Nisan 04, 2016 07:24 Europe/Istanbul

Geçen bölümde feministlerin inançları sayesinde evlenme ve aile kurma oranlarının düşmesi nedeni ile erkek ve kadınlar arasında sürekli bir düşmanlık ve çatışma duygularının arttığını belirttik.

Diğer yandan feminizm düşüncesinin yayılması ile aile yapısında bazı değişiklikler gerçekleşti ki bunlar modern toplumda bazı kriz ve hasarlara neden oldu. Mevcut kanıtlar ailenin çeşitli biçimleri, özellikle de tek ebeveynli veya çocuksuz ailelerin, makul ve mantıklı aile yapısını ciddi krizler yaşamasına sebep olduğunu gösteriyor. Hiç şüphesiz aile yapınsın güçlenmesi, toplumun bazı hasarlara karşı sağlığını garantiliyor. Bu yüzden aile üzerindeki etkisi açısından feminizm düşüncesinin incelenmesi önemlidir. Şimdi bu haftaki programımızı dinlemeye davet ediyoruz.

 

Aile, toplumun en önemli ve küçük toplumudur. Sanayi çağın öncesindeki yıllarda aile, kendine yeterli, sosyal ve ekonomik organizma olarak genelde birkaç kuşaktan oluşuyordu. Bu toplumda büyük anne ve büyük babalar, kendi evlat ve torunlarının yanında tüm ailenin yaşaması için çalışıyorlardı. 19. y.y.ın başlarında kocalar, ailenin reisi olarak tanınıyordu; onlar evin dışında çalışıyor ve kadınlar da ev hanımı görevini üstlenmişti. Fakat 19. y.y. aile ile ilgili sosyal gelenekler değişmeye başladı. Bu gelişmeler 60 ve 70'li yıllarda başta ABD olmak üzere batıda aile yapısında köklü değişikliklere sebep oldu.

Kadın özgürlüğü hedefinde olan feminizm gibi hareketler, onları ev dışında çalışmaya teşvik edince, artık çocukların eğitimi ve yetiştirme sorumluluğunu çocuk yuvaları üstlendi. Aile uzmanı David H. Olson şöyle diyor: Bana göre en fazla boşanma oranı 2. dünya savaşı ardından yaşandı. Kadınların bir çoğu savaşın ardından çalışmaya başladı. Çalışma saati bitip eve dönünce, eski ilişkiler, giderek yıprandı ve çürüdü. Bu şartlar altında ise kadınların bir çoğu daha uygun ve iyi bir çift bulmak umudu ile boşandılar.

 

Bu süreçte kültür ve geleneklere karşı muazzam bir hareket başladı. Örneğin cinsel özgürlük gibi konunun gündeme gelmesi, cinsel ilişkilerde yeni bir biçim kazandırdı, böylece çiftlerin birçoğu evlenmeden beraber yaşamaya başladılar. 1996 yılında boşanma oranı yaklaşık %50'e vardı ve pratikte yeni bir aile tarzını oluşturdu.

Sosyolog ve yazar Wiliamsen Megan şöyle diyor: Kadınların işgücü olarak toplumda çalışmaya başlaması ile birlikte, üreme oranında ciddi düşüş yaşandı ve ABD'de boşanma oranları da arttı.

Wiliamsen Amerika'da boşanma oranının artması hakkında şöyle diyor: 1970-1980'li yıllarda boşanma oranları iki katına çıktı, bu da yılda bir milyonu aşkın boşanma vakasıdır.

 

Eski zamanlardan beri, aile bir kadın ve bir erkeğin resmi evlenmesi sonucu doğan çocuklardan oluşuyordu. Fakat sanayi devrimi ve ardından feminizmin şekillenmesi ve evlenmek ile aile kurmayı tahkir etmesi, geleneksel aile yapısı ile çok az benzeyen yeni rakipler oluşturdu. Bu dönemde tek ebeveynli aileler ve eşcinsellerin yaşamı gibi çarpık ve anormal aileler, yaygınlaştı.

Tek ebeveynli aileler 60'lı yıllarda batıda yaygınlaşmaya başladı. Bu ailelerde çocuklar anne ve babadan sadece birisi ile yaşıyor ki genelde bu kişi anne oluyordu. Batılı yazar Alvin Toffler, "3. Dalga" adlı kitabında ailenin bu yeni biçimini, sanayi toplumların sembolü olan anne eksenli aile olarak tanıtıyor. Diğer batılı yazar Michel André de Amerika'daki aileleri 3 kategoriye ayırıyor ki 3.sü anne ve çocuktan oluşuyor.

 

Avrupa ülkelerindeki veriler, 20.y.y.ın sonunda nüfusun %50'sinin tek ebeveynli ailelerde yaşadığını ortaya koydu. Sosyal araştırmacılar UNESCO'ya mesajlarında tek ebeveynli ailelerin ortaya çıkması ve yayılmasını, resmi evlilik oranının düşmesi, evlenmeden beraber yaşamak, aşırı bireysellik, boşanmaya yönelme, ve boşanma işlemlerinin kolaylığı faktörlerinden kaynaklandığını belirtti. Anne ve evlattan oluşan tek ebeveynli aileler, genelde gayrı meşru ilişkilerin ürünüdür. Newsweek gazetesi bu bağlamda yayınladığı raporunda ABD'de gayrı meşru beyaz çocukların genelde anneleri ile yaşadıklarını belirtti. Günümüzde batı dünyasında birçok genç kız, gayrı meşru ilişkiler sonucu hamile kalıyor ve mecburen tek ebeveynli aileler grubuna katılıyor.

