İslam'da Şefaat - 2
Bugünkü sohbetimizde geçen bölümün devamında ziyaret'le ilgili Kuran-ı kerim'den kanıtları aktarmaya devam edeceğiz.
Hatırlanacağı üzere geçen bölümde insanın özel manevi bir yerde bulunmakla o mekanın sahibine karşı kendi saygısını göstermiş olduğuna değindik ve dedik ki İnsan o mekanın sahibini kendisi ile yüce Allah arasında bir vasıta kılarak kendi istek ve dileklerini alemlerin rabbi yüce Allah'a iletmek isteyip sorunlarının giderilmesi için o zaâttan yardım ister.
Vahabiler evliyaullah'a ait türbelerin ziyaretini onların tapılması anlamında bulup bu ameli şirk olarak tanımlıyor. Onlara göre dünyadan göç eden imam ve dini önderleri Allah ile razu niyazda vasıta kılmak abes bir amel olup böyle taş mezarları yanında dua etmek şirk sayılır. Bu konu ilk kez 7.yüzyılda İbni Timiye Harrani isimli bir kişi tarafından ortaya çıktı. Daha sonra 12. yüzyılda Muhammed bin Abdulvahab Necdi ve daha sonra selefi ve vahabi takipçileri de bu teorinin ardından gittiler. Oysa dünyadan göç eden imam ve dini önderlere saygı göstermek islam tarihinde uzun bir geçmişe sahiptir. Bu dini şahsiyetlere değer vermek Müslüman topluluklarda eski bir gelenek olarak bilinir zira bu mesele onların hangi yücelikler uğrunda can verdiklerine değer vermek anlamına gelir ve şüphesiz bu saygınlığın insan için olumlu ve yapıcı bir etkisi söz konusu olacaktır.
Bu konunun aydınlanması için beşeriyetin hidayeti için gelen Kuran-ı kerim'e bakıyoruz. Kuran-ı kerim'de yüce insanların geçmişi anlatıldığı zaman o mezarlar üzerinde ziyaretgahın yapılmasına rastlanmıştır.Örneğin ashab-ı kehf hikayesinden sonra halk bu insanların enteresan geçmişlerini öğrendikten sonra onların mezarları kenarında bir camii inşa edip orada ibadet etmeye yöneldiler. Yüce Allah Kehf suresinin 21. ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:
''Hani (ashab-ı kehf öldükten sonra) kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı. (Olayın hikmetini bilenler) "Onların üstüne bir bina-duvar inşa edin (mağarayı kapatın), Rableri onları daha iyi bilir" dediler. Onların işine galip gelenler (sözleri geçenler) ise (İnşaallah demeden) "Yanlarına mutlaka bir mescid yapacağız" dediler.''
Bu ayetin ifade tarzına dikkat edildiğinde Kura'ın ashab-ı kehf mezarları üzerinde ibadet için bir mekanın yapılmasını nefy etmediğini anlıyoruz. Kuşkusuz eğer bu mekan şirk sembolü olacakmışsa Kur'an tarafından kınanırdı. Ashab-ı kehf mezarları yerinde bir caminin yapılması önerisi halkın oraya gelip gitmeleri ve o mekanın bir ziyaretgaha dönüşmesi hedefi ile gündeme geldi. Bu yüzden evliyaullah mezarları üzerinde cami inşasının kuran'da kökleri olduğunu ve dini önderlere saygı göstermenin kuran açısından bir sakıncası olmadığını anlıyoruz.
