Şubat 24, 2016 04:09 Europe/Istanbul

Geçen bölümde sömürgeciliğin islam dünyasına girmesiyle birlikte tefrika ve şiddetin artması ardından birleştirici olumlu tepkilerin de ortaya çıkmasından söz ettik.

Bu süreci daha iyi bir şekilde kavramak için gelecek kaç bölüm içinde islam reformcuların düşüncelerini ve onların islam ümmetinin ittihad ve birlikteliği üzerindeki etkilerini irdelemeye çalışacağız. Bu bölümde ise İslam dünyasında İslami vahdet içerikli düşüncelerin öncüsü olan Seyid Cemaleddin Esad Abadi’nin görüşleriyle tanışmak istiyoruz.

Seyid Cemaleddin Esad Abadi dünyada en önemli dini reformcu ve islam ittihadını son yüzyılda seslendiren birisi olarak tanınıyor. 19.yüzyılın sonu ile 20.yüzyılın başlangıcında sapkın inançları dini düşüncelerden arındırmaya çalışan ve dini reformdular arasında gelen Esad Abadi, dini öğretileri hep akıl ve mantıkla yeni çağın insanına aktarmaya çalıştı. Bu dini reformcu başlattığı hareketinde özel bir konuma sahip olan batı karşıtlığı düşüncesi, islam ümmeti ve doğunun geride kalınmasının nedenini Batı’nın lüzumsuz müdahalelerinde bulup, müslümanlar arasında vahdetin sağlanması bu sorunun çözüm yolu olacağına inanıyor.

Seyid Cemaleddin bu fikri ve siyasi akım içinde hem bir teorisyen hem de zamanın gereksinimleri icabı nedeniyle bir eylemci olarak islam ülkelerinin liderleri ile irtibata geçip, dergi yayınlamakla veya halk içinde konuşmalarıyla islami ittihad planını uygulamaya çalışıyordu.

Seyid Cemalleddin Esad Abadi doğu halkı ve müslümanları uyardığı zaman İran, Osmanlı imparatorluğu ve Hindistan ülkeleri Rusya, İngiltere ve Fransa gibi batılı devletlerin siyasi - askeri saldırılarına maruz kalmıştır. Üstelik bu sırada diğer islami beldeler ise dolaylı veya doğrudan anılan batılı devletler ve Hindistan’ın sömürüsü altında yaşıyorlardı. Seyid Cemaleddin’in zihniyeti birinci aşamada Afganistan’da, Hindistan’da, Mısır’da, İran’da ve Osmanlı’da daha çok ülkelerin iç işleri alanına odaklanmıştır.Onun çabaları daha çok ülkelerde fikri, siyasi ve sosyal reformlar üzerinde duruyordu ama gittikçe iç sorunların dış sömürüsü ile bağlantılı olduğunu anlayınca, müslümanları bu bataklıktan kurtarmanın yolunu ihtilaf ve mezhepler arasında tefrikayı ortadan kaldırmak ve müslümanlar arasında ancak islami vahdetin gerçekleşmesiyle batı sömürgeciliğin karşısında direnmenin mümkün olacağını vurguluyordu.

Seyid Cemal’ın Pan-İslam adıyla bilinen hareketinin başlangıç noktası ve onun batıya karşı Müslümanlar arasında vahdetin sağlanmasına özen göstermesi, kendisinin Haydarabad ve Kalkete’de ikamet ettiği 4 yıllık sürece dönüyor. O, bu süreç zarfında Haydar Abad’da El-Urve isimli gizli ve siyasi bir örgüt’ün kurmasını başardı ki gittikçe Mısır, Tunus ve kuzey Afrika gibi dünyanın bir çok bölgelerinde temsilciliklerini buldu. Bu örgüt’ün asıl hedefi Batı sömürgeciliği ile mücadele yolunda dünya müslümanları arasında vahdetin sağlamasıydı. İngiltere’nin Hindistan üzerindeki egemenliği nedeniyle Seyid Cemal için bu ülke müslümanları ile bağlantı kurmada zorlandı ve buradan çıkarak Avrupa’ya göç etti. Esad Abadi Avrupa’da İslami Vahdet teorisini Elurvetu’l Vosga isimli bir dergide 18sayı yayınlayarak batı sömürgeciliği karşısında müslümanlar arasında sağlanması gereken vahdetin önemine vurgu yaptı ve Müslüman ümmetin ilgisini bu görüşlere doğru çekti.

Seyid Cemal kendi makalelerinde dünyanın çeşitli yerlerinde müslümanların sorunlarını ele aldı.Bu sorunların kökünü islami ülkeler valilerinin iç istibdadı ve batı sömürgeciliği konularında bulup ve onunla mücadelenin tek yolunun Müslümanların vahdetinde özetliyordu. Bu derginin yayınlanması küresel müslüman tabanının ilgisini çekmesinin yanı sıra,islami ittihadın oluşmasında önemli bir adım attığını da unutmamak lazım. Çünkü islami vahdet fenomeni burdan yola çıkarak Urvetul vosga dergisinin çeşitli dillerde yayınlanması neticesinde genel taban için zihniyetleri hazırlamış oldu. Seyid Cemal dergisinin ilk sayısında ilginç bir öneride bulunarak bu önerinin islam ülkelerinin hakimleri tarafından yürürlüğe girdiği takdirde, islami vahdetin oluşmasında pratik olarak ilk adımın atıldığının tesbit edileceğine inanıyordu.

