Mayıs 28, 2016 16:52 Europe/Istanbul

Günümüzde dinin insan yaşamından soyutlanmasını öngören sekularizm düşüncesi Batılı düşüncelerin üzerinde etkili olan bir düşüncedir.

Geçen bölümlerde sekularizmin nasıl hristiyanlık ve Batı kültürü temelinde inşa edildiğini anlattık. Bu arada hümanizm, liberalizm, scientism ve rationalism gibi düşüncelerin de sekularizmin önemli ilkeleri arasında yer aldığı belirtilmelidir. Gerçi bu düşüncelerin her biri Batı dünyasında bile ciddi muhalifleri vardır. Yine Avrupa’da rönesansla sonuçlanan ortaçağın tarihi ve kültürel şartları da dinin insanların yaşamından ayrı tutulması düşüncesinde etkili olduğu belirtilmelidir. Gerçekte günümüzde tahrifata uğramış hristiyanlık inancının toplumun yönetiminde beceriksizliği ve muhteva bakımından kıtlığı ve insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamaması yüzünden bazı Batılı düşünürleri dini tamamen kişisel bir mesele olmakla sınırlı tutmaya ve ancak bireysel duygularla sınırlı görmeye yöneltti.

Öte yandan bir çok müslüman düşünür Batı’dan farklı özellikler sergileyen toplumlarda sekularizme yer olmadığını düşünüyor. İslam dini sahip olduğu tealimlerinin mükemmelliği gibi özellikleri itibarı ile ve yine insan yaşamının çeşitli boyutları için belirli programlara sahip olması ve günüş şartları ile uyumlu hale gelebilmesi ve özellikle hiç bir tahrifata uğramayan semavi kitabı ile sekularizmin türemesine sebebiyet veren hristiyanlıktan tamamen farklıdır. Dolaysıyla İslamî toplumlarda Batılı toplumların aksine din hiç bir zaman ilim, akıl ve dünya ile zıt konumda yer almaz, bilakis akıl ve ilim ilahi nimetlerdir ve yüce Allah bu nimetleri insanlara hem bu dünyada daha iyi bir yaşam inşa etmeleri ve hem aklı kullanarak vahiy hakkaniyetini idrak etmeleri için sunmuştur. Bu yüzden müslümanlar dini, dünya ahiret yaşamları için yol gösterici bir program olarak bilir ve buna göre de dinin insan yaşamından ayrı tutulması müslümanlar açısından anlamsızdır.

Hatırlanacağı üzere geçen bölümlerde özetle sekularizm düşüncesinin insan hakları ve ahlak gibi alanları nasıl etkilediğini anlattı. Bugünkü sohbetimizde ise günümüz insanının en önemli meselelerinden biri olan yaşamın anlamı üzerinde durmak istiyoruz. Gerçekte dini ve sekular açılardan yaşamın anlamı ne gibi farklılıklar arz ettiğini irdelemek istiyoruz.

Geçmişlerimizin felsefi ve ahlaki kitaplarında yaşamın anlamı bağımsız bir şekilde ele alınmamıştır. Görünen o ki geçmişlerimizin gözünde anlamlı yaşam gayet kesin ve başka tartışmaların ön varsayımı olmuş, fakat yeni dünyada ve çağımızda bir çok düşünürü bu konu üzerinde düşünmeye zorlamıştır. Nitekim 20. yüzyılın ünlü Fransız yazarı ve filozofu Alber Kamo yaşamın anlamını en acil ve en hayati mesele olarak tanımlıyor.

Çağdaş dünyamızda ızdırap, depresyon, hüsran, umutsuzluk, boşluk gibi meseleler yaşam manası ile doğrudan bağlantılı olan meselelerdir. Bir çok düşünür, yaşamın anlamı meselesinin gündeme gelmesinin esas nedenini insanın ölüm adında bir mesele ile karşılaşmasına bağlıyor. Ölüm bu dünyada yaşamın sonudur ve belki de yaşamın en esrarengiz merhalesi denebilir. Ancak ilahi dinlerin izleyenleri bu dinlerin sundukları dünya görüşüne göre ölümü yaşamın sonu bilmiyor ve alemleri yaratan Allah’ın insanı ve alemi yaratırken çok yüce bir hedefi izlediğini belirtiyor. Bu inanç, yaşamın anlamı bağlamında en temel dini tanımdır. Ancak vahiyi tanım kaynağı olarak kabul etmeyen sekularlar ölüm hakkında ikna edici bilgileri bulunmuyor ve bu yüzden ya maadı ve ölümden sonraki yaşamı inkar ediyor, ya da temelden bu meseleye karşı duyarsız davranıyor.

