Mart 14, 2016 20:44 Europe/Istanbul

Hatırlanacağı üzere geçen bölümlerde insanların ve toplumların yaşam tarzı onların inançlarına ve görüşlerine bağlı olduğunu anlattık.

İnsanların yaşamları için seçtikleri amaçları yaşamdan tanımlarına bağlıdır. Kuşkusuz maddi dünya görüşü olanlar ve dünyada başına buyruk zevklerin peşinde olanlar kendilerine özgü bir yaşam tarzı geliştirir. Nitekim ilahi dünya görüşü ve kemale ermeyi amaçlayan değerleri ön planda dutmak da kendine özgü yaşam tarzını geliştirir. Genelde herkesin yaşamdan algılaması onun amaçlarını belirler.

Dolaysıyla İslamî yaşam tarzı ve bireysel ve sosyal görevler konusuna girmeden önce, İslam'ın yaşama, varlığa ve insana bakış açısını ele almak gerekir, böylece bu yoldan insanın tevhidi dünya görüşündeki yüce konumu ile tanışmış oluruz.

 

Geçen bölümde biraz bu konuya değindik ve İslamî yaşam tarzında Allah'ın eksen olduğunu ve dünya ve ahiret yaşamı arasındaki sıkı bağları anlattık. Ayrıca İslam dininin dünya görüşünde insanlara varlık aleminin bir yandan tamamen Allah'a bağımlı olduğunu ve öbür yandan yaşamı sadece bu dünya ile sınırlı olmadığını anlattık. Şöyle ki İslam dininde insanın yaratılış ve maad ile ilişkileri tanılmanır. Dolaysıyla insan dünyadaki yaşamı ile ahiretteki ebedi yaşamı arasındaki ilişkisini koruması gerekir. İslam'a göre dünyadaki yaşam uhrevi saadete ermenin ön hazırlığıdır ve bu yüzden en doğru biçimde yaşanması gerekir.

 

Varlık alemine bakış, insanların yaşam tarzında etkili olan temelli bakışlardan biridir. Aslında herkes varlık aleminin bir türlü algılar ve ona göre yaşamının amaçlarını ve gideceği yolu belirler. Varlığa yönelik İslamî yaklaşım da bu kaideden müstesna değildir. İnsanların varlık alemine bakışı İslam öğretileri ile bütünleşir ve bu bakışa hakim olan yasalar ve kurallar uygulanırsa, yaşam tarzları İslamî yaşam tarzına daha çok yaklaşır. Gaybe olan iman, Allah'ın vahdaniyetine, nübüvvet ve maade olan inanç, insanın varlık alemindeki yüce konumu, varlık aleminin insanın sultası altında olması ve insanın yücelmek için Allah'a kulluk etmesi, İslamî yaşam tarzını etkileyen önemli kavramlardır.

 

İşte bu noktada dini düşünce ile sekular düşüncenin yaşam tarzı konusunda farklılıkları ortaya çıkar. Sekular yaşamın bir özelliği dini kişisel bir zevk seviyesine indirgemek ve yaşamın tüm alanlarından bir kenara itilmesidir. Sekular düşüncede Allah eksenli yaşamak yerine insan eksenli yaşamaya, yani humanizme bırakır. Humanizm insan asaletini ön plana çıkaran ve insanı eksen gören bir anlayıştır.

Geçmişte kilise yetkililerinin radikal tavırları ve fikri durgunluğu, Batı insanını bu zümrenin bağnaz öğretilerinden kurtulmak için humanizme yönelmeye zorladı. Bu arada bazı batılı düşünürler de dini öğretileri tamamen reddererk insanı İsa Mesih'in düşünce ve öğretilerinden soyutladı ve aklı dinin alternatifi olarak gündeme getirdi. Oysa insan aklı bir çok soruya cevap vermekten acizdir. Batılı düşünürler insanları kulluk özelliklerini yok edecek kadar yüceltti. Humanizme göre insan tüm gerçeklerin ve değerlerin temeli ve eksenidir. İnsan kendi ekseninde hareket eden bir varlıktır ve kendisinden başka hiç kimseye karşı sorumlu değildir ve çıkarları doğrultusunda her şeyi kullanması caizdir.

 

Humanizm, ilahi vahiy ve semavi dinler gibi her türlü metafizik düşünceyi reddediyor ve insanı doğanın mutlak hakimi olarak görüyor. Humanizm düşüncede insan tanımının en önemli temeli, aklın Allah ve dinin yerini tutması ve dinin insan yaşamında marjinalleşmesidir. Humanist düşüncede beşerin nihai ülküsü maddi ve dünyevi yaşamda yorumlanır. Bu düşüncede yaşamın amacı sadece zevk almak, menfaat elde etmek ve bencilci her türlü doğa muhibetinden yararlanmaktır. Batılı yaşam tarzı işte bu temellere dayanır.

 

Maalesef son iki asırda batılı sömürücüler İslam ülkelerine musallat olmak sureti ile bir çok İslam ülkesinde bu düşünceyi hakim kılmayı başardı ve bu durum söz konusu ülkelerde bir çok anormalliğe sebebiyet verdi.

