Mina faciası; Suud hanedanının liyakatsızlığının belgesi - 4
Son yıllarda Ortadoğu bölgese çeşitli siyasi ve askeri münakaşalara sahne oluyor.
Bu arada Arabistan rejiminin İran İslam cumhuriyetine karşı hasmane bir tutum sergilemesi, belki de bölgenin en önemli gelişmelerinden biri sayılabilir. Yemen’e savaş açmak ve radikal teröristlere destek vermek Arabistan elebaşılarında yapay bir güç hissi yaratırken, bu rejimin bazı bölgesel ve küresel güçlerin destekleri ile İran karşıtlığını tırmandırmaya başlamasına sebebiyet verdi.
Aslında Suud rejiminin İran ile düşmanlığı sadece son yıllara özgü bir durum değil ve bu düşmanlık İslam inkılabı zafere kavuştuğu günden itibaren başladı. Fars körfezi işbirliği konseyi FKİK’in kurulması ve Fars körfezinin Güney kıyılarında yer alan emirliklerin İran’a karşı toplu güvenliğe vurgu yapması, dayatılan 8 yıllık savaşta Irak’a çok yönlü destek verilmesi, ABD ile siyasi, iktisadi ve askeri boyutlarda işbirliğinin geliştirilmesi, BM güvenlik konseyinde İran’a daha fazla yaptırım dayatma yönünde çaba harcanması, Lübnan ve direniş cephesinde İran’ın müttefiklerine karşı koymak amacıyla uzlaşma cephesinin kurulması, İran ve 5+1 arasında devam eden nükleer müzakerelerin sabote edilmesi ve İran ve direniş eksenine darbe vurmak amacıyla Suriye’de isyancılara ve terör örgütlerine destek verilmesi, Arabistan’ın son yıllarda İran’a karşı izlediği bazı hasmane politikalar ve uygulamalardır.
Son bir yılda da Arabistan’ın dış politikasının başına geçen maceracı ve şahin takım da siyasi sözlü saldırıların yanı sıra İran milletinin düşmanı olan terör örgütlerini desteklemeyi, Mina faciası konusunda hesap vermekten kaçınmayı ve bu yılki Hac farizesinde İranlı hacıları mahrum bırakmayı da İran’a yönelik izledikleri politikaların kara dosyasına ekledi.
Gerçi son yıllarda İran İslam Cumhuriyeti bölgede barış, güvenlik ve istikrarı korumak ve ayrıca İslam dünyasının çıkarlarını gözetlemek amacıyla Arabistan ile gerginlikleri tırmandırmaktan kaçındı ve sabır ve hoşgörü politikasını izledi, fakat görünen o ki Arabistan’ın hasmane politikalarını arttırması ve özellikle Mina’da yaşanan facia konusunda Suud elebaşılarının binlerce hacının ölümü veya kaybolma sorumluluğundan kaçınması, bu asi rejimle daha kesin bir şekilde davranmak gerektiği gerçeğini gündeme getiriyor.
Kuşkusuz bölgenin şimdiki şartlarında askeri çözüm yollarına baş vurmak bölgede şartların ve durumun daha da karmaşık hale gelmesine yol açtığı gibi bölge dışı güçlerin bölgeye daha fazla müdahale etmelerinin yolunu açacaktır. Ancak diplomasi sisteminde çok iyi bir şekilde açılabilecek ve Arabistan’ı teslim olmaya ve hesap vermeye zorlayacak cephe, hukuk cephesidir. BM dönem genel sekreteri Havier Perez De Kueyar’ın İran’a dayatılan 8 yıllık savaştan sonra Irak’ın Baas rejimini bu savaşta saldırgan taraf ilan ederek BM güvenlik konseyine bildirmesi ve Irak’ın İran’a saldırmasını uluslararası hukuk ve ahlak ilkelerinin çiğnenmesi şeklinde değerlendirmesine bakıldığında, Saddam’ın baş hamilerinin de kınanmasının zor bir iş olmadığı ve sadece uluslararası topluluklarda siyasi ve hukuki istişareleri gerektirdiği anlaşılıyor.
