Nisan 10, 2016 07:11 Europe/Istanbul

Geçen bölümlerde İran coğrafyasından, Hahameneşi hanedanından Eşkanilere kadar kurulan imparatorluklardan ve İran kültürünün dünyanın yarısı üzerinde nüfuzundan söz ettik.

Eşkanilerden sonra Sasanilerin iktidarın başına geçmesi ile İranlıların imparatorlukları ve coğrafyasında önemli ve belirleyici bir değişiklik yaşanmadı ve İran eskiden olduğu gibi o dönemin uygar dünyasının yarısına kadar olan bir alana hükmetti ve diğer yarısını Roma imparatorluğuna bıraktı. O dönemde İranlılar özellikle Semerkand ve Buhara kentlerinde Çin’in Türkistan yöresine kadar uzanan alanda ticaret ve kültürel liderliğin başını çekiyor ve bu bölgeler İran medeniyetinin nüfuzu altında bulunuyordu. O tarihlerde Çin’in Türkistan yöresi gerçekte İran’ın Çin’e kadar uzanan topraklarının bir parçasıydı. Sasaniler iktidarında Eşkaniler döneminde İranlıların Roma ile temasları askeri yüzleşmeler şeklinde olmasının aksine iki medeniyet arasında kültürel ve ilmi ilişkiler ve alışverişler şeklinde oldu. Romalı tutsaklar İran kentlerine yerleştirildi ve inşaat alanında uzman olan Romalı mimarlardan ve mühendislerden altyapı tesislerinin inşaatı için ve başta hekimleri olmak üzere bilim adamlarından Cundişapur üniversitesi gibi bilim merkezlerinde yararlanıldı. Kameri ikinci onyılından itibaren Müslümanların Sasani imparatorluğuna yönelik saldırıları imparatorluğun Batı sınırlarından başladı. Kameri 30, miladi 651 yılında Sasani imparatorluğunun son kralı yenildi ve böylece Sasani imparatorluğu çöktü. Bu beklenmedik çöküşün nedeni, Sasani sarayında artan fesat ve insanlara yönelik adaletsizlik ve zulümlerdi. Bu şartlarda İslam’ın adalettalep ve haktalep meltemi İranlıları derinden etkilemeye başladı, öyle ki İran toprakları Müslümanlar tarafından fethedildikten sonra İranlı kavimleri uygar dünya genelinde hareketliliği daha da geniş boyutlara ulaştı. İslam dininin evrenselleşmesi ve her geçen gün daha da yayılmasına paralel olarak İranlıların da dünyanın en ucra köşelerine kadar uzanmalarına vesile oldu. Batı’da Roma imparatorluğu dağılarak Jerman, Anglo Sakson ve Vikingler gibi bedevi ve barbar kavimler Avrupa’yı küresel medeniyet kafilesinden geri bıraktıkları sıralarda İranlı kavimler gelişmiş küresel medeniyet ve kültürü İslam kültürü ile korumaya ve beslemeye başladı. İranlılar İslam’ın Yüce Tealiminden esinlenerek Asya ve Doğu dünyası da Avrupa ve Batı gibi ortaçağ karanlığına batmasına ve küresel medeniyet ve kültür kafilesinden geri kalmasına mani oldu ve bu bölgeyi gün geçtikçe daha da geliştirdi. Müslüman Araplar İran’ın kültür alanında yeni bir imparatorluk planı ortaya attı ve İranlıların özellikle üst düzey yöneticilerinin yardımları ile İranlı İslami kültür sahasını kuzeyden Maveraünnehir ya da Türkistan denen bölgeye ve batıdan da şimdiki Türkiye ve İspanya’ya kadar yaymayı başardı. İran milleti pek de sıkı olmayan bir süre direnişin ardından İslam dinini benimsedi ve o sıralarda medeniyet ve kültür bakımından bedevi Araplardan çok daha ileride olduklarından hızla İslami imparatorluğun en üst kademelerinde ve kültürel mevkilerinde yer almaya başladı. İranlılar alan olarak Hahameneşi imparatorluğu kadar geniş olan İslami imparatorluğunun her tarafına yayıldı ve çeşitli idari, ilmi, dini alanlarda en hassas ve en önemli mevkilere yerleşti. O dönemde İranlılar nerdeyse bin yıldan biri Roma imparatorluğu gibi güçlü bir rakiple karşı karşıya idi ve bu yüzden Roma imparatorluğunun sultası altında bulunan dünyanın yarısı kadar bir alanda hareket edemiyordu. Ancak İslami imparatorluğun güçlenmesi ile beraber Roma imparatorluğu Avrupa ve şimdiki Türkiye topraklarının bir bölümü ile sınırlı kaldı ve Müslümanların askeri baskıları sonucu hüküm sürdüğü bir çok alanı Müslümanlara bırakmak zorunda kaldı. İslami imparatorluğun ordusu hatta Bizans’ın başkenti Konstantinopolis kapılarına kadar dayandı, ancak kentin güçlü savunma surları gibi nedenlerden ötürü bu kenti ele geçiremedi. Gerçi Müslümanlar bir süre Roma imparatorluğunun şimdiki Türkiye topraklarının üzerindeki sultasına son veremedi, ancak Suriye ve Lübnan topraklarını ele geçirerek Akdeniz’e ulaşmayı başardı ve böylece Anadolu topraklarına saldırmak ve nüfuz etmek için gerekli çıkış