Mayıs 06, 2018 09:30 Europe/Istanbul

İslam Peygamberi’nin -s- en önemli ve en değerli miraslarından biri insanı insan eden ve bilinçlendiren ve uyandıran İslam dinidir.

İslam dini Allah Resulü’nün -s- tertemiz kalbine vahiy meleği aracılığı ile nazil oldu ve o hazret Allah teala tarafından kendisine nazil olan sözden başka hiç bir söz dile getirmedi.

Bugünkü sohbetimizi İslam Peygamberi’nin -s- bu değerli mirasından kısaca söz etmeye ayırdık.

 

Evet değerli dostlar, geçen bölümlerde İslam Peygamberi’nin -s- engebeli ve çaba ve emek dolu mübarek yaşamını kısaca gözden geçirdikten sonra şimdi tüm alanları etkileyen ve yaklaşık 15 asır boyunca sadece Hicaz topraklarını değil tüm dünyayı etkisi altına alan ve o hazretin gerçekleştirdiği büyük bir inkılabı ve geride bıraktığı değerli miraslarını yani Kur'an'ı Kerim ve İslam dinini gözden geçirmek istiyoruz. Ancak bunu yapmadan önce kısaca o dönemde Hicaz yarımadasına hakim olan şartları gözden geçirmeliyiz ki Allah Resulü’nun -s- İslam sayesinde gerçekleştirdiği inkılabın derinliği ve önemli daha iyi anlaşılsın.

 

Tarihi kanıt ve belgelere göre İslam Peygamberi’nin -s- biset yıllarında dünya bir çok büyük ama sarsıntı geçiren ve bir dizi hurafenin ve sapmaların ve zalimane yasaların ve sınıflararası derin uçurumun ve katliamların ve kör bağnazlıkların ve binlerce şom olgunun esiri olan zorba devletlere ev sahipliği yapıyordu. Kur'an'ı Kerim’in tabiri ile dünya aşikar bir sapkınlık içindeydi, öyle ki bazı aşiretler sırf yoksulluk yüzünden evlatlarını öldürüyordu ve bu evlatlar da genellikle kızlardı, çünkü kızlar evin ekonomisine gerektiği gibi katkı sağlayamıyordu. Kur'an'ı Kerim bu gerçeğe Isra suresinin 31. Ayetinin bir bölümünde işaret ediyor. Yüce Allah bu ayette insanlara şöyle buyuruyor: Evlatlarınızı yoksulluk korkusu ile öldürmeyin.

Öte yandan Arabistan topraklarında İslam öncesinde katliam ve yağma yapmak Arapların geçim yollarından biriydi, öyle ki bedevi Arapların en temel işi yağma ve çölde buldukları başka insanları katletmekti.

 

Müslüman büyük düşünür İbni Haldun cahiliye döneminin Araplarının ahlakı ve davranış özellikleri hakkında şöyle yazıyor: O çağda yaşayan Araplar tüm insanların geride bıraktığı tekvin aşamasının en ilkel merhalelerinde yaşıyordu. Arapların barbarlık huyu onları yağma ve yıkım yapmaya yöneltiyordu ve bu yüzden güçleri yettiği herkese ve her aşirete saldırıyor ve ne bulurlarsa yağmalıyordu. Araplar daha sonra da kimsenin ulaşamadığı çöllerin ve vadilerin derinliklerindeki sığınaklarına kaçıyordu. Araplar ele geçirdikleri her yeri yıkıyordu. Onların tüm çabaları yağma ve eşkiyalığa yönelikti ve ahlak ilkelerine itina eden yoktu. Araplar cesur olmakla da ün yapmıştı, zira her Arap kendi canını ve malını koruması ve kendisini ve maslahatını savunması gerekiyordu ve bu yüzden her daim savaşacak silahını yanında taşıyor ve sürekli teyakkuzda olması gerekiyordu. Buna göre de cengaver olmak ve şiddet uygulamak onların doğasının temel direği olmuştu.

 

Ve işte bu şartlarda İslam’ın hayat veren melteme esmeye başladı ve cahiliye tozlarını silip süpürdü ve İslam Peygamberi -s- İslam cevherini ve tevhid gevherini uyanan gönüllere ve vicdanlara aşikar etti.

Allah Resulü’nün -s- mübarek yaşamının her anında o hazretin yanında yer alan İmam Ali -s- ise o günlerin ürpertici ve sapkın şartlarını şöyle anlatıyor: Yüce Allah Resulullah’ı -s-, uzun süre hiç bir peygamberi göndermediği bir dönemde risaletle görevlendirildi. Milletler derin bir uykuya dalmıştı, işler iyice rayından çıkmıştı, savaş alevleri her tarafı sarmıştı, dünyayı cahillik ve günah karanlığı basmıştı, sahtekarlıklar açıkça yapılıyordu. O dönemde beşeri hayat ağacının yaprakları sararmıştı ve artık bu ağacın meyve vermesinden umutlar kesilmişti. O dönemde sular geri çekilmiş ve hidayet meşalesi sönmüştü. O dönemde bedbahtlık beşere saldırmış ve çirkin yüzünü göstermişti. Bu fesadın ve bedbahtlığın fitne ve isyandan başka bir getirisi olamazdı. Tüm yürekleri korku sarmıştı ve kan akıtan kılıçtan başka bir sığınak yoktu.