Öte yandan Suud rejiminin üst düzey yetkililerinin İran’da 17 bin insanı katleden ve yine Irak’ta 25 bin Iraklı vatandaşı şehit eden münafıklar terör örgütünün yıllık oturumuna katılmaları ve örgütün elebaşını Hac merasimine konuk olarak katılmaya davet etmeleri, İran İslam Cumhuriyeti’nin BM’nin çeşitli belgelerine ve ülkelerin terör örgütlerini desteklemekten men eden konvansiyonlarına ve özellikle İİT’nin uluslararası terörle mücadele konvansiyonuna istinat ederek Arabistan rejimini mahkum edebileceği konulardan biridir.
Mina faciasında ve sonrasında Suud rejiminin icraatı uluslararası hukuk ve yasalara ve insan hakları ilkelerine göre kınanan bir tutumdur. Uluslararası hukuka ve bir çok uluslararası konvansiyona göre tüm devletler topraklarına giren başka ülkelerin vatandaşlarının can ve mal güvenliğini güvence altına almakla yükümlüdür. Dolayısıyla BM uluslararası hukuk komisyonunun 2001 yılında ülkelerin uluslararası yükümlülükleri ile ilgili hazırladığı belgeye göre Suud rejimi Arabistan’ı Kabe’yi ziyaret etmek amacıyla gelen hacıların can ve mal güvenliği ile ilgili yükümlülüğü üstlenmek zorundadır.
Yine uluslararası örf ve adete göre herhangi bir ülkede yabancı bir vatandaşın hakkı çiğnendiği durumunda o ülkenin devleti olaya şeffaf bir şekilde eğilmek ve sorumluluğunu üzerinden atmaya çalışmaksızın konuyu aydınlatmak ve mağdur olan yabancı kişi ile ilgili vukuatı bağlı bulunduğu devlete bildirmekle yükümlüdür. Bu yüzden herhangi bir vatandaşın hakları konusunda en ufak müsamahakarlık durumunda söz konusu vatandaşın bağlı bulunduğu ülkenin devleti suçlu devlet hakkında uluslararası adalet divanı gibi kurumlarda dava açabilir.
Tüm bu anlatılanlardan harekete göre, Suud rejimi İran’a yönelik uluslararası hukuka aykırı uygulamaları yüzünden mahkum olmadığı ve ceza almadığı halde büyük bir utanmazlık örneğini sergileyerek hala İran’la düşmanlığını sürdürdüğü bir sırada İran diplomasi kurumu en başta Arabistan hakkında uluslararası adalet divanında dava açmak ve bu rejimin tüm suçları ile ilgili hukuki ve yargı sürecini başlatmakla beraber, Mina faciasının esas suçlularının bulunması için tarafsız bir gerçekleri araştırma komisyonunun kurulma talebini tüm ciddiyeti ile takip etmeyi sürdürmesi ve siyasi cephenin yanında hukuk cephesinde de Arabistan’ı mahkum etmesi ve İran’a karşı tarihi husumetinin bedelini ödetmesi gerekir.
Öte yandan Irak’ın güneyi etüt merkezi Başkanı ve Londra üniversitesi öğretim üyesi Ali Ramazan El Usi, Mina faciasında hacıların katliamında açık bir kasıt göze çarptığını ve Hac farizesinin yönetilmesi için İslamî bir komisyonun kurulması zaruri göründüğünü açıkladı. El Usi Mina faciası ve Suud rejiminin Hac farizesini yönetmekte liyakatsizliği konusunda yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi:
Açıkça Suud rejiminin bu facianın yaşanması için plan yaptığı söylenebilir. Şu masum hacıların katliamında açık bir kasıt göze çarpıyor. Bu konuda bir kaç meseleye işaret etmek mümkün. İlklin bu bağlamda kasıtlı bir şekilde sergilenen müsamahakarlıktı, öyle ki olay sırasında ambulanslar sadece kurbanları seyrediyordu.
