Mayıs 15, 2021 19:18 Europe/Istanbul

Okumanın tarihi kitap okurları için çekici olabileceğini düşündüğümüz için bu bölümü bu hususa ayırdık. Birlikte dinleyelim.

Bir başkası tarafından yazılan bir şeyi okumak, birlik ve  tutarlılığı beraberinde getirir.  Okuduğumuz şey ve bizim üzerimizde bıraktığı izler ve izlenim, bizim bir birey olarak karakterimiz ve deneyimlerimizi yansıtır.   Okumanın tarihi   toplumun tarihi ve özü hakkında da daha geniş bilgi edinmemize yardımcı olur.  Kişi ve toplum  okumakla  farkındalığa varır.  

İnsan kendini çoğu zaman  zihinsel  durumlarına hakim olan  bilgi sahibi biri olarak  görür.   İnsanın cansız ve canlı varlıklardan farkı da işte bu bilgi sahibi olması ve yaptıklarının farkında olmasıdır.  Ancak farkındalığın analizi ve  farkındalığın ne olduğu sorusu  en zor işlerden biridir. Farkındalığın özü hakkında uzun süre araştırmalar gerçekleştiren  David Chalmers ise  bir filozof olarak    tamamen fiziki bir dünyada  farkındalığın bulunacağı yeri ve  özelliklerinin açıklanmasını çok zor bir mesele olarak adlandırıyor. 

 Fiziki bilimler üzerinden tanıdığımız dünyamız  ruhsuz ve mekanik bir dünyadır.  Fizik kurallarının hüküm sürdüğü bir dünyadır. Ancak aynı zamandan  dünyamızda öyle varlıklar yaşıyorlar ki  birçok hususta  farkındalığa sahipler ve  birçok fiziki durumun farkında olarak yaşıyorlar.  Böylesi fizike dayalı bir dünyada   farkında olma durumunu  yerleştirmek nasıl mümkün olur? 

Okumayı  insanın başlangıç hakkında ve hedef noktaya varma  farkındalığı doğrultusundaki ihtiyaç duygusundan  kaynaklanan bir süreç olarak  tanımlamak mümkün.  Tabii ki hedef burada farklı şahıslar için farklı olabilir.  Bu arada  insanlar, toplumlarının bir üyesi olarak  okuma sürecinin bir parçası sayılırlar.   Okumanın bir başka bölümü de  okuma kaynakları ve diğer bir bölümü de  kişilerin okumadan aldıkları izlenimlerdir.  Bu süreçte  toplum adında bir başka etken de vardır.  Bu da insanları  okumaya teşvik edebilir veya onları okumaktan vaz geçirebilir.  Kimi zaman da  toplum  kılavuzluk yapabilir. Bu da  kişilerin okuma şeklini belirlemesi demektir. Bu kılavuzluk olumsuz veya olumlu olabilir. 

Okuma, düşünce veya sözlerin  bir metindeki deşifre süreci ve  bilişsel bir süreçtir.  Bu alanda kabiliyetleri geliştirmek için   harfleri tanımak, kelimeleri bilmek ve cümleleri anlamak gerekir.  Anılan öğelerin  anlamlarının anlaşılması ve onlar arasındaki ilişkilerin bulunması ve kavranabilmesi   sonunda  cümlenin ve metnin mesajının alınmasına yol açar. 

Okumak, yazılmış  konulardan  bilgi elde etmeye yardımcı olan bir araçtır.  Daha geniş bir tanım çerçevesinde okumak,  okuru  metnin  ve yazının öz mesajına ulaştıran aktif bir süreçtir.   Okumak için gerekli olan temel kabiliyetler ise  ilkokul yıllarında elde edilebilir.  Bu süreç her çocuğun gelişmesinde de hayati rol oynamaktadır.  Ayrıca bu kabiliyet  toplumsal ve kişisel  yaratıcılık ve  gelişme için de kullanılabilir.  

Okuma kabiliyeti hayatımızın her alanında görülen  kabiliyetlerin bir araya gelmesi olarak da tanımlanabilir.   Okuma kabiliyetimizin   geliştiğine oranla   tüm okuduğumuz metinlerdeki anlam ve yorumları anlamaktaki  gücümüz de artar.   Ayrıca bu kabiliyet ve beceri  geliştirildikçe  diğer insanlar ile daha rahat ilişki kurmamız ve yazısal  kabiliyetlerimizi de geliştirmemiz kolaylaşır. 