Genelde sekularlar anlamlı bir yaşama sahip olmak için Allah, ölümden sonraki aleme veya yaratılışın yüce hedefine inanmaya gerek olmadığını ve Allah olmadan bir dünyada da yaşam için bazı hedefleri ve anlamları bulmanın ve insanı boşluktan kurtararak yaşamına anlam vermenin mümkün olduğunu iddia ediyor. Gerçi sekularların Sarter ve Kafka gibi bazı 20. Yüzyıl filozofları insanın yaşamı esasen boş ve anlamsız olduğunu savunuyor. Fakat bir başka sekular kesim bu dünyada bazı küçük ve ulaşılabilir hedefler yaşama anlam kazandırabileceğini belirtiyor.

Amerikalı mülhid filozof Kay Nilson, insanın yaşamında yaptığı bilinçli seçimlerin yaşamını anlamlı hale getirdiğine inanıyor. Bazı sekularlar insan yaşamı veya yaşamının bazı bölümler kişisel duyguları veya inançları yönünde olduğu takdirde yaşamı anlamlı olacağını savunuyor. Bazı sekularlar da insan yaşamı, bir şeyi sevdiğinde anlam kazandığını belirtiyor. Bu tezi eleştirenler ise yaşamın anlamlı olması sadece bireyen duygu ve eğilimlerine tabi olamayacağını, çünkü bu durumda eğer insan dondurma yemek veya şişe kapağını toplamak gibi önemsiz konulara karşı iyi duygusu olur ve zamanının büyük bir bölümünü bu tür işlere ayırırsa, sözü edilen düşünceye göre anlamlı bir yaşama sahip olması gerektiğini, oysa insanlar bu tür şeylerle uğraşan insanların yaşamını boş ve anlamsız nitelediğini belirtiyor.

Bu konunun üzerinde biraz daha titiz bir yaklaşımla duran bazı sekular düşünürler insan yaşamı anlamlı olabilmesi için aktif bir şekilde değerli şeylerle uğraşması gerektiğini savunuyor. Yani bu değerli şeyler insanın dışında olması ve insan onlarla uğraşması ve böylece yaşamı anlamı ve değerli olması gerekir, ki bu tür durumlara başkalarına yardım etmek veya sanatla uğraşmak gibi durumları örnek vermek mümkün.

Ancak bu tezi eleştirenler de hangi işin hangi kritere göre değerli olduğuna karar verildiğini sorguluyor. Bir işin değerli olup olmadığının kriterini belirlemek, sekularizmin cevap vermekte sıkıntı çektiği ve kısır döngüye düştüğü bir durumdur. Yani bazen bir iş değerlidir, çünkü yaşamı anlamlı hale getirir ve yine yaşam anlamlıdır, çünkü değerli bir işle uğraşılmaktadır.

Genel bir değerlendirmede sekularizm açısından yaşamın zevkleri, güvenlik, ruhi huzur, şiir, musiki, sanat, seyahat, çalışmak ve bu tür işler insanı mutlu eden etkenlerdir. Sekularlar insanı saadete kavuşturacak büyük bir şeyin var olmadığını anlamaları gerektiğini söylüyor. Bu sözün anlamı şu ki hedeflerimizi şu dünyevi yaşamda belirlemeli ve yaratılışın büyük hedefinin peşinde olmamalıyız. Bazı sekularlar da eğer Allah insan yaşamını için bir hedef belirlemişse ve onu cennet veya cehennem vadiyle o hedefe doğru götürüyorsa gerçekte insana hakaret ettiğini iddia ediyor.

Peki ama İslam tüm bu görüşlerin ve tezlerin hakkında ne düşünüyor?