Bu konuda İranlı düşünürlerden Rahimpur Azgendi şöyle diyor:

Batı'nın liberal demokrasi düşüncesinin İslam ülkelerine dayattığı en önemli konu, sekular düşünce, yani dinin marjinalleştirilmesidir. Son 2 asırda Batı dünyasında yaşanan ve İslam dünyasına da yayılan olayların tümü bu düşünceye göre şekillendi ve ilerledi. Batı çok çabuk, sulta ve gücünü korumak için kendi yaşam tarzını başkalarına dayatması gerektiğini anladı ve bunun için her türlü aracını ve özellikle sanatı kullanmaya başladı.

 

Rahimpur Azgendi batının sekular yaşam tarzını yaygınlaştırmak için izlediği yöntemleri de şöyle anlatıyor:

Batı medya aracılığı ile bunu yaptı; filmler, TV dizileri, karı koca ilişkileri, sosyal ilişkiler tarzı, medeni ve ailevi ilişkiler, tüm bunlar yavaş yavaş bizler için modelleştirildi. Son 150 yılda müslümanlar maalesef model yaratma yeteneğini kaybetti, oysa bundan önce İslam medeniyeti dünya geneline model yaratıyordu. Son 150 yılda müslümanlar gittikçe zayıfladı ve 20. yüzyılın başında İslam dünyası az çok Batı ve batılı orduların sultası altına girdi.

 

Batının yaşam tarzinin müslümanların arasında yaygınlaşmasının bir sebebi ise Amerika ve Avrupa'nın bilimsel ve teknolojik ilerlemeleriydi. Batı gelişmiş bir yaşam tarzı sunmaya başladı ve böylece bireyleri ve toplumları adeta bilimsel ve teknolojik ilerlemeleri ile büyülemeye başladı. bu başarılar bir çoklarında batının yaşam tarzının kendilerinin yaşam tarzından daha iyi olduğu kanaatini oluşturdu. Sekular düşüncede insanın tek amacı yaşamdan daha fazla maddi zevk almaktır, o kadar. Böyle bir insanın ideali başarılı ekonomik hayattır. Tüketme, refah ve daha fazla çıkar elde etme, maddi insanın nihai amacıdır sonuçta böyle bir insanın yaşamını iktisadi konular şekillenirir ve yön verir.

Batının bakış açısında insan sürekli çıkar peşinde olmalı ve eğer böyle yapmıyorsa, gerçekte amacının peşinde değildir ve eğer amacının peşinde ise, yolundaki engelleri ortadan kaldırması gerekir. Batının tabirinde insanın bir aklı vardır ve bu akıl onu yaşamın zevklerine en uygun biçimde ulaştırabilir. Fakat batılı insan akla ve deneyime daha fazla değer vererek ilahi vahiy ve dini maarifi arka plana itmesi yüzünden şimdi derin sorunlar yaşamaktadır.

 

Oysa İslamî yaşam tarzı Batı'nın yaşam tarzının aksine dini maarifleri ve ilahi vahiyi bir kenara itmeye karşı olduğu gibi, aklın da tamamen göz ardı edilmesini yanlış buluyor. Akıl ve deneyimler, vahiy ve vahiye dayalı maariflerle bir olunca insanı saadete erdirebilir. İranlı bilgin Dr. Refii bu konuda şöyle diyor:

Yaşam tarzı ile ilgili geniş bir bilgiye ulaşmak için tüm kaynakları kullanmalı ve hepsinin uyum içinde bulundukları bir sonuca ulaşmalıyız. Bilimsel bir çabas onucu akıl ve vahiyin uyumundan doğan mesajlara ulaşmalıyız. Bu durumda başta yaşam tarzı olmak üzere tüm alanlarda İslamî bir teze ulaşacağımız kesindir.

 

Batılı yaşam tarzı maneviyattan uzaktır ve böyle bir yaşamın getirisi, Allah ve maneviyattan uzak, duygusuz bir yaşamdır. Sekular düşüncede din, diğer sosyal kurumların yanında bir kurumdur, yani sosyal kurumlara yönmek vermek ve onların temelini ve amacını oluşturmak yerine sadece bireysel sınırlı bir işlevi söz konusudur. bir başka ifade ile sekular yaşamda din yaşama anlam kazandırmaz. Bu yüzden Allah'a karşı yabancı olmak, Batı yaşamında bir çok sorunun temelini oluşturur. İslam inkılabı rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei bu bağlamda düşüncelerini şöyle beyan ediyor:

Allah'a ilgi ve aşk beslemek, yaşama anlam kazandırır ve beşerin yaşamının ruhi boşluklarını doldurur ve beşeri yaşamın tüm alanlarında başarıyı beraberinde getirir. Amerika gibi ülkelerde hiç bir şey, hatta para, pul, askeri güç ve bilimin ruhi huzur ve mutluluk getirememesinin sebebi, Allah ve maneviyata yabancı olmaktır. 015