 

İslam dini zuhur ederek ve insanların yüreğinde büyük bir değişim ve inkılap yaratmakla Arapların savaş gücünü, “Allah yolunda cihat” başlığı altında ilahi ve insani değerleri koruma gücüne çevirdi ve bu güçten öyle bir güç yarattığı ki sadece İslam’ın inanç temelindeki değerlerini savunmakla kalmadı, aynı zamanda ve kısa bir sürede Hicaz yarımadasının çevresindeki topraklarını de fethetmeye başladı. İslam dini aynı zamanda diğer tevhidi dinleri, semavi kitapları ve eski peygamberlerin inançlarını da en iyi biçimde savundu ve tüm beşeriyete ve önceki tevhidi dinlerin izleyenlerine Allah katında dinin bir olduğunu ve onların görevi de en mükemmel dini yani İslam dinini benimsemek olduğunu anlattı, fakat bunun zorla ve kerhen olmayacağını da vurguladı.

 

Habeşistan kralı Necaşi, İslam Peygamberi’nin -s- elçisi Cafer bin Ebu Talib’den Resulullah efendimizin -s- mahiyeti ve risaletinin mesajı hakkında konuşmasını istediğinde Cafer açıklamasının bir bölümünde Arapların cahilliği, barbarlığı ve yağma huyuna işaret ederek şöyle anlattı: Evet, biz böyleydik, ta ki Allah teala aramızdan bizleri hidayete erdirmek üzere bir peygamber seçti. Biz onun hanedanını çok iyi tanırız, onun dürüstlüğü ve sadakat ve samimiyetine inanırız ve onu yıllarca emanettarlığı ile sınamışızdır. Onun pak bir insan olduğu bizlere aşikardı ve o da bizlere dürüstlüğü ve sadakati öğretti ve emanetleri sahiplerine iade etmeyi emretti. O bizden yakınlarımızla bağlarımızı güçlendirmemizi ve haram işlerden ve kan akıtmaktan uzak durmamızı istedi. O bizi her türlü iffetsizlik ve laubalilikten sakındırdı ve bizleri yalan ve hileden uzaklaştırdı ve doğruluk ve safaya teşvik etti. O bizi yetimlerin hakkını yemekten ve yetim mirasına el koymaktan men etti ve onlara yönelik sevgi ve hayırseverliği ve hüsnü ameli öğretti. O bizi birbirimize karşı iftira atmak ve başkaları kötü olmakla suçlamaktan sakındırdı. O bize ancak ve ancak Allah’a tapmayı ve ancak O’nun kulu olmayı ve ona ortak koşmamayı öğretti.

 

Ve böylece, İslam Peygamberi’nin -s- en önemli ve en değerli miraslarından biri insanı insan eden ve bilinçlendiren ve uyandıran İslam dini olduğu anlaşılır. İslam dini Allah Resulü’nün -s- tertemiz kalbine vahiy meleği aracılığı ile nazil oldu ve o hazret Allah teala tarafından kendisine nazil olan sözden başka hiç bir söz dile getirmedi. Allah Resulü -s- insanın Allah teala ile teamüle, toplumla teamüle ve kendisi ile teamüle yönelten bir din armağan etti.

İslam dini insana saygı duydu. Yüce Allah insanı yaratırken kendi ruhundan ona üfledi ve böylece ondan semavi ve melekuti bir mahluk yarattı. Yüce Allah daha sonra da semavi kitaplar ve peygamberler gönderdi ve böylece onların yol göstermesi ile insanın mülk aleminden melekut alemine doğru kanatlanmasına ve cahillik karanlığının uçurumların, nefsani heva ve heveslerin ve şeytan vesveselerin esiri olmamasına vesile oldu.

 

Bundan başka yüce Allah insanlara akıl meşalesini içindeki delil ve yol gösterici olarak verdi ki bu meşalenin saçtığı nurun yardımı ile hakkı batıldan ayırt edebilsin ve kemale ve saadete erebilsin ve ilahi teamüle varana kadar yoluna devam etsin.

İslam’ın tanımladığı insan, sorumlu bir insandır ve tevhid ve Allah’a inanç ekseninde tüm bireysel ve sosyal çabalarında bu inancı ilke edinir ve Allah Resulü -s- gibi şöyle der: Benim namazım, ibadetim, hayat ve mematım, alemleri yaratan Allah’a özeldir. Böyle bir insan Allah ile teamülünde her şeyden ve herkesten ziyade yüce Allah’ın rabbaniyetine aşk ve sevgi besler ve tüm amellerini ilahi renge büründürür, çünkü bu renk, renklerin en güzelidir.