Eylül 18, 2020 12:12 Europe/Istanbul

Geçen bölümde Allah Resulü’nün -s- Medine’ye hicreti ve Hz. Ali’nin -s- Leylatul mubit olarak ün yaptığı o hazretin yerine yatağından yattığını ele almıştık. Şimdi sohbetimizin devamında Bedir savaşı, kardeşlik ahdi ve Hz. Ali’nin -s- Allah Resulü’nün -s- kızı Hz. Fatıma -s- ile evlenmesi gibi diğer bazı gelişmeleri gözden geçirmek istiyoruz.

Geçen bölümden hatırlanacağı üzere, düşmanların kendisine pusu kurduğu ve hareketlerini gözetlediklerinin bilincinde olan İslam Peygamberi -s- Medine’ye hicret ederken başta kızı Hz. Fatıma -s- olmak üzere bazı yakınlarını Mekke’de bırakmak zorunda kaldı. Allah Resulü -s- hicret ederken aynı zamanda Hz. Ali’yi -s- özel bir görevle görevlendirdi ve o hazretten kendisine emanet edilen her şeyi esas sahiplerine iade etmesini ve Mekke’de bıraktığı yakınları ile birlikte Medine’ye gelmesini istedi. Buna göre Hz. Ali -s- aralarında Hz. Fatıma -s- ve kendisinin annesi Fatıma benti Esed’in de aralarında bulunduğu Allah Resulü’nün -s- ehli beytinden bazıları ile ve o güne kadar Medine’ye göç edemeyen bazı Müslümanlarla birlikte gece karanlığında Medine’nin yolunu tuttu.

Öte yandan Kureyş casusları Hz. Ali’nin -s- başında bulunduğu kervanın Medine’ye hicret ettiğinden haberdar oldu ve onları takip etmeye başladı. Kureyş casusları kervana yetiştiklerinde o hazretle casusların arasında sert bir tartışma başladı ve sonuçta ortalık iyice gerildi. Hz. Ali -s- o sırada İslam ve Müslümanların namusunu ve hürmetini savunmaktan başka çaresi olmadığını anlattı ve bu yüzden Kureyş casuslarına ve askerlerine dönerek onları tehdit etti ve kim canından el çektiyse öne gelsin, dedi. Ancak Kureyş casusları ve askerleri İmam Ali’nin -s- öfkesini görünce geri adım attı ve hiç bir müdahalede bulunmadan geldikleri yoldan geri döndü.

İslam Peygamberi -s- Medine’ye geldikten sonra ilk tarihi adımı, Kuba camiini inşa etmek oldu. Allah Resulü -s- diğer Müslümanlarla el ele vererek bizzat cami inşaatında çalıştı. Cami inşaatı tamamlanınca Allah Resulü -s- ve bazı muhacirler kendileri için caminin çevresinde odalar inşa etti, öyle ki her odadan bir kapı camiye açılıyordu. Böylece muhacirler namaz vaktinde veya zaruri bir iş çıktığında bu kapıdan camiye giriyordu. Bir süre sonra Allah Resulü -s- Hz. Ali’nin -s- evinin dışında diğer tüm kapıların kapatılmasını emretti. Allah Resulü’nün -s- yüce Allah’ın emri olmadan hiç bir işi yapmadığını bilen sahabe buna karşı itirazda bulundu ve neden hepsine evlerinin camiye açılan kapılarının kapatılmasını istediğini, ancak Hz. Ali’nin -s- evinin kapısını açık bıraktığını sordu. Allah Resulü -s- şöyle buyurdu: ben kendi başıma sizin kapılarınızı kapatma ve Ali’nin evinin kapısını açık bırakma kararını almadım. Bu karar Allah tealanın iradesi ve buyruğuydu ki Ali’nin evinin kapısı açık kalsın ve sizin evlerinizin kapısı kapansın.