Vahiy beldesinde kutlu mekanların geçmişi ve hac menasikinde yapılan araştırmalar sonucu değerli hususların elde edildiği söylenmiştir. Bu beldelerin tüm yerleri aşk, ümit ve Allah'a teslimiyet kavramlı hikayelerle doludur. Öyle ki hac farizesinde getirilen tüm amellerin her birisi hak yolunda tarihin büyük insanlarının çabalarının anılması anlamına geliyor. Allah'ın evinin ziyaretçisi hac menasiki sırasında İbrahim, İsmail ve Hacer gibi insanların amellerini tekrarlayarak o tevhid önderlerini saygıyla anıyor. O zaman bu dünyadan göç eden seçkin insanların geçmişinden ibret alarak anılması şirk olmayıp tevhiddir. Kuran- ı kerim Bakara suresinde Müslümanlardan Allah'ın evinin ziyaretinde İbrahim makamının namaz yeri olarak seçilmesini istemiştir.Bu bağlamda Bakara suresinin 125.ayeti kerimesinde şöyle okuyoruz: ''Hani Beyt'i (Ka'be'yi) insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namazgah (namaz yeri) edinin. ''
İbrahim makamında Hz İbrahim'in -as- ayak izlerini bulunduran bir taş vardır. İbrahim as Kabe duvarının inşaası sırasında bu taş üzerinde dururdu. Hac ziyaretçileri Allah'ın evini tavaf ettikten sonra İbrahim makamı arkasında iki rekat namaz kılmalıdırlar. İşte o mekan ibrahim'in -as- ayak izlerinin bulunduğu yerdir ve Kuran-ı kerim'in ayetlerine göre orası ibadet ve namaz yeri olarak belirlenmiştir. Sizce böyle bir mekanda ibadet etmek şirk mi sayılır? Ayrıca İbarhim -as- bu dünyadan göç etmiş ve çeşitli ayetlerde onun ismi ve çabaları saygıyla anılmıştır. O zaman geçmişteki bir insanın isminin anılması şirk sayılamaz. İşte ziyaret sırasında da aynı amelleri yapıp bu dünyadan giden yüce bir şahsiyetin mezarı kenarında Allah ile razu niyaza meşgul oluruz.
Bu konuyla ilgili bir diğer husus da mezar kenarında durmaktır. Yüce Allah Tevbe suresinin 84. ayeti kerimesinde peygamber efendimizden münafıkların cenazesine namaz kılmaması ve mezarlarının yanında durmamasını istiyor. Söz konusu ayette şöyle okuyoruz:
''Onlardan ölen birinin namazını asla kılma, kabri başında durma. Çünkü onlar Allah ve Resulünü inkar ettiler ve fasıklar olarak öldüler.''
Bu ayeti kerimeden anlaşıldığı üzere yüce Allah peygamber efendimizi fasık insanların mezarında dua etmekten sakındırırken karşı tarafın da kimler oluğunu açıkça beyan ediyor. Demek ki peygamber efendimiz diğer Müslümanların mezarları başında durup onlara mağfiret dileyebilir nitekim Allah resulü'nün siyeri de böyleydi. O hazret ölülerin cenaze törenlerinde hazır bulunup cenaze namazı kılardı tâki yüce Allah o hazreti münafıkların mezarında bu amelleri yerine getirmeyi nefy etti. O zaman iman ehli olan insanların mezarları başında bulunup dua etmenin hiç bir sakıncasının olmadığının yanı sıra bu amelin yerine getirilişi peygamberin siyeri peşinden gitmek ve beğenilen bir amel olduğunu anlıyoruz.
Söz edilen ayetin şerhinde Tebersi Mecme'ul beyan tefsirinde şöyle diyor: mezar kenarında durup dua okumak meşru bir ibadet olduğu için yüce Allah onun yapılmasını münafıklarla ilgili nehy etmiştir. Kuran müfessiri ve din alimi Ayetullah Mekarim Şirazi konuyla ilgili bir yazısında şöyle diyor: Allah'ın münafıklar hakkında '' onların kabirlerinin başında durma '' buyruğu münafık olmayanlarla ilgili caiz bir amel sayıldığı anlamına gelir. Kuşkusuz kabir başında durmak sadece durmak fiili ile ilgili değil bu duruş o kabrin sahibine mağfiret ve af dileği talebinde bulunma amaçlıdır ki münafık hakkında yasaktır. Bu mesele başka ölülerle ilgili bir sakıncasının olmadığı ve müminler için rahmet ve mağfiret talebinin seçkin bir amel sayıldığının göstergesidir.