Ağustos 21, 2020 19:59 Europe/Istanbul

Bu seri programımızda Türkiye'nin su yönetimi siyasetleri ile ilgili konuşacağız.

Bu program çerçevesinde  Türkiye'nin su ile ilgili siyasetlerinden doğan sorunlar ve bu siyasetlerin Ankara ve  bölge ülkeleri ile ilişkilerindeki  etkisinden söz edeceğiz.  Programımızın ilk bölümünde Türkiye'nin su yönetimi siyasetlerinin  bölgesel etkilerini ele alacağız. 

Yeni milenyumda  su, hayat kaynağı olarak  uluslararası, bölgesel, ulusal, yöresel ve yerel anlamda  çok önemli rekabet malzemesi de sayılıyor.  Bu çerçevede  su kaynaklarının yönetiminin zarureti,  su kaynaklarına sulta kurma ve su kullanımını denetleme rekabetini de şiddetlendirmiştir. İşte bu çerçevede su yönetimi siyasetleri ya da hidropolitik hususu ortaya çıkmıştır.   

Günümüzde hidropolitik  daha çok  ilgi odağında yer almıştır. Ülkeler ise son yıllarda  su dağıtımı, denetimi ve su kaynaklarının yönetimi için daha fazla siyasetler geliştirmeye başlamışlardır.  Su yönetimi siyasetleri ya da hidropolitikte  çifte standartlı  işleyişler ve yaklaşımlar ise ülkeler arasında ciddi sorunlara ve tartışmalara yol açmıştır. Tabii olumlu siyasetler de  ülkeleri birbirine yakınlaştırma potansiyeline sahip olduğu görülmektedir.  

Batı Asya'da Su Politiği isimli kitabın yazarları  Mustafa Doletyar ve  Prof. Garry ise  eserlerinde   suyun kimi durumlarda  bölgede tartışmalara ve sorunlara yol açtığına değinerek,  suyun çoğu durumlarda da   rakip veya muhalif ülkeler arasındaki  işbirliğini ve yakınlaşmayı tetiklediğini de  belirtmişlerdir.  

Türkiye ise özel stratejik konuma sahip bir ülkedir.  Türkiye üç taraftan  su ile çevrilidir. Kuzey'den Karadeniz, Güney'den Akdeniz ve Batı'dan da Ege ve Marmara denizleri ile çevrilidir.  Bu ülkede birçok nehir akmaktadır.  Bu nehirler ve ırmaklar ise  komşuların da topraklarından geçerek bölgedeki  denizlere ve göllere dökülmektedir.  Dicle ve Fırat'ın büyük bir bölümünün  Türkiye su kaynaklarından  aktığı biliniyor. 

Türkiye'nin önemli su yönetimi projelerinden biri de GAP'tır. Güney Doğu Anadolu Projesi  22 baraj ve 19 hidro santralin Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde yapılmasından oluşmaktadır.  Türkiye'nin Güney ve Doğu bölgelerinde devam eden bu proje şimdi de  Dicle ve Fırat nehirlerinin durumu  bölgenin en önemli jeopolitik konusuna dönüştürmüştür.  Çünkü  Dicle ve Fırat, Türkiye, Irak, Suriye ve İran'ın Güney Batı'sında hayatın devam etmesi ve gelişmek için çok önemli atardamarlar olarak sayılırlar.  

Dicle ve Fırat su havzasında en önemli ülkeler Türkiye, Suriye ve Irak sayılırlar.   Türkiye ise uzun zamandır yapısal  gücü ve su kaynaklarının konumundan dolayı  bölgenin su hegemonyasını elinde bulundurmaktadır.   Irak ve Suriye ise  Dicle ve Fırat'ın alt havzasında yer alıp  su ihtiyaçlarını gidermek için   komşu ülke Türkiye'ye bağlıdırlar.  Uzmanların görüşlerine göre  Suriye ve Irak'taki mevcut su durumu  vahimdir. Halihazırda bu ülkelerde binlerce kişi suya bile erişimleri yok ve tarımcılar da su sorunlarından dolayı tarlalarını terk etmiş durumdalar. 

Türkiye'nin su yönetimi projeleri ise  Suriye ve Irak'ı büyük  oranda etkilemiş bulunuyor. Bu projeler tarımsal ve çevresel anlamda iki komşu ülkeyi farklı boyutlarda zararlı çıkarmıştır.  Güney Doğu Anadolu Projesi Irak ve Suriye'ye giden suları yüzde 70 ila 80 kadar azaltmıştır.  Güney Doğu Anadolu projesi uluslararası ve bölgesel belgelerde GAP ismi ile bilinmektedir.  