Esad Abadi derginin ilk sayısında islam dünyasının merkezi olarak bilnen Mekke’de islam konferanslarının düzenlenmesini önerdi. Seyid Cemal kendi siyasi analizlerinde tehditlere karşı ortaklaşma, savunma araçlarını tanıma ve pratikte uzlaşma gibi 3 ana faktöre vurgu yaparak bu dini ve siyasi ittihadın gerçekleşmesi için gerekli sayıyor ve bu ittihada varmak için bazı yöntemleri gözden geçiriyor. Ona göre islam ülkelerine layık ve bağımsız bir nizamın gayretli ,cesur ve yetkili bir lider tarafından hakim olmadığı takdirde sömürgecilik karşısında direnmenin de mümkün olamayacağı kesindir. çünkü pratikte kukla hükümetlerin ahlaksız ve korkak liderleri sayesinde sömürgeciler ile mücadele zordur. Ayrıca ona göre dünya müslümanları islami büyük ve güçlü olan bir ülkeyi direniş merkezi olarak kabullenseler, herkes o ülkede sömürü ile mücadelede gönüllü olarak yola koyulur, işte Seyid Cemal’ın tüm çabaları Mekke’de islami hilafet merkezini kurmak için bu meselenin gerçekleşmesi içindi.

Seyid Cemal yabancılar karşısında Müslümanların taasuplerini övüyordu ancak etnik ve mezhepçilik gibi toplumda ayrım oluşturacak hareketlere tamamen karşıydı ve bunların bir toplumda gerçekleşmesini müslümanların zafiyeti ve çöküşe doğru gitmelerinin nedeni olarak niteliyordu. Ona göre her türlü ayrımcılıktan uzak müslümanların beraberlik içinde güçlü oluşumlarına karşı hiçbir gücün meydan okuyamaması bile kesin olacaktır.Seyid Cemal mezhepçiliği ortadan kaldırmak için kendisini bazen İsna aşeri şii’si, bazen de hanefi müslüman olarak tanıtıyordu. O hiçbir zaman müslümanları belli bir mezhebe bağlanmaları için onları serzeniş etmezdi ancak sözlerinde her daim Muhammedi ümmeti, islami vahdeti ve islam ve kuran üzerinde vahdete vurgu yaparak Müslümanların vahdetine zarar verebilecek her türlü dini, mezhebi ve milliyetçi görüşlerden uzak dururdu.

Miladi 1885 yılının başlarında El urve dergisinin kapanması ardından ve Seyid Cemal’ın Londra’ya girmesinden onun vefatına kadar yani 1897 yılında, onun İstanbul’da islami vahdet çağrıları daha objektif ve siyasi özellikler içerdi. Seyid Cemal Osmanlı imparatorluğunu bütün sorunlarının yanısıra iç arenada batı sömürüsü karşısında büyük bir engel olarak görüp ve hilafetin müslümanlar arsında en geçerli hükümet düşüncesine sahip olduğunu değerlendiriyordu.Bu yüzden Sultan ikinci Abdulhamid’i desteklemeye kalktı ve halkı Osmanlı hilafeiı etrafında birleştirerek islami ülkeleri batı sömürgeciliği karşısında korumaya çalıştı. Bu yolda Sultan Abdulhamid ile islami vahdet planı konusunda iritibata geçerek detaylı mektubunda islami vahdetin gerçekleşmesi için pratik öne sürdü. Seyid Cemal Osmanlı’nın İngilizlerle birlikteliğini ve üstelik İngilizlerin islami vahdet karşısındaki baltalama tutumunu çözerek, Sultan Abdulhamid’e Hindistan, Beluçistan, Afganistan,Türkmenistan ve Buhara’yı da kendi egemenliği altına almasını önerdi,böylece Osmanlı devletinin güçlenmesiyle Ruslara karşı yeni bir cephenin de oluşması ortaya çıkmış olacaktır.

Sultan ikinci Abdulhamid’in hükümeti milliyetçiliğin zirveye tırmandığı bir dönemdi bu nedenle bu planı destekleyip bir Pan- islamizmi siyaseti izleyerek vahdeti kendi hükümetinde ve islam dünyasında yaymayı düşündü. O yüzden Seyid Cemal’ınbu konuda görüşlerini almak için yanına bir elçi göndererk onunla müzakere etmeye karar verdi. Abdülhamid, Seyid Cemal ve islami vahdet düşüncesi hamilerinin görüşlerinden yararlanarak İstanbul merkezli konferanslar,heyetler ve devlet daireleri kurdu ve böylece pratikte Asya müslümanların vahdeti için önemli adımlar attı.

Seyid Cemal İran şahı Nasırıddin şahlabirkaç ziyaret gerçekleştirerek islami vahdet düşünce ve görüşlerinin İran diyarında da yaymaya çalıştı . Seyid Cemal İran’daki ikameti sırasında her şeyden daha çok iç istibdadın cereyan etmesini vahdet için büyük bir tehlike olarak tanıdı ve onu ortadan kaldırmak için ciddi faaliyetler başlattı. Öyle ki kısa bir zaman sonra Seyid Cemal’ın Basra ve Bağdad’a sürgün edilmesinin ardından gerçekleşen Tütün hareketinde, bu hareketin yaptırımı için fetva veren Mirzayi Şirazi’ye bir mektup gönderip böylece Nasırıddin şah’ın istibdadına karşı kendi tavrını sergilemiş oldu.017 015