İslam Peygamberi’nin -s- önemli stratejik siyasetlerinden biri de Müslümanların arasında kardeşlik bağını pekiştirmek ve böylece aralarındaki inanç, ahlak, kültür, ekonomi ve sosyal ortak yönlerin sayesinde güçlü ve müttefik bir toplum inşa etmekti. Böyle bir toplumda bireyler birbirine karşı sorumluluk hissedecek ve yaşamın engebeli sürecinde birbirine yar ve yardımcı olacaktı. Buna göre Allah Resulü -s- muhacirlerle Ensar arasında her iki kişi birbiriyle kardeşlik ahdi bağlamasını emretti. Aslında bu ahit ve anlaşma görece ve yüzeysel bir ahit ve anlaşma değildi, bilakis yükümlülük ve sorumluluk getiren bir anlaşmaydı ve buna göre kardeşlik ahdi bağlayan insanlar tüm alanlarda birbirine yardımcı olması ve acılarını ve sevinçlerini paylaşması gerekir. Ancak Resulullah efendimizin -s- bu değerli hareketinden sonra Hz. Ali -s- gözleri yaş dolu Allah Resulü’nün -s- huzuruna çıktı ve şöyle arz etti: Ya Resulullah, siz sahabenizi birbirine kardeş yaptınız, ama benle başkasını kardeş yapmadınız ve beni kendi halime bıraktınız. O sırada Allah Resulü -s- Hz. Ali’ye -s- döndü ve: sen dünya ahiret benim kardeşimsin, şeklinde buyurdu.

Ehli sünnetin ünlü alimlerinden Cenab Kunduzi ise bu macerayı daha detaylı bir şekilde anlatarak şöyle yazıyor:

Allah Resulü -s- Hz. Ali’ye -s- şöyle buyurdu: beni risaletle görevlendiren Allah’a and olsun, senin kardeşlik işini, en son seninle ben kardeş olmak için erteledim. Sen bana göre Harun’un Musa’ya göresin, aradaki tek fark şu ki benden sonra başka peygamber gelmiyor. Sen benim kardeşim ve varisimsin.

İslam Peygamberi’nin -s- Medine’ye hicreti üzerinden pek fazla uzun zaman geçmemişti ki, İslam’ın yayılmasına ve artan nüfuzuna daha fazla tahammül edemeyen küfür ve şirk elebaşıları hicretin ikinci yılında Bedir adı ile anılan bir bölgede Müslümanlara ilk savaşı dayattı ve ellerinde var olan tüm güçleri ve silahları ile savaş meydanına çıktı. Gerçi bu savaşta Müslümanların durumu ister insan gücü ister askeri imkanlar ve silah bakımından asla düşman ordusu ile kıyaslanabilecek durumda değildi. Kuşkusuz eğer ilahi gaybi imdat olmasaydı, Müslümanlar asla bu savaşı kazanamazdı. Kur'an'ı Kerim Al-i İmran suresinin 123. Ayetinde bu gerçeği şöyle beyan etmekte:

Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah'tan sakının ki O'na şükretmiş olasınız. O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?

Bedir savaşının başında düşman ordusunun üç cengaveri meydanın önüne çıktı ve İslam ordusundan rakipleri olacak kim varsa karşılarına çıkmalarını istedi. O sırada Allah Resulü Hz. Hamza -s- ve Hz. Ali’nin -s- de aralarında bulunduğu üç kişiyi teke tek mücadele için seçti. İslam ordusunun üç yiğit mücahidi düşman ordusundan her üç rakibi etkisiz hale getirdi. Ancak o meydanda henüz çok genç olan Hz. Ali’nin -s- başarısı en çok dikkat çeken noktaydı. Hz. Ali -s- ilahi yardımla İslam Peygamberi’nin -s- iki sıkı düşmanını dize getirmeyi başardı. Bu iki düşmandan biri ibni Nofel’di. Allah Resulü -s- ibni Nofel’i lanetlemiş ve yüce Allah’tan şerrini bertaraf etmesini istemişti, nitekim ibni Nofel’in Hz. Ali’nin -s- eliyle helak olduğunu duyunca Allah tealaya onun hakkında lanetini icabet ettiği için şükretti.

Bedir savaşında gerçi düşman ordusu her açıdan daha üstün konumdaydı, ancak 70 ölü ve 70 esir geride bırakarak bu savaştan mağlup olarak ayrıldı ve Müslümanlar ilahi yardımların sayesinde büyük bir zafer elde etti.

Hicretin ikinci yılında yaşanan bir başka önemli gelişme, Hz. Ali -s- ile Hz. Fatıma’nın -s- semavi izdivacıydı. Hz. Fatıma’nın -s- hayatını anlattığımız programımızda dedik ki o dönemin Ömer ve Ebu Bekir gibi bir çok seçkin şahsiyet ve eşraf Hz. Fatıma -s- ile evlenmek üzere onu Allah Resulü’nden -s- istedi, fakat o hazret hepsine ret cevabı verdi. Öte yandan herkes Hz. Ali -s- Hz. Fatıma’yı -s- isteyecek olursa, Allah Resulü -s- kabul edeceğini düşünüyordu. Bu yüzden İslam Peygamberi’nin -s- bazı yakınları ve sahabeden bazıları Hz. Ali’nin -s- yanına giderek o hazreti Hz. Fatıma’yı -s- istemeye teşvik etti. Sonunda tüm bu ısrarlar ve baskılar sonuç verdi ve Hz. Ali -s- bu amaçla Resulullah’ın -s- huzuruna çıktı.

