Ocak 13, 2017 10:26 Europe/Istanbul

Direniş ekonomisinin en önemli özelliklerinden biri, "adalet"tir.

Kuşkusuz, ekonomi ve ekonomik ilişkiler, adaletin uygulanış zeminlerinden biridir.

İslam açısından ekonomide adalet, herkes için refah, servet ve gelirlerde eşit fırsatler ve denge oluşuturulmasıdır.

Bu bağlamda, servet biriktirme ve fakirlikle mücadele, adil bölüşüm, enflosyon ve vurgunculuğun önüne geçilmesi ve adaletin tahakkuk bulması için  ekonomideki eşitsizliklerin ortadan kaldırılması,  İslam devletleri ve Müslümanlar için bir şerii görev sayılır.

Hatırlanacağı üzere, İslam, Kapitalizm ve Marksizm'ın üzerinde mutabık kaldıkları hususlardan biri, bir hedef olarak ekonomik büyümeye vurgu yapılmasıdır.

Ancak İslam'da bir fark var ve o da, servet arttırma, toplumda orta bir hedef sayılır, oysa materyalist mektepler, bunu nihai hedef olarak görüyor.

İslam'in nihai hedefi, yer yüzünde Allah'ın halifesi olma görevini ifa etmek ve insani faziletlerini terbiye etmektir. Buyüzden, İslam'da servet arttırma, insanın yüce hedeflere varması için bir araçtan ibarettir.

Şimdi şu soruyu sormak sırasıdır; "Ekonomide büyüme ve servet arttırma hangi mekansimlerle adaletin tahakkuk bulması ve fakirliğin azalmasına neden olabilir ve direniş ekonomisinde, hangi mekanism ve politika dikkate alınmalıdır?"

Bu bağlamda iki görüş var; birinci görüşe göre, adil gelir ve servet bölüşümünü dikkat almadan ekonomik politikalarının uygulanması gerekiyor, böylece zaman ilerledikçe, fakirler ve yoksulların da yatırımın artması için gereken fırsatlar da sağlanmış olur.

Ancak başk bir grup, ekonomik büyüme, adil gelir ve servet dağılım politikalarıyla birlikte olmazsa, toplumda eşitsizliğin artmasına neden olacağına inanıor.

Tarih, muhtelif dilimlerinde, dünyada ekonomik büyümeye tanıklık etmiştir, ancak fakirlik ve yoksulluk, inkar edilmez bir gerçek olarak süregelmiştir

Söylediğimiz gibi, Kapitalizm düzeninde ekonomik faaliyetlerden esas hedef ve gaye, üretimi arttırmadır ve bu bağlamda, dağılım ve bölüşüm dikkate alınmıyor.

Bu düzen taraftarları, gayri safi milli hasıladaki artış uzun sürede, yoksulluğun giderilmesi, herkes için refahın oluşması, ekonomik ve endüstriyel faaliyetlerin artması ve refah seviyesinin artmasına neden olacağına inanıyor.

Buyüzden, onlar, küçük üretim ve sanayi merkezleri iflas etse de üretimde rekabet ve servet arttırma yollarını doğru buluyor,

Oysa Müslüman ekonomistler, neyin pahasına olursa olsun, ekonomik büyümenin hedef alınmasını, kınayarak, bunun yanlış yola koyulmadan ibaret olduğunu bildiriyorlar.

Direniş ekonomisinde,  bütün ekonomik faaliyetler ve programların ona varmak iin seferber olması gereken en önemli hedeflerden biri, ekonomide adalet ve bundan kaynaklanan dengedir.

İslam'ın ekonomi sistemine göre, kalkınma stratejisi, servet ve gelirin adil dağılımını olumsuz şekilde etkilemeyecek şekilde olmalıdır, zira, ekonomik büyüme ve kalkınma, ekonomiyi dengeleştiren bir araçtır.

Servet ve gelir dağılımı, toplumda sınıfsal farklar, bir grubun fakir, diğer bir grup çok zengin olmayacak şekilde gerçekleşmelidir.

İslam, yoksulluk ve fakirliğin kökü kazındığı ve zenginlerin servetinin toplumun orta halli kesiminden açık ara olmadığı bir toplumun kurulmasını istiyor.

Servet üretimi ve büyümesiyle birlikte, servet ve gelirin dengelenmesi aslında bir ekonomik politikadır.