Uluslararası su sorunları hukuki uzmanı Salih Muhtar ise  bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur:"  Türkiye'nin su yönetimi siyasetlerinin etkisini  Irak'ın Güneyinde açıkça görmek mümkün.  O bölgede su aşırı derecede tuzlu hale gelmiştir. " 

Irak eski başbakanı Nuri El Maliki döneminde Irak Türkiye'nin sayısız baraj yapma ve tekelci su yönetimi siyasetlerine itiraz ettiği zaman   Türkiye ise  Irak'ın  petrol kaynaklarından söz edip  su ihtiyaçlarının karşılanmasına karşılık petrol ve enerji ihtiyaçlarının karşılanmasından söz etmişti.   Doğal olarak bu  hukuk dışı  mazeret ve izahat   alt havzada bulunan Irak ve Suriye tarafından kabul göremezdi.  "

Suriyeli uluslararası su meseleleri üst düzey uzmanı Nebil  El Semen ise   Arap El Şurta  gazetesindeki yazısında bu hususta şöyle bir değerlendirme yaptı:"     Irak ve Suriye'de  güvenlik sorunları ve savaş koşulları yatışıp, durum iyiye giderse Türkiye ile Dicle ve Fırat üzerinde yaptıkları projelerden dolayı sorunlar ve gerilimler başlayacak ve yeni bir kriz patlak verecektir.  "

Türkiye'nin siyasi motivasyon ve saikler dışında  su kaynakları yönetimi ile ilgili meşru kaygılarının da olduğuna değinmek gerekir. Aslında Irak yaşadığı krizler ve güvenlik sorunlarından dolayı su kaynaklarını yönetemiyor. Tabii  ki su kıtlığı Irak'ın farklı sektörleri özellikle de tarım sektörüne ağır darbe indirip Irak toplumunun sağlığını da tehlikeye düşürebilir.  

Irak su kaynakları bakanlığının raporuna esasen  bu ülke  yıllık olarak 216 milimetrelik yağış ve yüksek buharlaşma oranı ile dünyanın yarı kurak ülkelerinden sayılır.  Irak su havzasında alt havza ülkesi sayılıp  su rezervlerinin yüzde 90'ını komşu ülkelerden almaktadır. Bu çerçevede Türkiye'nin bu orandan payı yüzde 80 kadardır.  Irak hükümeti ise GAP'ın hayata geçirilmesi ile  yerli ekonomisinin yüzde 36'sının tarımcılığa bağlı olduğu bir ülke olarak Iraklı tarımcıların birçoğunun işsiz kalacağını biliyor.  Bunun yanı sıra  Irak elektrik santrallerinin  yüzde 20 kadar üretiminin ve kapasitesinin azalması da öngörülmektedir. 

1987 yılında Türkiye ve Suriye arasında ikili ekonomik işbirliği anlaşmasının imzalanması ile  Fırat nehri suyunun kullanımı ile ilgili de bir güvenlik protokolü imzalandı. Ancak pratikte  bu protokol pek de hayata geçirilmedi.  Atatürk Barajının  1990 yılında tamamlanması ile  pratikte Suriye'nin yüzde 40 ve Irak'ın da  yüzde 90 kadar Fırat suyundan yararlanmasını azalttı.  

Aslında Ankara, Fırat suyundan yararlanma yönündeki   hakları hususunda net ve zorbalığa dayalı bir siyaset izlemeye başlamıştır.  Ankara ve Şam arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olan bir başka husus da Türkiye'nin  Birecik bölgesinde  672 megawatt'lık bir santral inşa etmesi idi.  Türkiye  Kasım  1995 yılında  Birecik bölgesinde Fırat nehri üzerinde inşa edilecek iki baraj için Avrupa Konsorsiyumundan mali kaynak sağladı.  

Türkiye'nin bu barajları yapmaya başlaması ve bu yöndeki projeleri ise  Suriye ve Irak tarafından protesto edildi.  Bu iki ülke  Türkiye'ye bu barajları yapmak üzere destek veren ve projelerde rolü bulunan şirketlere  Ankara ile işbirliklerine devam etmeleri halinde  bu iki ülkede yapılacak gelecekteki projelere katılmayacakları uyarısında bulundu. 

