Eylül 24, 2021 22:54 Europe/Istanbul

Bu bölümde Enfal suresinin 27'inci ayetinin sebeb-i nüzulünü ele alacağız.

Allah Resulü Hz. Muhammed saa  Medine'ye hicretinin ardından   üç Yahudi kabile olan  Beni Kurayza,Beni Nazir ve Beni Kaynuka' Allah Resulü nezdine gittiler ve şu açıklamalarda bulundular: "  Biz tevhide dayalı mesajı duyduk.  Şimdi de senin yanında veya karşında yer almamak için seninle barışmaya geldik ta ki bakalım senin ve kavminin işi sonunda nereye varır!  Sen de bize ve arkadaşlarımıza karşı durma. "

 Allah Resulü Hz. Muhammed saa ise   bunu kabul etti ve  onlarla şöyle bir içerik taşıyan anlaşmayı onayladı:"   Yahudiler, Allah Resulü ve yarenlerine karşı dili, eli, silahı veya  bineği ile, açık gizli, gece gündüz  hiçbir girişimde bulunmamalı. Allah buna şahit olsun. Yahudiler bu taahhütlerini  gözardı ederse  Allah Resulü onların kanını akıtabilir, çocuklarını ve kadınlarını esir alabilir ve mallarını ganimet olarak  alabilir. " 

Bu anlaşma   Beni Nazir kabilesinden olan  Huyyey bin Ahtab, Beni Kurayza kabilesinden olan Kaab bin Esed ve  Beni Kaynuka kabilesinden olan  Muhayrik  tarafından imzalandı.

  Bu anlaşmanın imzalanmasının ardından bu anlaşmayı  ihlal eden ilk kabile Beni Kaynuka kabilesi oldu. Bu kabile Müslümanlar ile savaşmaya başladı.   Onlar  Müslümanların Bedir savaşından muzaffer çıkmasının ardından  haset ve kinlerini gizleyemeyip  isyana baş vurdular.  Bu sırada ise  çarşı pazarda bir Yahudi adam Müslüman bir kadına saygısızlık yaptı.  Müslümanlardan biri, Müslüman kadını savunmak adına Yahudi adamı öldürdü.  Beni Kaynuka Yahudileri de bu Müslüman'ı öldürdü.  Durum o kadar vahimleşti ki Allah Resulü  Beni Kaynuka kabilesinin  Medine'den gitmesine karar verdi. 

 Beni Nazir kabilesi de  Allah Resulünü öldürme planı ve komplosu ile barış anlaşmasını bozdu.   Onlar Medine'den atıldıktan sonra hep tezgahlar kurmaya çalışıp Müslümanların kan düşmanı Kureyşlilerle işbirliği yapıp onları bu düşmanlığı sürdürmeye teşvik ederek  Ahzap savaşının yaşanmasına yol açtılar. Ahzap savaşı, adından da anlaşıldığı üzere,   İslam düşmanlarının farklı kesimlerinin Müslümanlar ile birleştiği bir savaştı. Yani İslam karşıtı tüm hizipler bu savaşta birleşmişti.   İslam düşmanlarının başında bulunan Kureyş liderleri, teçhizatları ve sayılarından dolayı  öyle bir plan yapmışlardı ki bu savaşla birlikte  Müslümanları tamamen yok etsin ve kalıcı bir şekilde Muhammed saa ve yarenlerinden ve mensuplarından kurtulsunlar. 

  Kureyşliler ve dışlanan ve Medine'den ihraç edilen Yahudiler tam güç, tam kapasite ile Medine'yi kuşatma altına aldılar.  Ancak  hemen  zaman geçtikçe  ordularının ve liderlerinin iradesinin zayıfladığını ve soğuk ve açlıktan  dirençlerinin düşeceğini anladılar.  Bu yüzden  Medine içinde bulunan   Beni Kurayza  kabilesinden destek almaya karar verdiler. Böylece  savaşın kıvılcımını atmak  ve Medine'ye giden yolun kapılarını aralamak istediler. 

