması ile sonuçlanan olayda, İngiltere’nin İran’daki temsilcisinin ilk raporu İngiltere Dışişleri Bakanlığına gönderildi. Rapor önemli bir noktaya işaret ediyordu. Rapora göre eğer hiç bir yeni noktayı içermeyen Mirza Ali Muhammed Bab’ın inanç ilkeleri kendi haline bırakılırsa, kuşkusuz önemsiz olduğu ortaya çıkacak ve zamanla yok olup gidecekti ancak işkence ve ceza onları yok olmaktan ve rezil olmaktan kurtarabilirdi.

 İngilizlerin Tahran’daki dönem de tam yetkili temsilcisinden geriye kalan tarihi bir belgeden en azından o dönemde İngiliz devletinin sapkın Bahai tarikatına nasıl baktığı rahatça anlaşılır. Bu belgeye göre İngilizler Bablıktan bir etken ve araç olarak kullanmanın yanında bu sapkın tarikata ve iddialarına uluhiyet ve bir nevi kudsiyet kazandırmaya çalışıyordu.

Bahai tarikatının resmi internet sitesinde de şöyle deniliyor:

Kraliçe Victoria’nın Tahran’a gönderdiği tam yetkili elçisi Sir Justin Shill 22 Temmuz 1850’de Britanya Dışişleri Bakanı Lord Palmerstone’a hazreti Bab’ın idamı hakkında yazdığı mektupta şöyle diyor: Ateşten sonra toz duman yatışınca, Bab gözlerden kaybolmuştu ve halk, göklere yükseldiğini zannetti. Güya mermi onu astıkları ipe isabet etmişti, ta ki onu tekrar bulunduğu yerde buldular ve bir kez daha kurşuna dizdiler.

1847 yılının başlarında Bab’ın hamisi ve İsfahan valisi Menuçehr Han Gürci Mutemededdule vefat etti ve Gorgin Han onun yerine geçti. Ancak yeni vali eski vali gibi düşünmüyordu ve hemen Bab’ı silahlı koruma altında İsfahan’dan Tahran’a gönderdi. Ancak sadriazam Hacı Mirza Ağasi, Seyyid Ali Muhammed Bab’ın Tahran’daki varlığından kaygı duydu ve onu İran’ın kuzeybatısında Maku kentine gönderdi. Maku kenti Hacı Mirza Ağasi’ye göre, yöre halkının çoğunluğu sünni mezhebinden oldukları için daha uygundu ve burada hiç kimse Bab’ın inancına yönelmezdi. Ancak burada da Bab’ın eline mektuplar geçiyor ve bazı insanlar onu ziyarete geliyordu.

Bab altı ay Maku’da kaldı ve Batı Azerbaycan eyaletinin Salmas ilçesinin Çehrik kalesinde hapsedildikten bir süre sonra Tebriz’e çağırıldı ve bir kez daha düşünceleri ve propagandaları yüzünden bazı üst düzey ulema tarafından sorguya çekildi.

Gerçekte İran’ın çeşitli kentlerinde Bablık tarikatının başlattığı huzursuzlukların yüzünden İran’ın dönem yönetimi bir çare bulmak zorundaydı. Bahailik tarikatını araştıran Dr. Alirıza Ruzbehani Burucerdi, Bab’ın yargılanması konusunda şöyle diyor:

Bab’ın yargılanması Şeyhi ulema tarafından gerçekleşti, çünkü Müteşerri ulema, Bab’ın önceki hükümlerine bakarak bu şahıs için zaman harcamayı beyhude bir iş olarak görüyordu.

Bab lakapla Ali Muhammed Şiraz’nin idam konusunda Şeyhi ulema öncülük etti, çünkü Ali Muhammed Şirazi halkın gözünde Seyyid Kazım Reşti’nin talebesi olarak biliniyordu ve gerçekte Azerbaycan’ın Şeyhiye tarikatı, bu büyük ayıbı ve lekeyi kendi eteğinden silmek istiyordu.

Bab yargılandıktan sonra da Muhammed Şah’a hitaben bir tevbename yazmıştı.