Kur'an-ı Kerim’de imamet ve velayet - 4
İmam Ali’nin –s– velayeti ve faziletleri ve menakibleri hakkında Kur'an-ı Kerim’de bir çok ayet yer almaktadır.
Bu ayetlerden biri velayet ayetidir. Bütün müfessirler ve muhaddisler İbni Abbas ve Ebuzer ve başkalarından şöyle nakletmiştir: Bir gün bir dilenci camide insanlardan dilendi ve o sırada namazda ve ruku halinde olan Ali’den –s– başka hiç kimse ona bir şey vermedi. O sırada Maide suresinin 55. Ayeti nazil oldu ve şöyle buyurdu:
Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.
Değerli dostlar İmamet ve velayet hakkındaki sohbetimizin bir başka bölümünde sizlerle birlikteyiz. Kutsal Kur'an'ı Kerim ayetleri ve aklın hükmü gereği insan nihai erdeme ulaşabilmek için yegane yaratan Allah’a mutlak surette itaat etmesi gerekir. Yüce Allah mutlak bağımsız ve tüm işlerde gani varlıktır ve mahluklarına hiç bir şekilde muhtaç değildir ve bu yüzden insanların iyiliğinden başka bir şey istemediği aşikardır. O zaman Allah’a itaat etmek, insanın ebedi saadete nail olması için gereklidir.
Ancak geçen bölümde Nisa suresinin 59. Ayetine işaret edilerek vurgulandığı üzere bunun için itaat etmek sadece Allah’la sınırlı kalmaz ve bunun yanında Peygamberi’ne –s– ve masum imamlar olan ülülemre de itaat etmek gerekir. Dolaysıyla itaat etmek mutlak surette ve kayıtsız şartsız Allah’a özel bir durumdur, ancak yine yüce Allah’ın kendi buyruğu üzerine bizler, amellerinde ve davranışlarında heva ve hevese yer olmayan ve yüce Allah’ın inayeti ile her türlü hatadan ve yanlıştan arınmış olan insanları izlemekle yükümlüyüz.
Şimdi konunun daha da iyi aydınlanması için Maide suresinin velayet ayeti olarak ün yapan 55. Ayetini gözden geçirmek istiyoruz.
Yüce Allah Maide suresinin 55. Ayetinde ancak üç durumu müminlerin veliyi ve baı olarak tanımlıyor ve bu makamın başkalarına ait olamayacağını vurguluyor ve şöyle buyuruyor:
Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.
Bu ayette yüce Allah velayet makamına şayeste olan mümin kulları için özel bir işarete değiniyor. Bu özel işaret o dönemde sadece bir tek özel kişiyi kapsıyordu ve o da namazda ruku sırasında zekat veren kişiydi.
Ehli sünnet alim Hakim Hasakani, Şevahidul Tanzil adlı eserinde şöyle diyor:
Bir gün Abdullah bin Abbas Zemzem kuyusunun kenarında oturmuş Allah Resulü’nden –s– hadis anlatıyordu. O sırada sıraklı ve yüzü örtülü bir adam yoldan geldi. Ardından ne zaman İbni Abbas “Allah Resulü –s– şöyle buyurdu” derse, o adam da “Allah Resulü –s– şöyle buyurdu” diyordu.
İbni Abbas adama döndü ve sordu: Allah aşkına sen kimsin? Adam yüzünü açtı ve şöyle dedi: beni kim tanıdıysa tanımıştır ve kim beni tanımadıysa bilsin ki ben Cendeb bin Cenade Bedri, Ebuzer Gaffari’yim ve kendi kulaklarımla ve aracısız Resulullah’tan şöyle buyurduğunu duydum: Ali iyilerin önderi ve kafirleri öldürendir. Kim ona yardım ederse, Allah ona yardım eder ve kim ona yardım etmezse, Allah da ona yardım etmez. O zaman bilin ki günlerden bir gün öğle namazını kılmıştım ki o sırada dilencinin biri camideki insanlardan yardım talep etti, ama kimse ona bir şey vermedi. Dilenci ellerini göğe doğru kaldırdı ve şöyle dedi:
Ey Rabbim, sen şahit ol ki ben Allah’ın peygamberinin camiinde insanlardan yardım istedim, ama kimse bana bir şey vermedi. O sırada Ali namazda ruku halindeyken sağ elinin küçük parmağındaki yüzüğü o adama doğru uzattı. Adam öne geldi ve yüzüğü parmaktan çıkardı ve tüm bunlar Resulullah’ın gözü önünde yaşandı. Allah Resulü –s– namazını kıldıktan sonra başını göğe kaldırdı ve şöyle arz etti: ey yüce Rabbim, kardeşim Musa –s– senden bir talepte bulundu ve şöyle dedi: ey yüce Rabbim, göğüsümü genişlet ve işimi kolaylaştır ve dilimden düğümü çöz ki sözümü anlasınlar ve yakınlarımdan birini benim vezirim yap. Kardeşim Harun’u, sırtımı ona sağlam et ve onu işimde yaverim ve yoldamış yap. O zaman sen ona bir mesaj nazil ettin ve yakında onu kardeşi ile güçlendireceğini buyurdun. Ey yüce Rabbim, ben de Muhammed, senin peygamberin ve seçkin kulunum. Ey yüce Rabbim, benim de göğüsümü genişlet ve işimi kolaylaştır ve yakınlarımdan birini benim vezirim yap. Ali kardeşimi, sırtımı ona sağlam et.