Medine'de  Müslümanların yanında  barış ve  huzur içerisinde  yaşayan tek kabile de adı geçen bu kabile idi. Ancak  onlar Medine dışındaki Yahudi arkadaşlarının da kışkırtmaları ile   barış anlaşmasını bozdular.  Allah Resulü  bu anlaşmanın bu kabile tarafından da bozulduğunu anlayınca Saad bin Maaz'ı iki kişi ile birlikte  onların nezdine gönderip onları uyarmaya çalıştı.  Ancak Beni Kurayza kabilesi liderleri   anlaşmaya artık uymayacaklarını belirterek  Allah Resulü temsilcilerine çirkin açıklamalarda bulundular.

 Ahzap savaşı  Müslümanların zaferi ile sonuçlandı. Allah Resulü ise   hemen Beni Kurayza  kalelerine doğru  yola çıktı ve onları kuşattı.  Yahudiler kalelerinde toplanıp  istişareye başladılar.   Bu danışma konseyinde  Beni Kurayza lideri  üç plan sundu ve   bu planlara uyulmasını istedi.   İlk plan herkesin Müslüman olması idi. Çünkü  Muhammed'in nübüvvetinin doğruluğunu ve kesinliğini  Tevrat'tan da biliyorlardı.  İkinci plan, çocuklar ve kadınların öldürülmesi ve kalenin dışına çıkılması ve Müslümanlar ile savaşmaktı.  Böylece Yahudiler kaybedilmesi halinde her şeyin biteceğini ancak kazandıkları takdirde tekrar kadın ve çocuk sahibi olabileceklerini düşündüler. Üçüncü  plan ise   Yahudi geleneklerinden yola çıkıp  Müslümanları gafil avlamaktı. Bu bağlamda Müslümanların Yahudi kalelerini kuşattığı gün Cumartesi idi. Yahudiler ise Cumartesi günlerinde  hiç bir iş yapmazlar.  Böylece Müslümanların bu gafletinden yararlanmak istediler. 

 Önerilen bu planların üçü de reddedildi. Konseydekiler ise şöyle dediler:"    Biz hiçbir zaman  Tevrat'tan ve ayinimizden el çekmeyeceğiz.  Hayatımız da çocuklar ve kadınlar olmadan  istediğimiz gibi olamaz.  Üçüncü plan da  dini düşünceler ve inançlar açısından  uygulanabilir değildir.  Çünkü   ilahi gazaba uğrayabiliriz. Nitekim bizden önceki kabileler de  Cumartesi kurallarına ve inançlarına uymamaları yüzünden  ilahi kahra mazhar olmuşlardır. 

 İslam ordusu, geçmişte ise  Beni Hazrec kabilesi arabuluculuğu ile  Beni Kunayka'yı ölümden kurtardı. Bu yüzden Beni Evs kabilesi Beni Hazreç ile rekabet edercesine  Allah Resulüne Beni Kurayza'yı affetmek için  baskı yapmaya başladılar.  Allah Resulü ise bu talebe ve baskıya karşı direnip şöyle dedi:"     Bu hususta hakemlik yapma hakkını   Evs kabilesi lideri Saad bin Maaz'a  veriyorum.  O bu hususta ne derse ve görüşü neyse  ben de kabul edeceğim.  Oradakilerin hepsi bu öneriyi kabul etti. "

Beni Evs kabilesi  lideri Saad bin Maaz ise  Beni Kurayza ile aynı safta duran ve onlar ile yakın ilişkisi bulunan bir şahıstı.   Ancak  Beni Kurayzalı anlaşma bozanların  Kureyşli kafirlerin desteği ile  Medine'yi Ahzap savaşında  güvensizleştirdiğini biliyordu. Hatta Beni Kurayzalıların  Müslümanların evlerine saldırdığını  Allah Resulünün önlemlerinin olmaması halinde  Kurayzalıların  Müslümanları idam edeceğini ve onların kadınları, evlatları ve mallarını ele geçireceklerini biliyordu. Bu yüzden  Beni Evs'in  baskılarına ve ısrarına rağmen şöyle dedi:"   Beni Kurayza'dan savaşan adamlar idam edilmeli, mal varlıklarına el konulmalı ve  çocukları ve kadınları da tutsak edilmelidir. "

