Ocak 13, 2017 16:55 Europe/Istanbul

Cami, ev sahibi yüce Allah olan bir konukevidir ve Allah teala merhamet eliyle konuklarını okşar.

Mümin kullar bu kutsal mekanda ihlasla yaptıkları ibadetle ve Hak tealaya has inayetleri ile beraber O’nun katına yaklaşmaya çalışır. Mümin kullar için cami, ömrünü verip ahiretini satın aldıkları bir çarşıdır.

Cami, Allah’ın evi, ibadet mekanı ve yeryüzünün en üstün ve en saygın yeridir. Cami, ilahi nurun tüm yeryüzüne yayıldığı mekandır. Nitekim Allah Resulü –s– de şöyle buyurur: Camiler ilahi nurun mekanıdır.

Cami, kulun kalbi ve gönlü hakiki aşkla bütünleştiği ve O’nun hayır ve erdeme çağrısını duyduğu yerdir. Bu yüzden müslümanlara bol bol camilere gitmeleri ve vacip namazlarını orada kılmaları tavsiye edilmiştir. O zaman her müslüman edep gereği ilahi davete lebbeyk demesi ve Allah tealanın benim evim olarak adlandırdığı mekana gitmesi ve orada ibadetini ve münacatını yerine getirmelidir. Çünkü yüce Allah camiyi kendisi ile buluşma ve alışma ve ziyaretine gitme yeri olarak belirlemiş ve bu mekana gelen kullarına ve ziyaretçilerine özel bir şekilde davranacağı vadinde bulunmuştur.

Evet, biraz önce de belirtildiği üzere Cami, ev sahibi yüce Allah olan bir konukevidir ve Allah teala merhamet eliyle konuklarını okşar. Mümin kullar bu kutsal mekanda ihlasla yaptıkları ibadetle ve Hak tealaya has inayetleri ile beraber O’nun katına yaklaşmaya çalışır.

Yeryüzünün çeşitli parçaları ve farklı mekanları vardır, ancak bu parçaların arasında çok özel bir değere sahip olan bir mekan vardır. Bir gün Allah Resulü –s– Hz. Cebrail’den –s– sorar: Yeryüzünde hangi yer Allah katında daha çok sevilendir. Hz. Cebrail –s– şöyle karşılık verir: Camiler.

Kuşkusuz cami yüce Allah’ın en sevdiği yer olduğu zaman insan bu mekana ayak basınca hemen ilahi lütuf ve merhamete maruz kalır. Bu yüzden hadislerde şöyle buyurulmuştur: Kim abdest alıp camiye gelir ve ilahi katın önünde bulunma edebini yerine getirecek olursa, Allah’ı ziyaret eden hacılardan olur.

Ancak burada çok önemli olan bir nokta şu ki Allah evine gelmeye niyet eden insan gücü yettiğince camiye nasıl gelmesi gerektiğini öğrenmesi gerekir, zira bu konuda marifeti ve bilgisi arttıkça, amelinin değeri de bir o kadar artar.

İmam Sadık –s– bu konuda şöyle buyurur: Ne zaman bir camiye varacak olursan, bil ki pak insanlardan başka hiç kimsenin ayak basamayacağı ve dürüst insanların dışında başkalarının orada bulunması reva olmayan büyük bir padişahın evine gelmişsin. O’nun huzurunda en fakir kuları gibi ol ve kalbini seni O’ndan başkasını düşündürecek ve seninle O’nun arasında bir perde oluşturacak her şeyden boşalt, çünkü O, en pak ve en ihlaslı kalplerden başkasını kabul etmez.

İslam Peygamberi Hz. Muhammed –s– camide bulunmanın adabı hakkında vefakar sahabesi Ebuzer Gaffari’ye şöyle buyuruyor:

Ey Ebuzer, kim Allah’a davet edenin sözüne lebbeyk der ve caminin imarı için en iyi biçimde çaba harcarsa, Allah tealanın ona vereceği mükafat, cennettir.

Burada imar tabiri hem bir camiyi inşa etmek ve hem onarmak ve bakımına özen göstermek, hem camiye gidip gelmek ve içinde ibaret etmektir. Bu yüzden Ebuzer Gaffari Allah Resulü’nden –s– sorar: Ey Allah’ın Peygamberi, annem ve babam sana feda olsun, Allah’ın camilerini nasıl imarlı ve abad edelim? İslam Peygamberi –s– Ebuzer’e şöyle karşılık verir: caminin imarlı olması demek, içinde sesin yükselmemesi ve beyhude ve batıl işlerden kaçınılması ve içinde alış veriş yapılmamasıdır ve caminin içinde bulunduğun sürece beyhude işten ve sözden kaçınmalısın, yoksa kıyamet gününde kendinden başkasını serzeniş etme.