O gün Allah Resulü -s- Ümmi Selma’nın evindeydi. Hz. Ali -s- kapıyı çaldı. Allah Resulü -s- eşine şöyle buyurdu: kapıyı aç. Kapıyı çalan, Allah ve Resulü onu seven ve o da Allah’ı ve resulünü seven biridir. Ümmi Selma arz etti: Ya Resulullah, annem ve babam sana feda olsun, o kim ki onu görmeden hakkında bu şekilde yargıda bulunursunuz? Allah Resulü -s- şöyle buyurdu: Ümmi Selma, biraz sabret ve bekle. O cengaver ve cesur bir yiğittir. O kardeşim ve amcaoğlum ve benim yanımda en sevilen kişidir. Bu sözlerin üzerine Ümmi Selma hemen ayağa kalktı ve kapıyı açtı ve böylece Resulullah’ın -s- bu kadar övdüğü adamın kim olduğunu hemen öğrenmek istedi. Ümmi Selma kapıyı açar açmaz, Hz. Ali’nin -s- nurani yüzü ile karşılaştı ve içeri girmesini istedi. Hz. Ali -s- içeri girdikten sonra selam verdi ve ardından Allah Resulü’nün -s- önünde oturdu. Ancak aşırı utangaçlığı yüzünden başını öne eğdi ve neden oraya geldiğini anlatamadı. Bir süre her ikisi sessizce o şekilde yerinde oturdu.

Sonunda Allah Resulü -s- sessizliği bozdu ve şöyle buyurdu: Ey Ali, galiba beyan etmekten utandığın bir konu için benim yanıma gelmişsin? Hiç çekinmeden hacetini ve isteğini söyle, emin ol tüm isteklerin yerine getirilecektir. Böyle bir durumu bekleyen Hz. Ali -s- konuşmaya başladı ve şöyle arz etti: Ya Resulullah, annem ve babam size feda olsun, ben sizin evinizde büyüdüm, sizin lütuf ve merhametinizden bol bol yararlandım. Siz annem ve babamdan daha çok benim talim ve terbiyemle ilgilendiniz ve sizin bereketinizle ta çocukluğumdan hidayete erenlerden oldu. Ya Resulullah, Allah’a and olsun benim dünya ahiret birikimim sizsiniz. Şimdi kendime bir eş seçme ve bir aile kurma ve eşimle alışıp huzura kavuşma zamanın geldi diye düşünüyorum. Eğer maslahat bilir ve kızınız Fatıma ile benim nikahımı kabul ederseniz, büyük bir saadete ve onura nail olmuş olurum.

Allah Resulü -s- güya bu günü ve bu anı beklercesine çok mutlu oldu ve ardından kızı Hz. Fatıma’nın -s- yanına gitti ve şöyle buyurdu: kızım, Ali bin Ebutalib’i çok iyi tanırsın. Şimdi o seni istemeye gelmiş. Acaba sizin nikahınızı kıymama izin verir misin? Hz. Fatıma -s- çok mahcup oldu ve başını öne eğerek sessiz kaldı. Allah Resulü -s- bu tepkiyi kızının rızasına yordu ve ardından Hz. Ali’nin yanına geri dönerek şöyle buyurdu: acaba sana bir müjde vermemi ve bir sırrı ifşa etmemi ister misin? Hz. Ali -s- şöyle arz etti: Evet ya Resulullah, siz her zaman iyi haber verenlerdensiniz. Allah Resulü -s- şöyle buyurdu: sen gelmeden önce Cebrail bana nazil oldu ve şöyle dedi: Ey Muhammed, Allah seni mahlukları arasından seçti ve risaletle görevlendirdi. Ali’yi seçti ve senin kardeşin ve vezirin yaptı. Şimdi sen kızın Fatıma’yı ona vermelisin. Onların düğün merasimi yukarı alemde ve meleklerin huzurunda yapılacaktır. Allah onlara pak ve iyi evlatlar verecektir. Ey Ali, Cebrail henüz ayrılmadan sen bizim kapımızı çaldın ve kızım Fatıma’yı istedin.