 Uzun süreli kuşatmadan bıkan Beni Kurayza  Allah Resulüne mesaj gönderip  Ebu Lübabe'nin yanlarına gönderilmesini ve böylece toplantı yapılmasını istediler. Refaa lakabı ile tanınan Ebu Lübabe Ensari, Beni Evs kabilesinden olup İslam öncesinde  Beni Kurayza ile yakın ilişkilere sahipti ve onlar ile ahit arkadaşı sayılırdı.  Ebu lübabe Allah Resulünün izni ile  Beni Kurayza'lıların yanına gitti.  Yahudiler ise   ona geçmişteki dostluk dönemini hatırlatarak  ona şöyle sordular:" Saad'ın hükmüne ve görüşüne karşı boyun mu eğelim? " 

Ebu Lübabe ise şöyle cevap verdi:"    Evet"  Bunu söylerken  eli ile boynuna işaret etti ve onlara öldürüleceklerine hükmedildiğini imalı olarak göstermeye çalıştı.    

Ebu Lübabe bu sözleri ve hareketlerinin ardından  hemen Allah Resulü ve İslam'a ihanet ettiğini anladı.  Bu sırada Enfal suresinin  27'inci ayeti indirildi. Bu ayette Allahu Teala şöyle buyurdu: "« یَا أَیُّهَا الَّذِینَ آمَنُواْ لاَ تَخُونُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُواْ أَمَانَاتِکُمْ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ: 

"﴾27﴿  Ey iman edenler! Allah ve resulüne karşı hainlik etmeyin, emanetinizdeki şeylere de bile bile hıyanet etmeyin."

 Bu ayet indirildiğinde  Ebu Lübabe bir an bile duraksamadan camiye gitti ve kendini  tövbe sütunu olarak ün yapan  cami sütunlarından birine bağladı ve şöyle dedi:" Kendimi bu sütundan ayırmayacağım. Ya ölürüm ya Allah tevbemi kabul eder. " Allah Resulü  Ebu Lübabe'nin kararından haberdar olunca şöyle buyurdu:"  Benim yanıma gelseydi. Onun için Allah'tan af dilerdim.  Ancak şimdi de Allah'tan bunu istemiştir. Nitekim Allah da ona daha üstün bir mercidir. Allah ne yapacağını bilir. " 

Sanki Allah Resulü şöyle bir şey kastetmiştir:  Ebu Lübabe  bizim yanımıza gelseydi, bizden istiğfar talebinde bulunmamızı isteseydi tövbesi kabul edilirdi  ve Allah onu affederdi. "  Çünkü   Allah Resulünden veya Ehlibeyt İmamlarından istiğfar talebinde bulunmak  da önemli bir tövbe ve af aracı sayılır. 

Bu bağlamda Allahu  Teala Maide suresinin 35'inci ayetinde şöyle buyurmuştur: " « یا أَیُّها الذَّینَ آمَنُوا إِتَّقُوا اللهَ وَابْتَغُوا إِلَیْهِ الْوَسیلَةَ و جاهِدُوا فى سَبیلِهِ لَعَلَّکُمْ تُفْلِحُونَ "

"  ﴾35﴿  Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda çaba harcayın ki kurtuluşa eresiniz."

 Böylece Ebu Lübabe  kendini cami sütununa bağladığı günlerde günlerce oruç tuttu ve sadece geceleri kendini ayakta tutacak kadar yemek yedi.  Kızı akşamları  ona yemek getirip abdest alması için onu açıyordu. 

Sonunda Tevbe suresinin 102'inci ayeti indirildi ve Ebu Lübabe'nin tövbesi kabul edildi.  Müslümanlardan bir grup gelip onu sütundan açmaya gittiler.  Ancak Ebu Lübabe yine de karşı çıkmaya çalıştı ve şöyle dedi:"   Yemin ederim ki beni açmaya müsaade etmeyeceğim.  Sadece Allah Resulü beni kurtarabilir. "

Allah Resulü geldi ve şöyle buyurdu: " Tövben kabul gördü.  Şimdi de anadan doğmuş gibisin. "   Ardından onu açtı.  

Ebu Lübabe ise şöyle dedi:"  Ey Allah'ın Resulü!  Tövbemi tamamlamak için,  Beni Kurayzalılar nezdinde sahip olduğum varlıklarımdan vazgeçeceğim ve onları infak edeceğim.  Çünkü  bu işe beni zorlayan durum da  buydu."

Allah Resulü bunu duyunca şöyle buyurdu:" Tüm mal varlığın değil sadece üçte birini infak edebilirsin. "