Türkiye, özel jeopolitik konuma sahip olmasına rağmen  petrol ve doğalgaz açısından  zayıf ülkelerden biri sayılır.  Bu ülkenin sanayi sektörünün gelişmesi ile  Türkiye günden güne daha fazla petrol ve doğalgaza bağlı bir ülkeye dönüştü ve diğer yandan da  bölge enerji alanında eksen rol talep edip Doğu ve Batı arasında enerji  aktarımı terminali olarak kendini tanıttı.  

Şimdi de Türkiye suyu bir silah ve koz olarak bölge  ülkeleri aleyhine kullanmak istiyor.  Nüfusun artması ve besin güvenliğinin, enerji güvenliğinin yükselmesi, ekonomik ve teknolojik gelişmenin de yaşanması ile  suyun değeri ve yönetimi daha da belirginleşti.  Aslında bu gelişmelerin ve artışların hepsi ülkelerin su siyasetleri yani hidropolitiği ile alakalıdır.  Tahminler de  Türkiye'nin mevcut hidropolitiğinin devam etmesi halinde yakın gelecekte  Türkiye ve komşu ülkeler arasında gerilimlerin ortaya çıkacağını gösteriyor. 

1977 yılına kadar  Türkiye, Irak ve Suriye dahil  Dicle ve Fırat su havzasında birçok baraj ve sulama kanalları inşa edildi. Ancak  BMT'nın raporuna göre  bu süreç son otuz yıllık sürede iyice hız kazanmış ve artmıştır.  Aynı rapora göre  Türkiye hükümeti  Dicle ve Fırat sularını engellemek ve üzerlerinde baraj yapmakta  ve başka bir ifade ile Mezopotamya bölgesinin kurumasında en önemli aktör olmuştur.  Bu durum üçüncü zarar gören ülke olarak İran için de çok önemli bir husustur.  Çünkü  İran'ın Güney Batı'sındaki Huzistan eyaletinde yaşanan toz fırtınaları daha çok Irak'ın Güney'indeki göletler ve sulak alanların kurumasından kaynaklanıyor.  Ayrıca Suriye'deki Badiye El Şam bölgesindeki arazinin de kuruması bu durumun nedenlerindendir.  Aslında Irak ve Suriye'deki durum  İran'ın Batı ve Güney Batı eyaletlerini hem sağlık hem çevresel anlamda zararlı çıkarmaktadır. 

Dicle ve Fırat nehirleri ise Basra kentinin yakınlarında birleşerek Şattül Arap su havzasını ve nehrini oluştururlar.  Bu nehirler İran'dan kaynaklanan Karun nehri ile Basra şehrine  33 kilometre uzaklıkta birleşerek  İran'ın Ervendrud nehrini oluştururlar. Bu nehir ise İran ve Irak sınırını oluşturmaktadır.  Ervendrud su havzasının  önemli nehirleri ise Dicle, Fırat, Kerha ve Büyük Karun nehirleridir. Bu çerçevede Türkiye, Suriye, Irak ve İran bu ortak su havzasında yer alırlar.  

Ervendrud nehri  İran ve Irak arasında büyük tartışmalara ve sorunlara da neden olmuştur.   Bu da Ervendrud sınır nehrinin önemini  ve su kaynakları açısından eşsiz konumunu göstermektedir.  GAP projesinin  akıbeti ve  Dicle ve Fırat'ın yanlı bir şekilde kullanılması  tabii ki bölgesel işbirliği ve istikrarı da kötü yönde etkileyecektir. 

Böylece bölgesel su krizinin doğru yönetilmediği durumunda Batı Asya'da siyasi düzenin de karışacağı söylenmelidir. Su krizi ve çevresel meselelerin ta içlerinden  medeniyetlerin  çöküşü, etnik ve bölgesel çatışmalar ve savaşlar da çıkabilir.  Irak, Suriye, İran ve Türkiye  ise bu bölgesel sorunların merkezinde yer alabilirler.  Bu yüzden  bu ülkelerin işbirliği yapması ve su kaynaklarını planlı ve doğru tüketmeleri şart.  

Bu hususta atılacak  ilk adım ise  uluslararası çevre hukukunun zorunlu yasalarına riayet edilmesidir.  Bu çerçevede çevreye zarar vermeme ilkesine bağlı kalınmalıdır.  Bu ilke ise  GAP projesinde ciddi şekilde ihlal edilmiştir. Sonuçta çölleşme süreci hızlanmış ve Irak, Suriye ve İran  Türkiye'nin farklı barajları inşa etmesinden dolayı toz fırtınaları sorunu ile karşı karşıya kalmıştır.