İslam dini dünyayı ahiretin tarlası olarak görüyor. Kur'an'ı Kerim ayetleri ve rivayetlere göre insanın fani dünyada yaşamı bir sınav gibidir ve esas amacı, ebedi saadettir, ki bu da gerçekte ilahi kata yaklaşmaktan ibarettir. Gerçekte insanın yaşamını anlamlı hale getiren şey ise bu yüce hedefe ulaşmak için çaba harcamaktır. İslam dini dünyadan ve insandan derin bir idrak sunuyor ve insanın Allah’ın yeryüzünde halifesi olarak ilan ediyor. Bu konuya inanmak insan yaşamının her anını anlamlı hale getiriyor. Müslüman insan bu dünyada yaşamı yüce ve manevi hedefine ulaşma aracı olarak görüyor.

İslamî düşünceye göre her insan hangi maddi şartlar altında olursa olun, ister afiyette olsun ister acı çeksin, ister sağlıklı ister hasta olsun, ister genç ister yaşlı olsun, sürekli yüce hedefine doğru yani ilahi kata yaklaşma noktasına doğru hareket eder. Gerçi İslam insanların kendileri ve başkaları için daha iyi bir yaşam inşa etmeye ve maddi servet ve refah üretmeye teşvik ediyor, fakat tüm bu nimetlere insanın esas hedefine ulaşma aracı olarak bakıyor ve bu imkanların yokluğunu yaşamın anlamsızlığına yormuyor. Dünyevi yaşamda bir çok durumda yaşamın acıları kaçınılmazdır. Buna hastalıkları ve mahrumiyetleri örnek vermek mümkün. Ancak dini bakış insanlara hatta maddi yaşamın en kötü şartları altında beyhudelik ve boşluk duygusuna kapılmamasına yardımcı oluyor, çünkü insan her türlü şartlar altında en ufak ameli onu ebedi saadete doğru götürdüğüne inanıyor.


Bazı sekular düşünürlerin Allah’ın insan yaşamı için hedef belirlemisini ve bunun için ceza ve mükafat belirlemisini insana hakaret şeklinde yorumladığını anlattık. Bu iddiaya İslamî düşünce çerçevesinde cevap vermek çok kolaydır. Allah insanı ve alemi yaratmıştır. Bu yüzden Allah yarattığı alemin kurallarını herkesten daha iyi bilir ve sevgi ve lütfu ile insanları bu dünyada amellerinin sonuçları hakkında bilgilendirir ve ardından bizi yolumuzu seçmekte ve hatta şekavet yolunu seçmekte serbest bırakır.

Uhrevi ceza ve mükafatı insan şanına yakıştırmayanlar, bu ceza ve mükafatların aslında insanın kendi amellerinin tecellisi olduğu gerçeğini unutuyor. Yani yüce Allah bize sadece amellerimizin sonucunu gösteriyor.

İslam dinin yaşamda küçük hedefleri belirlemeyi reddetmiyor, fakat bu hedef belirlemeyi ancak yüce hedefe doğru ilerleme yönünde olduğu takdirde değerli sayıyor. Buna göre sanat, iş, ilim, yaratıcılık ve başkalarına yardım etmek değerlidir, fakat insanı ebedi saadete erdirmek olan yüce hedeften gafil kalındığı takdirde tüm bunlar geçici şeyler olur ve insanlara hedefsizliğin acısınu unutturur ve gerçekte yaşadıkları yaşamın boş ve beyhudiliğini anlamamalarına yardımcı olur. Bu tarz bir düşünce bir nevi uyku ilacı gibidir. Bu yüzden bazı sekular düşünürler yolun sonunda yaşamın boş ve beyhude olduğu sonucuna varıp intihar etmiştir. Sekularizm insanlardan ölümü düşünmemeleri ve sadece onunla karşılaşmalarını ve ölümü her şeyin sonu olarak kabul etmelerini istiyor. Fakat İslam dini bu durumdan gafil olmayı insana yakıştıramıyor ve düşünmesini ve kendini hor görmemesini ve ebedi saadetten daha azına razı olmamasını istiyor. 015