 Okuma dil alanında dört ana  beceriden biridir.  Bu alanda gerekli olan düzeyde bilgiye sahip olmak gerekir.  Bu becerinin  dil öğrenimi babında  temel becerilerden olduğu unutulmamalıdır.  Gerçekte  yeni bir dille karşılaştığımız zaman  her şeyden önce alfabeyi ve o dili nasıl okumamız gerektiğini öğreniriz ve ardından diğer becerileri öğrenmeye çalışırız.  Sonuçta  güçlü okuma becerisi, bizde diğer dilsel becerileri öğrenmekte  de büyük oranda yardımcı olacaktır. 

Okuma tarihi, kitap severler için ilginç bir konudur. Bu doğrultuda farkındalığın önemini ve buna ulaşmadaki kitapların rolünün açıklığa kavuşturulması için, sohbetimizin devamında okumanın evrimini kısaca anlatmaya çalışacağız.
Milat Öncesi dördüncü bin yılda, tarımın yükselişi ve sosyal yapıların artan karmaşıklığı ile Mezopotamya'daki şehir merkezleri gelişmeye başladı. Bilinmeyen bir kişi, bir keçi ve bir ineği göstermek için kile çizilmiş birkaç çizgi ile insanlık tarihinin akışını değiştirdi. Okuma sanatı da orada, yazma kavramının başlangıcında doğdu - görsel ipuçlarını kullanarak sözlü seslerin gösterimi ile meydana geldi. 

Yazma, başlangıçta ticaret kayıtlarını kaydetmek için kullanıldı. İlk yazıtlar, malların listesini göstermek için görsel ipuçları kullandıklarını gösteriyor.
Milat Öncesi 2 bin 600 civarında çivi yazısı gelişti ve yazı daha çeşitli hale geldi. Şimdi, işlemlerin kayıtlarına ek olarak, yazı da kralların eylemlerini, yasalarını ve tanınmalarını belgelemek için kullanıldı. Çivi yazısında her hece farklı bir sembolle temsil edilmiştir. Çivi yazısının harf sayısı yüzleri bulmuştur.

Eski Mezopotamya'da yazmak büyük bir başarıydı. Bir kral okuyabilseydi, bu hususta yazıtlarında muhakkak bunu gurur kaynağı olarak gösterirdi.  Antik yazarlar  mit ve tarihi yaratma hususundaki güçlerinin farkına vardıklarında  ilk edebi eser de yazıldı.   Tarihte adı geçen ilk yazarın bir  kadın olduğu söylenmelidir. Milat öncesi 2 bin 300'lerde tapınaklar için ilahileri söyleyen ve eserlerini yazdığı kil çömlek yazıta adını bırakan Akad prensi ve baş rahip Enheduanna.

İlk metinlerde, yetenekli bir okuyucu tarafından yüksek sesle okunduğunda ayrı ayrı okunması için yazılar bitişik ve sürekli bir şekilde yazılırdı. Yazım işaretleri ise ilk olarak Milat Öncesi 200 civarında kullanıldı. Kitleler hala okuma yazma bilmiyordu ve yazılı materyaller ancak halka okuma yoluyla anlaşılıyordu. Manastırlarda ve kraliyet mahkemelerinde halka okumalar yapılırdı.

Milat Öncesi beşinci yüzyılda, Yunan tarihçi Herodot son çalışmalarını okumak için Olimpiyat podyumunu kullandı. Yazarların okumaları, Milat Sonrası birinci yüzyılın başlarında sosyal bir gelenek ve alışkanlık haline geldi. Bu okumalar sayesinde halkın heyecanı da yüzyıllar içinde doruğa çıktı . Kimi zaman da farklı olaylardan dolayı insanların bu okumaları dinlemeye isteği kalmadı. Ancak bu gelenek hala da geçerli durumdadır

