Koronavirüs ve Yeni Devir-5 (Son Bölüm)
Bu bölümde sohbetimizi toparlamaya ve koronavirüsn sinemaya ve film sektörüne yaptığı etkiyi ele alacağız.
Son altı ay içerisinde koronavirüs pandemisi tüm dünya halkını yeni bir hayat tarzı ile karşı karşıya bırakmıştır. İlginçtir ama artık birçokları yeni hayat koşullarına ayak uydurmuştur. Maalesef insanları maskelerle görmeye alıştık. Bu günlerde evde kalın, film izleyin ve vaktinizi tek başınıza geçirin diye tavsiyeleri duyuyoruz. Ancak en kötü durgunluk dönemini yaşayan sinemanın bu ölümcül virüs ile alakası ne olabilir ki? Acaba film izlemek bize yardımcı mı oluyor?
İki yıl önce Dalia Schwizer " Zombiler, virüsler ve dünyanın sonu " isimli bir kitapta insanoğlunun eşsiz bir güvenlik içerisinde yaşadığını tüm siyasi gelişmeler ve savaşlara rağmen birçok ülkede güvenliğin olduğunu yazdı. Dalia yazdığı kitapta medya organlarının yayımladığı tüm savaş ve felaket haberlerine rağmen gerçekler ve meyda organlarının anlattıkları arasında büyük bir fark olduğunu anlattı. Dalia kitabında bu hususu çok iyi bir şekilde dünyadaki gelişmeleri konu eden filmlere bağlamaktadır.
Dalia kitabında şöyle yazmıştır:" Bazı filmlerin bizim hayatlarımıza dayattığı kimi afetler dünyanın ve medeniyetlerin sonunu getirecek tahmin edilebilir virüsler değil kimi medya organlarının bile gündeme taşımadığı büyük savaşlar ve terörizm tehlikesidir. Burada medyanın özellikle de sinemanın konumu önemlidir. Çünkü dünyanın geleceğe dönük kaygılarını ve korkularını arttırabilir ve vizyonu karamsarlaştırabilir.
Belki de filmde kuruntulu düşünceleri ve paniği sergilemek insanoğlunun bir canlı olarak kırılganlığını kabul etmesi için bir yöntemdir. Hollywood sinemasında tehlikeli bir virüs veya canlının insani hata yüzünden veya kasıtlı olarak topluma yayıldığı veya bırakıldığı konu edilmiştir.
Esasında Hollywood'un ahir zaman meselelerine bakışı dehşet verici bir bakış olmuş ve hiçbir zaman dünyanın sonu bir kurtarıcının gelmesi ile hayra bağlanmamıştır. Böylece dünyanın sonu ile ilgili filmlerde dünya için hayırlı bir son gösterilmemiştir. Hollywood'daki çoğu apokaliptik eserlerde toplumlar insanlığa saldıran canlı veya canlılar ile mücadele etmektedir. Öyle canlılar ki ya diğer gezegenlerden gelmiş ya da ölümcül bir virüs dolayısı ile ortaya çıkmışlardır.
Apokaliptik filmlerin bir bölümünde de ölümcül bir virüsün yayıldığı gösterilmektedir. Öyle bir virüs ki tıbbi ve genetik keşiflerde tesadüfen bulunmuş, biyolojik silah olarak kullanılmak üzere üretilmiş, uzaylılar tarafından yerküreye aktarılmış veya bilinmeyen nedenlerden dolayı ortaya çıkmıştır. Bu filmlerin çoğunda ancak bilimsel bulgular ve bilimsel deneyler gözardı edilmiştir. Kimi filmler ise bilimsel tabanlı olsa da ancak ölenlerin sayısı ile ilgili abartılı rakamlar sunulmuş ve bilimsel sonuçlar gözardı edilmiştir.