Bu ifadelerde aslında Allah Resulü –s– Ebuzer Gaffari’nin dikkatine camide bulunma adabı bağlamında bir kaç önemli noktaya çekiyor. İlkin, cami ibadet yeridir ve yüksek sesle konuşmak başkalarının dikkatini dağıtır ve böylece namaz ve ibadetleri üzerinde odaklanmalarını engeller. Bundan başka bir ortamda yüksek sesle konuşmak bir nevi edepsizlik telakki edilir ve bu yüzden insanın camide şayeste ve ağır başlı bir şekilde davranması ve insan edebine aykırı olarak kabul edilen davranışlardan ve amellerden kaçınması gerekir. Dolaysıyla caminin imar mısdaklarından biri, camiye gelen insanın bu mekanda ağır başlı ve vakarlı olması ve sessiz olma ilkesine uymaya çalışması ve konuşması icap ettiğinde de yavaş konuşması ve başkalarını rahatsız etmemesidir. İkinci nokta, camide batıl ve beyhude sözleri sarf etmekten kaçınmaktır, çünkü bu tür sözler de camiye bir nevi saygısızlık ve şanını zedelemektir.

İslam Peygamberi –s– Ebuzer Gaffari’nin dikkatini çektiği üçüncü nokta camide alış veriş ve ticaret yapmaktan kaçınma meselesidir, çünkü eğer camide bu tür dünyevi işler yapılacak olursa, artık buraya gelen insan ne Allah’ı ne de ahireti hatırlar ve tek kaygısı daha fazla kazanç ve servet elde etmek olur. Oysa cami, Allah tealayı zikretmek ve O’nu anmak ve O’na ibadet etme yeridir ve bunun dışında her türlü amelden sakınmak gerekir ve böylece ortam sadece namaz, ibadet ve zikir için hazırlanmalıdır.

Bir rivayette belirtildiği üzere İslam Peygamberi –s– bir gün camide oklarını hazırlayan adamın birine tepki göstererek onu bu işten men etmiş ve şöyle buyurmuştur: cami bu tür işler için inşa edilmemiştir.

Değerli dostlar, sohbetimizin ikinci bölümünde ve dünyanın ünlü camilerini tanıttığımız bu bölümde yeryüzünde en kutsal mekan olan Mescid-i Haram’ı tanıtmaya devam edeceğiz.

Tarihte belirtildiği üzere, Hz. İbrahim Halil –s– oğlu Hz. İsmail –s– ile beraber Kabe’yi inşa etmeye başladığında, bir zaman duvarların yüksekliği Hz. İbrahim’in –s– ulaşmasını zorlaştıracak kadar fazla olmaya başladı. bu yüzden Hz. İsmail –s– babası için büyük bir taş getirdi ve Hz. İbrahim –s– de bu taşın üzerine çıkarak Kabe’nin inşaatına devam etti. Baba oğul bu büyük taşı Kabe duvarlarının çevresinde dolaştırıyordu, ta ki bir gün Kabe’nin kapısının önüne gelindi.

İslam Peygamberi’nin –s– amcaoğlu ve Asr-i saadetin ünlü müfessiri ve tarih yazarı İbni Abbas şöyle anlatıyor:

İbrahim o taşın üzerinde durduğu için bu taş İbrahim makamı olarak ün yaptı.

Yine anlatılanlara göre Hz. İbrahim –s– o taşın üzerine çıktığında iki ayağı taşın içine battı. Bu taş Hz. İbrahim’in –s– ayak izleri yüzünden Mescid-i Haram’ın çok kutsal varlıklarından biri sayılır. İbrahim makamı taşı hemen hemen kare şeklindedir ve eni ve boyu yaklaşık 40 santimetre ve yüksekliği de 50 santimetre kadardır. Taşın rengi, beyaza çalan sarı ve kırmızımsı arası bir renktir. Abbasi Halife Mehdi döneminden beri bu taş korunmak amacıyla altınla kaplanarak bu vitrine yerleştirildi. Ancak 1965 yılında Suud rejimi Mescid-i Haram’da fazla alan işgal ettiği bahanesiyle bu vitrini tahrip etti ve üzerine küçük bir parmaklık yaptırdı.