Serbest ekonomi taraftarları, gelişmekte olan ükelerin birikimi, gelişmiş ülkelere göre azdır, zira, toplam gelir seviyesi düşük olunca gelirdeki artış, tüketimin artmasına neden olur, osya, gelişmiş ülkelerde insanlar, gelir fazlasını biriktiyor, ancak gelişmekte olan ülkelerde gelirdeki artış, tüketimin artmasıyla sonuçlanır ve sonunda, gelir fazlası birikmiyor ve bu mesele, ekonominin yavaş büyümesi ve ilerlemesine neden olur.

Bu yüzden,  gelişmekte olan ülkelerde devletlerin, gelir ve servetin bir grubun elinde birip, toplanmaması için bir politika izlemesi gerektiğine inanıyor. Zengin kesim, daha fazla servet biriktirmeye eğilim göstererek, ülkenin ekonomisinin büyümesi ve sermayenin artmasına yardım eder.

Ancak bazı ekonomistler, bu görüşü kabul etmiyor, onlar, gelir ve servetin adil dağılımı ve ekonomik büyümenin herkesi kapsadğına inanıyor, bu grup, servet ve gelirin belli bir grubun elinde hatta belli bir süre için toplanmamasına inanıyor.

onlar, deneyim ve tecrübelerin, gelişmekte olan ülkelerde, zengin kesimin gelir fazlasını biriktirmiyor, aksine, lüks ürünler, payalı evlerin alımı için harcadığını gösterdiğini bunun için argüman olarak gösteriyor. Ancak adil servet ve gelir dağılım politikalarıyla, , fakir ve yoksul kesimin gelirinin artacağına inanıyorlar

Bu mesele, temel ve gerekli ürünler başta olmak üzere bütün toplum kesimlerinin mal için talebinin artması ve bunun da üretimde teşvike neden olur. Talepteki artış, yeterlilik seviyesini yakalamak için ilk adımlardan sayılır.

Direniş ekonominin en önemli özelliklerinden biri, adalettir. İslam açısından adaletin sağlanması, toplum refahının sağlanması, eşit fırsatların oluşması, servet ve gelir dağılımında dengelerin sağlanması ve bu bağlamda servet biriktirme ve yoksullukla mücadele, enflasyonu düşürme, istifleme ve ekonomi eşitsizliklerle mücadele etmektir. Tüm bunlar ekonomi adaletin sağlanması amacı ile Müslüman bir hükümetin şeri görevi sayılıyor. Hiç şüphesiz aşırı hırs ve yoksullukla mücadele, toplumun biçimlenmesine ve dini inançların sağlamlaşmasına sebep olur. İslam inkılabı rehberi Ayetullah Hamenei tüm bu özelliklere vurgu yaparak, ekonomi kalkınmanın toplumda adaletin sağlanmadığı müddetçe gerçekleşemeyeceğini belirterek, şöyle diyor: “bazı ülkelerin endeksleri çok iyidir, ekonomi gelişmeleri yüksektir; fakat ayırımcılık, sınıf ayırımı, ve adaletin olmaması bu ülkelerde hissedilir. Biz bunları İslam’ın istekleri ve İslam cumhuriyeti hedefleri ile asla örtüşmediğini düşünüyoruz. Bu yüzden bizim en önemli endekslerimiz, sosyal adalettir. Toplumun mahrum kesimleri gerçek anlamda ekonomi kalkınmaktan yararlanmalı.” 

  Evet, direniş ekonomisinde İslam'a göre, her şeyden önce fırsatlar ve genel imkanlar ve doğal kaynakların adil ve eşit bir şekilde herhangi bir ayrım gözetmeden dağılım ve bölüşümü şarttır.

Bu servetlere ulaşmak için ilk etapta, insanların çalışma ve çaba göstereleri gerekiyor.

herkesin üretime katılımını sağlayacak bu tür dağılımın ardından arz ve talep pazarında dağıtım ve büyüme meselesi ve üretilen hizmetler gündeme gelir.

Yani, üretimde pay ve emeği olan herkes için hakkettikleri oranında hak verilmeli. Bu aşamadan sonra, sıra yeniden dağılıma gelir ki yüksek gelirli gruplartan vergi alımı ve yoksul kesim ve sınıfın sosyal güvenlik ve sigortayla destekleme gibi mekanismalar kullanma yoluyla gelir ve servetlerin dağılımı yeniden yapılmalı ve fakirlik ve eşitsizlikler azaltılmalıdır.

İslam ekonomisinde, tabii hums, zekat, sadaka, vakıf ve bunun gibi ödeme mekanismalarla, servetin yeniden dağılımına katkı verilir. 

İşte bütün bunlarda, hükümetin hakkın tahakkuku ve adaletin egemen olması ve ekonomik faaliyetler ve işlerden uyum sağlanması için rolü oldukça önemli ve kilittir.