Örneğin virüs enfeksiyonları yüzünden tedrici ölümler sinemaya pek uymayan konulardır. Bu yüzden doğal olarak Hollywood böyle bir konuyu heyecanlandırmak için belli durumlara baş vurur. Örneğin 1995 ürünü Salgın isimli filmde Motaba isimli sinsi ve ölümcül bir virüs insanların hayatını tehlikeye düşürür. Burada ilginç nokta ise Motaba virüsünün gizlilik ve kuluçka döneminin bir kaç saat olması ve yüzde yüz ölümcül olmasıdır.
Tabii ki gerçek hayatta virüsler bir saat içerisinde bile insanları canlarından edebilirler. Ancak ölümcüllük ve uyum sağlama arasında ince bir bağ söz konusudur. Bu da virüsün ona ev sahipliği yaptığı canlıyı hızlı öldürdüğünde kendisinin de aynı hızla yok olması demektir. Bu yüzden böyle bir virüsün yayılması da pek muhtemel değildir.
Viroloji ilkelerine göre en hızlı virüsler bile bir kaç gün ila bir kaç yıl kadar kuluçka dönemine sahipler ve bir kaç gün ila bir kaç ay kadar da belirlendikten sonra varlığını sürdürür. Bu yüzden bu virüslerin ölümcül olma oranı ve hızı Hollywood filmlerindekinden çok daha azdır.
Dünya Sağlık Örgütü'nün istatistiklerine göre koronavirüsten dolayı ölüm oranı sadece yüzde 2 kadardır. Ya da gribin ölümcüllük oranı yüzde 0.1 kadardır. Yüzde 40 kadar ölüm oranına sahip tehlikeli Ebola hastalığı bile Hollywood'daki yalanları yansıtmıyor.
Bir filmin ortalama süresi yaklaşık iki saat kadardır. Bu süre ise apokaliptik gerçekleri sahnelendirmek için kısa bir süre sayılır. Bu yüzden de senaristler mecburen daha hızlı bir şekilde senaryoyu anlatmalılar. "28 Gün Sonra" isimli filmde ise dünya genelinde ilginç bir şekilde geçen bir ay içerisinde ölümcül bir epideminin hikayesini görüyoruz.
Hollywood filmlerinde hastalıkların hızlı bir şekilde yayılmasına ilginç bir şekilde ilgi duyulmaktadır. Örneğin 28 Gün Sonra isimli filmde virüsün bulunduğu ortamda olan herkes bu virüse yakalanır. Diğer filmlerde de virüse maruz kalanlar hemen hastalığa yakalanır ve birkaç saat ve birkaç gün içerisinde hayatlarını kaybederler. Halbuki gerçekte kanın vücutta dolaşması bile bir dakika kadar sürüyor. Bu yüzden Hollywood'un hızlı anlayışını kabul etmek için bile en az iki dakika süreye ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü bir virüse yakalanmak ve bu virüsün vücuda yayılması için 2 dakika zamana ihtiyaç vardır.
Gerçek dünyada bir hastalığın epidemiye dönüşmesi için daha uzun bir süreye ihtiyaç duyulmaktadır. Buna ilaveten hiçbir hastalık dünyayı yok etmemiştir. Amerika'daki hastalıkları denetlemek ve önleme merkezi ise grip hastalığının 1918 yılında bir yıl kadar sürdüğünü AİDS'in de yıllardır hızını düşürdüğünü belirtti. Veba gibi ölümcül bir hastalık bile 4 yıl kadar sürdü ve insanlığı yok edemedi.
Bir başka önemli nokta ise Hollywood filmlerinde sade bir maske ile korunmaya çalışılmak ve virüsün ölümcül etkilerinden korunabilmektir. Bu filmlerde hastalara dokunulduğu takdirde maskeli kişinin bile ölümüne kesin gözüyle bakılır.