Bugün İbrahim makamı taşı üzerinden binlerce yıl geçtiği halde her türlü doğal ve tarihi hadiseden korunmuştur ve ilahi şiarlardan biri sayılır. Allah teala bu taş hakkında Bakara suresinin 125. Ayetinde şöyle buyurur:

Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın).

Hz. İbrahim makamı Kabe’nin yanı başında yer almakla beraber hak ve hakikat peşinde olan tüm insanların dikkatini bu büyük peygamberin ve tevhid habercisinin makamının azametine çekiyor. Gerçekte İbrahim makamının Kabe’nin yanında yer alması ilahi Halife makamına ulaşmanın işaretidir.

Kabe’nin büyük bir kudsiyeti olan parçalarından biri de Hacerul Esved’dir. Hacerul Esved, kırmızıya çalan siyah bir taştır ve elips şeklinde olup çapı 50 santimetre kadardır. Bu taş gümüşten bir çerçeve içinde yer alır. Hac farizesi sırasında hacılar Kabe’nin etrafında tavafını bu taşın önünde başlar ve yedinci turu da yine aynı noktada tamamlar. Hacılar tavaftan sonra Hacerul Esved’e ulaşarak dokunur ve öper.

Gerçekte Hacerul Esved yüce Allah ile ona dokunan kul arasında büyük bir sır gibidir ve Allah teala ile biat etmek veya biat tazelemektir.

Hz. Adem –s– Kabe’yi inşa eden ilk insandı ve Hacerul Esved’i binanın doğusuna yerlaştırdı. Hz. İbrahim –s– Kabe’yi yeniden inşa ettiği sırada Hacerul Esved o yakınlarda, Ebu Kubeys dağına düşmüştü. Hz. İbrahim –s– taşı getirerek yerine yerleştirdi.

Öte yandan daha sonraları  ve Hz. Muhammed –s– 35 yaşındayken ve henüz peygamber olarak seçilmediği bir sırada Kabe şiddetli bir yağmur ve basan selin ardından yıkıldı. Kureyş aşireti Kabe’i yeniden inşa etti. O dönemde Muhammed-i Emin olarak ün yapan Hz. Muhammed –s– da bu kutsal binanın inşaatına yardımcı oldu, fakat Hacerul Esved’in yerine yerleştirilmesine sıra gelince Kureyş büyükleri arasında anlaşmazlık yaşandı, çünkü herkes bu taşı yerine yerleştirme şerefine kendisi nail olmak istiyordu. Hz. Muhammed –s– bu soruna çözüm getirmek amacıyla abasını yere serdi ve Hacerul Esved’i abanın üzerine koydu ve ardından Kureyş büyüklerinin her biri abanın bir kenarını tutarak birlikte taşı yerleştirilmesi gereken yere kadar götürdü, ardından Allah Resulü –s– taşı kaldırarak yerine yerleştirdi.

Hicr-i İsmail de Kabe’nin bir başka önemli parçasıdır. Gerçekte Hicr-i İsmail Kabe’nin bitişiğinde bir alandır ve çevresi yarım daire şeklinde bir duvarlı çevrilidir. Bu duvar Kabe’yi tavaf edenlerle Kabe’yi birbirinden ayıran bir duvardır.

Hicr-i İsmail bazı rivayetlere göre, Hz. İsmail ve annesi Hacer’in ikametgahıydı ve her ikisi vefat ettikten sonra da burada defnedildi. Hz. İsmail annesine olan sevgisi yüzünden onun mezarının çevresine duvar ördü ve böylece insanların ayaklarının altında kalmasına mani oldu.

İslam Peygamberi’nin –s– eşinden bir rivayette şöyle okumaktayız: Ben Kabe’ye girip içinde namaz kılmayı severdim. Resulullah –s– elimi tuttu ve beni Hicr-i İsmail’e getirdi ve şöyle buyurdu: Ne zaman Kabe’de namaz kılmak istersen, burada kıl, çünkü burası Kabe’nin bir parçasıdır. Ancak senin kavmin Kabe’yi inşa ederken boyunu kısaltarak onu Kabe’nin dışına aldı.

Allah Resulü’nün –s– bu sözleri fakihlerin Hicr-i İsmail içinde tavaf edilmeyi caiz görmemelerine ve tavaf sırasında bu mekanın içinden geçilmemesine hükmetmelerine istinat kaynağı olmuştur.

Hali hazırda da Hicr-i İsmail yarım daire şeklinde bir duvarla çevrilmiştir. Bu duvarın yüksekliği 1.32 metre, yarı çapı yaklaşık 5.8 metre ve Kabe’den mesafesi 2.22 metre kadardır.