noktalarını yakaladı ve ilk kez doğulu bir devlet İspanya üzerinden Avrupa kıtasına nüfuz etmeyi başardı. Böylece uzun yıllar Roma imparatorluğunun nüfuzu altında bulunan Kuzey Afrika ve Afrika’nın Akdeniz kıyıları sonunda Müslümanların eline geçti ve İranlı ve İslami kültür ve medeniyetin bu bölgelerde yayılmasına zemin oluştu. Uzmanlar İranlıların kolayca Müslüman oluşunun sebebini, İslami düşüncenin tüm dünyaya yayılma ve evrensel bir devlet inşa etme düşüncesinin İranlıların da aynı düşünceye sahip olmasına bağlıyor. Daha sonra Emeviler iktidarı o dönemin uygar dünyasını hızla aştı ve Çin ve Avrupa’nın derinliklerinin dışında dünyanın en önemli bölgelerine musallat oldu. Bu arada Müslüman Araplarla birlikte yeni yeni Müslüman olan ve dünyaya yayılmak isteyen İranlılar da ilerledi ve İran’ın kültürel alanını bu kez İslami bir içerikle bundan önce İran kültürünün nüfuz alanının dışında kalan Türkistan, Anadolu ve İspanya’ya yaymaya başladılar. İranlılar hicretin ikinci yüzyılından itibaren manevi ve askeri destekleri ile Emevi hilafetini devirerek istikrarı Abbasilere bıraktı. Abbasi hilafetinin İranlı eğilimi yüzünden bu kez İran kültürü ve İran kültürünü inşa edenler, İslami imparatorluğun tüm topraklarını kültürel, ticari ve sanat faaliyetlerine uygun buldu ve İslam dünyasından kültürel nüfuzunu arttırmaya başladı. İranlılar yeni İslami imparatorlukta kısa bir dönem sekteye uğrayan tarihi ve evrensel rollerini yeniden ifa etmeye başladı. İranlı büyüklerin fatih Müslümanlarla dağınık da olsa işbirliği Hulefayi Raşidin döneminden ve gerçekte Müslüman Arapların Tisfun ve Fars yörelerini fethetmeleri ile birlikte başlamıştı, ancak bu işbirliği Abbasi hilafetinde daha geniş boyutlara ulaştı ve idari, dini ve diğer kültürel boyutlar bakımından iyice gelişti. Bu dönemde İranlı kavimler eski dinlerini bir kenara bıraktı ve İslam dini dinamik ve zengin bir dine kavuştu. Yine zengin medeniyetlerinin desteği ile yavaş yavaş İslam öncesi imtiyazlarına ve üstünlüklerine yeniden kavuştu ve onurlu, zengin ve bazı bakımlardan güçlü bir nüfus olarak Abbasi imparatorluğunda vezir, bilgin, fakih, muhaddis, sanatçı ve edip olarak İranlı İslami kültürü dünyanın bir çok bölgesine yaymaya başladı. İranlılar çeşitli Müslüman kavimlerle kültürel alışverişleri ve elde ettikleri yeni kazanımları yaratıcı bir şekilde İranlı İslami kültürle birleştirmeleri sayesinde İran kültürünü daha da zenginleştirmeyi başardı. Öte yandan hilafet merkezinin Şam’dan Bağdat’a taşınması ve İran’ın tarihi başkenti Tisfun’a yaklaşması ile beraber Abbasi imparatorluğu İranlıların yaşadığı bir bölgenin merkezinde yer almış oldu ve böylece bedevi Araplarla etnik bağlarını bir nevi kaybetti. O dönemin önemli gelişmelerinden biri, Sasani döneminde İranlı kavimlere kapalı olan Suriye ve Lübnan’a yönelik açılım yolunun açılmasıydı. Bu gelişme ile birlikte İranlılar, eski çağlardan İranlıların siyasi ve nüfus merkezi olan Mezopotamya’nın dışında Şam toprakları ve Akdeniz kıyılarına kadar açılmaya başladı. O dönemde Arapların deniz gücünü İranlılar oluşturuyor ve Araplar denizcilik alanında İranlıların maharet ve deneyimlerini kullanmak zorunda kalıyordu. İranlı denizciler Lübnan, Sur, Seyda ve hatta Akdeniz’in Güney kıyılarında Trablus’a kadar gitti ve buralara yerleşerek gittikleri kentlere İranlı kimliği kazandırdı. Bazıları İran milleti denizci olmadığını ve denizciliğin sadece batılıların maharet ve uzmanlık alanı olduğunu zannediyor, oysa Mecem-ul Beledan ve Ahsen-ul Tekasim adlı değerli eserler gibi bazı eserlerde ve belgelerde İranlıların İslami dönem başladığında usta denizciler olduklarını gösteriyor. İslam’dan önce İranlı denizcilerin faaliyet alanı daha çok Hint okyanusu, Kızıldeniz, Fars körfezi ve Umman deniziyle sınırlıydı. Ancak İslam’dan sonra İranlı denizcilerin faaliyet alanı genişledi ve Akdeniz’in Güney kıyılarından Cebeli Tarık boğazına kadar yayıldı. İranlıların İslam dinini benimsemesi onların güç ve saygınlığını azaltmadığı gibi, izzet ve onurlarını daha da arttırdı ve daha sonraki dönemlerde Avrupalı kavimlerin sultası altında olan Akdeniz’in Kuzey kıyılarının dışında İranlılar ve İran kültürü dünyanın en önemli stratejik sahillerini nüfuzu altına aldı. 015

Etiketler