Ağustos 27, 2017 14:06 Europe/Istanbul

Geçen bölümlerde Şii mezhebinin kameri 4. Ve 5. Yüzyıllarda en büyük alimlerinden biri olan Şeyh Müfid’den ve bu büyük alimin yüce konumu ve Şii fıkhı için doğru bilimsel bir çerçevenin temelini atmak ve şekillendirmekte rolünden ve ayrıca fıkıh ve kelam ilimlerinde akıl ile nakil arasında mantıklı bir bağ oluşturma yöntemini ortaya atmasından söz ettik.

Bugünkü sohbetimizde ise Şeyh Müfid’in ehli beyt –s– mektebinin kimliğini pekiştirme alanındaki faaliyetlerinden söz etmek istiyoruz.

İmam Mehdi’nin –s– gaybet dönemi ve özellikle büyük gaybet dönemi başladıktan sonra ehli beyt –s– düşüncesini tehdit eden en büyük tehlikelerden biri, bazı insanların kasıtlı kasıtsız yanlışları ve sapmalarıydı, öyle ki bu düşünceye dışarıdan bir şeyler eklenebilir veya bazı önemli konular çıkarılabilirdi ve sonuçta ehli beyt –s– düşüncesinin sınırları rengini kaybedecekti.

İmamların –s– döneminde ne zaman bu tür tehlikeler söz konusu olunca insanlar hakikatin ortaya çıkması için en güvenli referans olan İmam’a başvururdu ve böylece yanlışlar ve sapmalar kalıcı olamıyordu. Ancak masum İmam’ın –s– gaybeti döneminde durum tamamen farklıdır. Çünkü toplumda her gün yeni gereksinimler gündeme gelebilir ve İslam dini bu gereksinimlere karşılık vermesi gerekir, fakat Müslümanlar bu dönemde masum İmam’a ulaşamadığı için dinin önde gelen büyükleri arasında bazı görüş ayrılıkları gündeme gelebilir, ki bu da gayet doğal bir durumdur. Bu tür şartlarda dinin usul ve furu ilkelerinin yorum yolu kapanabilir. Bu durumda ise ehli beyt –s– düşüncesi uzun vadede tamamen etkilenerek değişebilir. Bu noktada ümmetin büyük alimlerinin en önemli görevlerinden biri gündeme geliyor, ki o da şii mezhebinin fikri ve pratik bir nizam olarak sınırlarının belirlenmesi ve her iki açıdan belli ve tanımlanmış bir çerçeveye kavuşturulmasıdır. Kuşkusuz bu sınır masum imamların –s– değerli sözlerinden yararlanılarak çizilmesi gerekir, ki bu da Şii alimlere ve düşünürleri her türlü köklü sapmayı engellemeleri ve Şii mezhebinin ilkelerini mezhep için doğal ve kaçınılmaz olan görüş ayrılıklarından korumalarına imkan tanır. Bu tür bir çalışma Şeyh Müfid dönemine kadar yapılmamıştı.

Image Caption

Şeyh Müfid’den öncesine kadar Şii mezhebinin sınırlarının belirlenmemiş olmasından doğan hasar çok ağırdı. Örneğin bir yandan akli ilkelerden yararlanmamak ve öbür yandan kıyas vadisine kaymak, şii mezhebinde kasıtlı olmayan iki sapmaydı. Fıkıh ilminde kıyas demek, birbirine benzeyen ve birinin hükmü belli olan iki konu hakkında aynı hükmü öteki konu için aralarındaki benzerliğe istinat ederek ispat etmektir. Ancak kıyas yakin getirmez ve bilimsel değeri yoktur ve kelam ilminde de bazı mutezele düşünceleri şii inancı ile karışmıştı ve bu yüzden bir çokları bu iki düşünceyi bir varsaymaktaydı, oysa asla böyle değildir ve mutezele Şii mezhebinin temel ilkesi olan imamet ilkesini benimsememektedir. Bu durumda Şeyh Müfid’in ehli beyt –s– düşüncesinin sınırlarını belirleme işini üstlenen biri olarak yaptığı işin önemi aşikar olur. Bu değerli dahi insan zamanın gereksinimini idrak ederek ve bilimsel gücüne dayanarak bu zorlu arenaya girdi ve bu hassas ve ilk kez yapılan işin üstesinden de en iyi şekilde geldi.

Şeyh Müfid’in yılmaz çabaları sonuca ehli beyt’in –s– fıkıh ve kelam alanında kendine özel özellikleri ve işaretleri ile dini uzmanlara sunuldu, üstelik bu düşüncenin başka düşüncelerle karışması engellenmiş oldu.

Şeyh Müfid bu büyük amaca ulaşmak için bir dizi ilmi faaliyetlerde bulundu ki biz burada sadece bazı önemli olanlarına işaret etmek istiyoruz.

Şeyh Müfid “Moğnea” adlı kitabı telif etti. Bu kitap fıkıh ilminin hemen hemen tümünü kapsıyor ve içinde fıkhi istinbat yolu gösteriliyor. Şeyh Müfid ayrıca Tezkere-i Usulul Fıkıh adlı eserinde ilk kez fıkhi istinbat kurallarını bir araya getirdi ve bu kurallara göre fetva verdi.

Kelam alanında da Şeyh Müfid kendi çağının tüm düşüncelerinin önde gelenlerini tartışmaya davet etti ve hepsi ile oturup konuştu. Şeyh Müfid çeşitti düşüncelerin arasında en çok mutezele ile karşı karşıya geldi, çünkü mutezele bazı ilkelerde şii mezhebi ile birbirine benzerlik arz ediyor ve zaten bu benzerlik yüzünden bazıları yanlışlıkla bu iki düşünceyi bir varsayıyor veya mutezeleyi bir çok şii inancının kaynağı olarak görüyor.

Buna göre Şeyh Müfid’in mutezele düşüncesini reddetmesi, ehli beyt –s– düşüncesini koruma çabasının en somut örneğidir. Bu bağlamda Şeyh Müfid’in en önemli eseri, Evailul Makalat fi mezahib vel muhtarat adlı eseridir. Şeyh, bu eseri mutezele ve Şii arasındaki farklılıkları beyan etmek amacıyla kaleme aldı. Tüm bu anlatılanlar, şii tarihinin büyük dehası Şeyh Müfid’in fıkıh ve kelamda Şii mezhebinin sınırlarını belirleyen ve düzenleyen ilk alim olduğunu ortaya koyuyor.

Sonunda Şeyh Müfid kameri 413 yılında bir ömür ihlaslı çabanın ardından hayata gözlerine yumdu. Büyük alimin cenaze törenine onbinlerce insan katıldı. Şii mezhebinin dehası Şeyh Müfid elli yıl boyunca adeta parlayan bir meşale gibi İslam dünyasının bir bölümünü kendi bilim ve marifeti ile aydınlattı. Nitekim Abbasilerin başkentinde yaşanan acı ve kanlı olayların fırtınaları ve bağnazlıklar ve kötü yürekler Kur'an'ı Kerim ve ehli beyt –s– ilimleri ve maarifinin teorik ve pratik meşalesini söndüremedi.

O gün Şeyh Müfid’in cenazesi, bir gün İmam Cevad –s– türbesine intikal ettirilmek ve o hazretin civarına yerleştirilmek üzere Bağdat’taki evinin bahçesinde toprağa verildi. Ancak Şeyh Müfid’in büyük şahsiyeti saklanacak veya unutulacak türden değildi, nitekim unutulmadı ve zaman sürecinde ehli beyt –s– mezhebi ve fıkıh ve kelam ilimlerinde seçkin rolünü ifa etmeye devam etti.