Wenderbildt Üniversitesi enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. William Schaffer ise şöyle diyor:" Virüsler ufacık canlılardırlar. Bu yüzden virüslerin geçemeyeceği maskeler aracılığı ile nefes almak da çok zor. Bu yüzden cerrahi maskeleri havada asılı kalan virüslerin girişini önleyemezler. Bu maskeler bir çok tozcuk ve parçacığın önünü kesebilir ancak her şeyi önleyemez. "
Tabii ki kimi filmlerde koruma teçhizatı ve donanımı daha profesyonelce gösterilmiştir. Örneğin tek parça elbiseler veya sağlık genleri veya giyecekleri. Tabii bu hususlara da odaklandığınızda binlerce garip hatanın farkına varmak mümkün. Örneğin kirli odalardan öylesine temizlenmeden sıradan odalara girilmesi.
Ölümcül virüsler ekseninde hazırlanan filmlerde görülen hususlardan biri de bu sorunun nasıl çözülmeye çalışılmasıdır. Filmlerde genel olarak tehlikeli bir hastalık yaratan canlı insanlara bulaşır ve birçok insanı kurban eder. Bu arada az sayıda sağlam kalan insan kaçmaya ve mücadele etmeye çalışır. Bu durumda mutlu son nasıl gerçekleştirilebilir ki? Tabii ki sihirli kan ile.
"Ben bir efsaneyim" filminde tüm insanlar ölümcül bir virüsten dolayı zombiye ve vampire dönüşürler ve sadece bir doktor sağlıklı kalır. Bu da bu doktorun bu hastalığa karşı dokunulmaz olduğunu gösteriyor. Bu doktor kendi kanı ile aşı yapmaya başlar. Halbuki bilimsel bulgulara göre bu mümkün değildir. Genetik bağışıklık kan ile aktarılamaz. Birinin vücudu antikora sahip olması halinde bile ilk olarak virüse yakalanması lazım. Ardından vücudu antikoru üretmeye başlayabilir.
En iyi ihtimalle Hollywood'un bu farazi düşünceleri doğru sayılsa bile büyük bir kan miktarına ihtiyaç duyulmaktadır. Örneğin Sıcak Bölge isimli filmde tedavi için bir insanın kanı ve plazması kullanılır. Ancak bu tedavi için bir hayvan veya insanın kanından daha fazlasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Burada ilginç nokta ise birçok Hollywood filminde ölümcül virüslerin akıllıca davranmasıdır. Örneğin Z Dünya Savaşı filminin bir bölümünde filmin baş rolünü canlandıran karakter virüsün zayıf bağışıklık sistemine sahip insanlara dokunmadığını söyler. Ancak burada belli bir mantık söz konusudur. Virüsler zaten daha zayıf vücutları tercih etmezler çünkü yayılmak ve çoğalmak için daha sağlam vücutlara ihtiyaçları vardır.
Değinilmesi gereken son nokta ise koronavirüsün de olumsuz yönlerine rağmen olumlu yönlerinin de olmasıdır. Uzaktan bir bakışla olumlu noktaların daha fazla olduğunu görüyoruz. Örneğin çevre koşulları iyileşti. İnsanların toplumdaki ilişkileri etkilendi. Gerçekte birçok aile sorunlar ve sıkıntılar ile baş başa kalsa da kimi aileler de daha fazla kenetlendiler.
Koronavirüs pandemisinin ardından kesinlikle insanlar dünyaya farklı bir görüş açısından yaklaşacaklardır. Psikolojik açıdan da insanların daha umutlu, daha sabırlı ve daha toleranslı olacakları söylenmektedir.
Değerli dinleyiciler karantinada yaşamak zorundaysanız muhakkak tavsiyelere uyun. Hayat filme benzemez bizler de bu filmlerin oyuncuları değiliz. O zaman korku ve paniği ruhumuza ve vücudumuza musallat etmeye ne hacet. Ortaya çıkan koşulları kabul edelim ve insanların sağlığının korunması için ellerimizden geleni yapalım.
Unutmayın: Hayat akıp gitmektedir. Hayatı sevin ve her anından keyif almaya çalışın.