Tanınmış yazarlar bu geleneği farklı şekillerde sürdürdüler. Charles Dickens'ın keskin okumalarından diğer çağdaş yazarların monoton, alçakgönüllü üsluplarına kadar bu süreç devam etti. Devrimden önce çalışmaları Fransız yetkililer tarafından yasaklanan Jean-Jacques Rousseau gibi yazarlar için, bir dinleyici bulmanın tek yolu bir arkadaşının evinde yazdıklarını okumaktı.
Eğitim mekanizmaları geliştikçe okuma, özellikle kadınlar için bilgi kaynaklarına bağlanan en önemli yol haline geldi. On dokuzuncu yüzyılda kadınlar az bile olsa eğitim almaya teşvik edildi.  Kadınların merakını ve çalışma ve farkındalık yaratma arzusunu gidermek için aile ve arkadaş ortamlarında  okumaya yöneldi. 

Milat Öncesi 330'da İskender annesinden gönderilen mektubu askerlerinin önünde sessizce okuduğunda, askerler onun okuma yeteneğine hayret kalıp buna şaşırdılar.  St. Augustine daha sonra Milat Sonrası 4'üncü yüzyılda yaptığı itirafta şöyle yazdı: "Hocam Ambrose'un sessizce ve dilini hareket ettirmeden metnin anlamını nasıl anlayabildiğini merak ediyorum!"

Araştırmacıların manastırlar kütüphanesinde sessizce çalışmalarını gerektiren ilk durumlar dokuzuncu yüzyılda görüldü. Antik ve orta çağ kütüphaneleri, o zamana kadarki ve muhtemelen ondan sonra dikkate şayan bir dönem için modern çalışma alanlarından farklı olan bir şekilde   sessizlik yaşadı. 
 Okuryazarlık arttıkça,yazım işaretlerinin de artması ile  resimlerin eklenmesi ve dilin basitleştirilmesine yol açan kitapların sayısı da arttı. Sessizce okumak olağan hale geldi ve daha fazla okuyucu, başka bir kişinin sesi olmadan yazılı metinle bağlantı kurabildi. "Sessizce okumak"  okumayı özel bir etkinlik haline getirdi ve birden fazla kitap seçimi seçeneği için daha fazla alan yarattı. 14'üncü  yüzyılda, Geoffrey Chaucer yatakta bir kitap okumayı önerdi. Ömer Hayyam ve Mary Shelley insanları dışarıda kitap okumaya teşvik ederken, Henry Miller ve Marcel Proust mutlak yalnızlıkta kitap okumayı önerdi. 
Tarih araştırmaları, birçok hükümetin insanların okunabilir bilgilere ve hatta okuryazarlığa erişimini engellemeye çalıştığını göstermektedir. Bu nedenle, ötekileştirilenler için "okumak", cesaret dolu bir isyan ve direniş eylemi olmuştur. Hem Britanya İmparatorluğu'nda hem de Amerika Birleşik Devletleri'nde kölelerin yazma ve okumaya erişimi yüzyıllarca engellenmeye çalışılmıştır. Buna karşın, okuma ve yazma köleliğe ve zulme karşı mücadelede güçlü bir silaha dönüştürülmüştür.  
Otoriter yöneticiler, insanları itaatkar tutmada cahil olmalarının öneminin her zaman farkındaydılar ve kitapları ve okuryazarlığı yasaklamışlardı. Bu yasakların örnekleri çok fazladır. Bu yüzden sadece birkaçından söz edilebilir. Bu çerçevede  Antik Atina'da Protagoras'ın eserlerinin yakılması, Kral Qin Shi Huang'ın Çin'in hükümdarlığı sırasında önceki tüm yazıların yakılması, Roma kilisesinde 16'ncı yüzyılda yasaklanmış kitapların uzun bir listesinin hazırlanması ve Nazi Almanya'sında kitap ve kitap okumakla düşmanlığı gösteren yüzlerce kitabın ateşe verilmesi konulu  oyunun sergilenmesi örneklerine değinmek mümkün. 

Bu nedenle birçok deneyim ve tarihi olay da, okumanın bilincin başlangıcı olduğunu ve bilincin de  dünyaya  basiret ile bakmanın başlangıcı olduğunu göstermektedir. Kitaplar, farkındalık ve bilinçle yüzleşmemizin ve hayatın zorlu yolundan geçerken ona eşlik etmemizin en önemli ve ana etkenidir. Kitapla birlikte olun ve farkındalık kazanın.

Etiketler