Iraklı uzman El Usi şöyle devam ediyor:
Çok sayıda hacının kullandığı ana güzergahın çıkışları kapatıldı ve burada sıkışıp kalan hacıların sayısı bir kaç saat içinde artmaya başlayınca, hacılar yavaş yavaş can vermeye başladı. eğer sadece yardım araçları hacıların üzerine su serpseydi, belki de bu facia asla yaşanmayacaktı ve eğer çıkışlar açılsaydı, yine bu facia yaşanmazdı. Ama bu olayda açıkça bir kasıt göze çarpıyor ve Suud hanedanı bu olayda hacıların en yüksek düzeyde kayıp vermesini istediği anlaşılıyor ve yine açıkça İranlı hacıların en çok kayıp verdiğine şahit oluyoruz, çünkü bu güzergahta İranlı hacıların sayısı çoktu, hatta bazı yaralıları ölenlerin yanına yerleştirdiler ve onlar da yardım ulaşmadığı için can verdi.
Iraklı uzman El Usi sözlerini şöyle sürdürdü:
Arabistan kesinlikle İbrahimi Hac düzenleme peşinde olmadı ve sürekli hacıları bu rejimin kurallarının dışına çıkmamaları yönünde korkuttu. Arabistan Hac farizesinin en önemli erkanlarından biri olan müşriklerden beraat etmeyi reddediyor. Oysa Kur'an'ı Kerim’de ve Tevbe suresinde müşriklerden beraat etme yönünde bir çok ayet vardır. Peki Suud hanedanı neden bunu reddediyor? 1980’li yıllarda da Suud hanedanı müşriklerden beraat etme merasimini kana buladı ve ben bu cinayetin görgü tanıklarından biriydim ve Suud güvenlik güçlerinin nasıl bizim üzerimize ateş açtıklarını gördüm. O olayda yüzlerce hacı şehit düştü. Bence Arabistan kasıtlı olarak bunları yapıyor ve bu konularda asla özür dilememesi de büyük talihsizliktir ve bu da onların cinayet işleme üzerindeki ısrar etmelerinin açık delili sayılır.
Iraklı uzman El Usi, Hac farizesinin yönetimi için İslam ülkelerinden oluşan bir komisyonun kurulması konusunda da şu ifadelere yer verdi:
Bu soruya cevap vermeden önce şunu belirtmeliyim ki Arabistan rejimi Hac yönetiminin elinden alınmasını önlemek için erken davranarak müşriklerden beraat etme yürüyüşünün siyasi bir hareket olduğunu ileri sürdü, oysa müşriklerden beraat etmek ibadettir ve siyasetle hiç bir ilgisi yoktur ve Kur'an'ı Kerim’de de bu amele işaret edilmiştir. Ancak Arabistan bu tür suçlamalarla konuyu daha karmaşık hale getirerek Hac yönetiminin kolaylıkla elinden alınmasını engellemek istiyor. Aslında Suud hanedanının başka ülkelerin talimatını yerine getirmesi büyük talihsizliktir. Hali hazırda da hacıları denetlemek için bazı İsrailli firmalarla işbirliği peşindedir ve İsraillilere hatta haremeyni şerifeynlere girmelerine izin veriliyor. Bundan başka Arabistan Yemen ve Irak ve Suriye ve Bahreyn’de masum insanları topyekün katliam etmeye başlamıştır.
Iraklı uzman El Usi şöyle devam ediyor:
Arabistan bölgede tekfirci terör örgütlerini türeten rejimdir ve şimdi de Hac yönetiminin İslam ülkelerinin ortak komisyonuna devredilmesini engellemek için başkalarını suçluyor. Gerçekte Arabistan kirli paraları ile İİT ve bazı İslam ülkelerini ve Fars körfezindeki Arap emirliklerini susturarak bu komisyonun lehine oy kullanmalarını engelliyor. Oysa bu komisyon Hac farizesini yönetmek için kurulmalıdır ve en önemli görevi de hacılara yönelik tehlikeleri önlemek olmalıdır. Bu komisyonun kurulması ayrıca müslümanların kendi işlerinin yönetiminde ortak olmaları demektir.
Eğer bir karşılaştırma yapacak olursak Erbain sırasında 20 milyon müslüman bu merasime katılıyor ve hiç bir olayla klarşılaşmıyor, ama Hac sırasında iki milyon hacı bulunuyor, fakat vinç olayı veya çadırlarda yangın veya Mina faciası gibi olaylar yaşanıyor. Aslında Suud rejimi Hac merasimini yönetemiyor da diyemeyiz, bu rejim kasıtlı olarak bu hadiselere sebebiyet veriyor ve gerçekte müslümanlara ihanet ediyor.015