 

Sosyal psikologlar ve sosyologlar batıda bu olayın geniş bir şekilde yayılmasının sebepleri konusunda, "kadın erkek ilişkisinde laubaliliği" temel ve belirleyici etken olarak tanıtıyor. Başka bir ifade ile kadın ve erke arasındaki kontrolsüz ilişkiler, aile dışındaki cinsel ilişki ile sonuçlanan süreçtir. Bir çok psikolojik ihtiyaçlar, cinsel eğilimler şeklini alıyor. Batılı psikolog Karen Horney'e göre cinsel ilişkilerin serbest olduğu toplumlarda, bir çok psikolojik ihtiyaç, cinsel istek şeklinde zuhur ediyor. Reader's Diges dergisi de hüzün, avarelik ve evsizlik, suç ve ihanet, ve aile dağılması, ABD'de serbest ilişkilerin genel sonuçlarıdır.

 

Böylece batıda tek ebeveynli ailelerin çoğu, özgür cinsel ilişki ve ahlaki laubaliliğin sonucu olduğu anlaşılır. Uzmanlara göre tek ebeveynlik aile sonuçları genelde eğitim, ekonomi, terbiye, sağlık vb. alanlarda ailelerde ve özellikle de çocuklar arasında krize sebep oluyor. Batılı uzmanlar benzer ailelerin olumsuz sonuçlarını azaltmak ve genelde toplumda ailenin yok olmaması için köklü çözüm yolları arıyorlar. Amerika İlinoise eyaletinden sosyal araştırmacı Adam Bursua'ya göre, çocukların yaşamı boyunca devam eden güçlü ve geleneksel aileler oluşturulmalı. Ona göre anne veya babanın hiç biri, tek başına çocukların sorumluluğunu üstlenemez ve tek ebeveynli aileler sorununu çözmek için aile dışında çocuk sahibi olmanın yasaklanması gerekir.

 

Aile yapısının zayıflatılması, aile ilişkilerinde davranış modelleri ve ortak değerlerin çökmesine, toplumun kültürel, sosyal ve ekonomi yapısının değişmesine ivme kazandırdı. Tek ebeveynli ailelerin artması, evlilik dışı cinsel ilişkiler ve eşcinsellik, aile ilişkilerinde yeni modeller oluşturdu. Gerçi batıda bir zamanlar aile, yaşamın doğal ve ideal süreci için çekirdek sosyal birim sayılırdı, fakat yeni çağdaki gelişmelerin ardından, bu tarz aile, pratikte çok daha az oluştu. Aslında bazı sosyologlar, batının mevcut şartlarında "aile" kelimesinin kullanılmasının anlamsız olduğunu belirtiyorlar. Son on yıllarda çocuksuzluğun daha geniş bir şekilde yaygınlaşması, çağımızın siyasi, sosyal ve ekonomik etkenlerin sonucudur. Diğer yandan kadınların ev dışındaki ortamlarda çalışması ve maaş alması ise onları "annelik" kavramı ile yabancılaştırıp farklı şekilde algılanmasına sebep oldu. Ayrıca kadın hareketleri onlara "annelik" dışında bir çok fırsat ile tanıştırdı. Şimdi batı toplumunda çocuk istemeyen kadın sayısı artmakta. Eğitime devam etmek, çalışmak ve kariyer sahibi olmak, ayrıca bireysellik, çocuk istememenin en önemli sebepleridir.

 

İslam açısından aile yapısı, büyük öneme sahip. Doğal aile, kadın ve erkeğin duygusal ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılarken, insan neslinin devam etmesini, çocukların ise doğal bir ortamda yetişmesini sağlar. Tabi ki bunların tümü, diğer hiçbir aile yapısında karşılanmaz. Güven ve huzur verici bir bağdan kaynaklanan erkek ve kadının ruhsal desteği, diğer tüm insani bağlar ve ilişkilerden daha fazla aileyi güçlendirir, birey ve toplumun ruhsal sağlığını sağlar. Ailelerin olumlu duyguları sayesinde çocuklar en iyi tarzda yetişir, bu da ailenin en önemli görevlerindendir. Aile fertleri arasındaki uygun ilişkiler, bu çalışmaların temel ortamını oluşturur. Hiç şüphesiz eğer bu ilişkiler azalır veya istenilen düzeyde olmazsa, ailenin işlevini zayıflatır. Bu yüzden aile benzeri ve türevlerinin çoğalmasını engellemek için doğal ailenin yapısını güçlendirmeli, korumalı ve devam ettirilmelidir. Ebeveynlerin geleneksel konumu ve akraba ilişkileri devam etmeli, böylece dini inançlar güçlenmeli; zira tüm bunlar aile kurumunun güçlenmesi ve korunmasında büyük payları vardır. 009  015