Ebuzer şöyle devam etti:
Allah’a and olsun Resulullah –s– sözünü henüz bitirmişti ki Hz. Cebrail –s– Hak nezdinden ona nazil oldu ve şöyle dedi: Ey Muhammed, Allah tealanın kardeşin hakkında sana inayet ettiği şey helalin olsun. Resulullah –s– sordu: o nedir ey Cebrail? Hz. Cebrail –s– şöyle karşılık verdi: Rabbim senin ümmetini kıyamet gününe dek onun mevlalığına emretti ve sana şu ayeti nazil buyurdu:
Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.
Burada bazıları neden iman edenler dendiğini sorgulayabilir. Oysa burada müminlerden maksat sadece İmam Ali’dir –s–. Gerçekte bu soruya cevap verirken Arap edebiyatına dikkat etmek gerekir. Arap dilinde tekil kelime bir tek kişiden fazlası için kullanılmamalıdır, fakat bunun tersi doğrudur. Şöyle ki bir kelime çoğul şekliyle kullanılarak bir tek kişi kastedilebilir. Nitekim Kur'an'ı Kerim’de bu durumun örnekleri çoktur. Örneğin Münafikun suresinin 5. Ayetinde şöyle buyurur: Onlara: Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.
Yine aynı surenin 7. Ayeti şöyle buyurur: Onlar: Allah'ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir şey harcamayın ki dağılıp gitsinler, diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münafıklar bunu anlamazlar.
Her iki ayette yüce Allah münafıklar hakkında genel bir hükümden söz ediyor ve “Onlar: Allah'ın elçisinin yanında bulunanlar için hiçbir şey harcamayın ki dağılıp gitsinler, diyenlerdir” şeklinde buyuruyor. Oysa ayetlerin nazil oluşunun şanına bakıldığında, burada yüce Allah ayetlerde münafıklara hitap ederek bir hüküm vermesine karşın ehli sünnetin en muteber müfessirleri olan Teberi ve Siyuti’nin de belirttiği üzere maksat Abdullah bin Ebi adında bir münafıktır.
Ehli sünnetin en büyük müfessirlerinden biri olan Zemahşari tefsir kitabında valeyet ayetinin altında şu şerhi düşüyor: iman edenlerden maksat nasıl Ali bin Ebutalib olduğunu sorgulayanlara cevap vermek üzere şunu belirtmeliyim ki eğer burada çoğul şeklinde beyan edilmişse, ayetin nazil oluşu bir tek kişi hakkında olmasına rağmen çoğuk kullanılarak insanlar onun gibi yapmaşa teşvik edilmiştir ki onun kazandığı sevabı onlar da kazansın ve yine müminlerin ahlakı hatta namaz sırasında yoksullara yardımda ve iyilikte ve ihsanda bulunacak şekilde olsun ve geciktirilemeyecek hayır bir işle karşılaştıklarında hatta namazın sona ermesini beklemesin.
Bu ayette dikkat çeken bir başka ilginç nokta veli kelimesinin tekil olarak kullanılmasıdır. Gerçi bu ayette yüce Allah müminlerin veliyi olarak kendisinden sonra peygamberini ve Hz. Ali’yi –s– gündeme getiriyor, fakat veliler yerine veli sözcüğünü tekil olarak kullanıyor. Çünkü Allah teala kendi velayetini Resulullah’a –s– ve Hz. Ali’ye –s– sunmak istiyor, ama aynı zamanda bu makamı kendinden almıyor. Gerçekte Allah tealanın valeyeti ile Resulullah’ın –s– velayeti ve Hz. Ali’nin –s– velayeti her üçü aynı velayettir ve aradaki tek fark, Allah’ın velayetinin zati ve bağımsız olması, ama Resulullah’ın –s– ve Hz. Ali’nin –s– velayetinin Allah tealanın velayetine bağlı olmasıdır. Ve bu, şii müslümanların inancıdır ki buna göre Resulullah –s– ve masum imamlar –s– Allah’ın kuludur ve sahip oldukları her şeyi Allah teala onlara sunmuştur ve onların kendilerinden hiç bir şeyi yoktur.015