Libya’da güç dengeleri - 2
Bugünkü Libya sohbetimize bir soru ile başlamak istiyoruz. Güçsüz devlet veya iflas eden devlet ne demektir? Acaba şimdiye kadar bu tabirleri hiç duydunuz mu veya karşılaştınız mı?
Uluslararası ilişkilerde ise iflas eden devlet kavramı hakkında uzmanlarca çeşitli tanımlar gündeme getiriliyor.
Gerçekte güçsüz devlet veya iflas eden devlet, bir veya bir kaç alt kurumlarında veya erkanlarında krize elverişli hale gelen devlettir. Bu devlet uluslararası krizlere karşı çok kırılgan konumdadır ve iç arenada da vatandaşlarına barış, üzen, iç güvenlik gibi medeni şartları güvence altına alamayan bir devlettir.
İflas eden devletlerin bir takım ortak özellikleri de vardır. Bu özellikler siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel alanlarda bir iktidarın çeşitli düzeylerini kapsar.
Güçsüz devletlerin bazı ortak özellikleri vardır. Bunlar, siyasi şiddet seviyesinin yükselmesi, sınırların üzerinde kontrolün kaybedilmesi, etnik, din, kültür ve dil temelli bazı gerginliklerin yaşanması, iletişim ve ulaştırma yapılarının zayıflaması, zayıf ekonomi, gayri safi milli hasılanın düşmesi, fesadın yayılması, sağlık hizmetlerinin çökmesi ile birlikte ölüm oranlarının yükselmesi, yaşam umudunun azalması, eğitim fırsatlarının kısıtlanması gibi özelliklerden ibaretti.
Güçsüz veya iflas eden devletlerin en bariz özelliklerinden biri ise bu ülkülerde terör eylemlerinin büyük oranda artış kaydetmesidir.
Küresel barış endeksi raporunda küresel terör endeksi listesinde on ülkenin adı geçiyor. Bu ülkelerin hemen hemen tümü biraz önce belirtilen özelliklerden acı çekiyor. Bu ülkelerden biri ise sohbetimizin konusu olan Libya’dır.
Başta IŞİD olmak üzere terör örgütleri genellikle iflas eden devletlerde oluşan hakimiyet boşluğundan nemalanıyor. Söz konusu terör örgütleri hedef ülkenin sınırlarında denetim boşluğu, merkezi yönetim zafiyeti, güvenlik boşlukları ve yargı kurumlarının etkili olmamaları durumlarından ve silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığı gibi şom ticaretlerden çıkar sağlıyor. Bu örgütler ayrıca ihtiyaç duydukları askeri gücü de mevcut durumdan hoşnut olmayan ve yoksulluk ve umutsuzluğa kapılan gençlerden temin ediyorlar.
Uluslararası siyaset arenasında iflas eden devletlerin ön plana çıkmasına sebep olan en önemli etkenlerden biri, 11 Eylül 2001 olayları oldu. O süreçte Batılı devletler iflas eden devletleri kendilerinin milli güvenliğine yönelik tehdit ve terörün kökü olarak algıladılar. 11 Eylül 2001 olayları ülkelerin güvenliği birbiriyle düğümlendiğini ortaya koydu. Yoksulluk, geri kalmıştık, ulus devlet sürecinin tamamlanmamış olması gibi durumlar hızla başka bölgelerin üzerinde kontrol dışı etkiler yapabilir. Buna göre günümüz dünyasında toplumların güvenliği birbirinden bağımsız olmadığı ve bölgesel münakaşaların uluslararası boyut kazanabileceği söylenebilir.
İflas eden devletin iktisadi ve siyasi alanlarda yaşadığı kargaşayı şiddetlendirebilecek durum ise sosyal açıdan da iflas etmektir. Bir toplum dağılarak zayıfladığında, mevcut hükümeti destekleyebilecek gücünü kaybeder ve hükümetle muhalefet etmeye kalkışınca da siyasi ve sosyal durum daha da vahim hale gelir. Bir çok durumda siyasi grupler tek başına hükümete karşı koyamaz ve bu yüzden ecnebi güçlerden yardım dileyerek zemini ecnebi müdahalesi ve özellikle bölgesel güçlerin müdahalesine zemin oluşturur, ki bu da başlı başına iflas eden devletin siyasi durumunu daha da karmaşık hale getirir.
Siyasal bilimler uzmanı Dr. Ehed Nuri Asla bu konuda şöyle diyor: Güçsüz devlet yüzünden oluşan siyasi boşluk, hükümet dışındaki aktörleri hükümetin çeşitli rollerini ifa etmeye teşvik eder, ancak hiç biri tek başına hükümet boşluğunu yeniden inşa edemez veya dolduramaz ve hiç biri de karşı tarafa galip gelemez ve sonuçta ülkenin siyasi ve güvenlik şartları yıpranma süreci ile karşı karşıya kalır.
İflas eden devletin beceriksizliği ve zayıflığı sınırlarda güvenlik sorunu, göç akımının şiddetlenmesi yol açtığı gibi, iktisadi gerekçelere dayanan göçü, terör örgütlerinin faaliyetlerini, uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığı yapan çetelerin faaliyetlerini arttırır. Bu durum doğal olarak iktidarın, hakim güç ve siyasi düzenin çeşitli yapılarının çökmesine ve sonuçta siyasi boşluk oluşmasına yol açar.
İflas eden ve dağılan devletler her zaman dünyanın çeşitli bölgelerinde bir çok terör eylemlerinin çıkış noktası olmuştur. Gerçekte terör örgütleri ve uluslararası suç çeteleri iflas eden devletlerin veya güçsüz hakimiyetlerin onlar için yarattığı güvenlik cennetten mümkün mertebe faydalanır.
Evet, biraz önce de belirtildiği üzere, iflas eden devletler dünyanın çeşitli bölgelerinde teröristlerin güvenli üssü olmuştur. Bu tür ülkeler teröristlerin yapılanması, eğitilmesi ve kaçakçılık faaliyeti gibi faaliyetleri yürütmeleri bakımından uygun bir ortama dönüşür. El-Kaide ve Taliban’ın sulta döneminde Afganistan ve ABD’nin 2003 çıkarmasından sonraki ilk yıllarda Irak, bu tür ülkelerin birer örneğidir.
NATO paktı 2011 yılında Libya topraklarına saldırması ve bu ülkede bir çok altyapı tesislerinin yok olmasından sonra Libya, başta IŞİD olmak üzere çeşitli terör örgütlerinin faaliyeti ve teröristlerin eğitim için güvenli bir alan oldu. Öte yandan Amerika ve diğer bazı büyük güçlerin müdahaleleri ve Libya içinde siyasi grupların ihtilafları yüzünden 2011 yılından sonra tekfirci terör örgütleri, merkezi iktidar boşluğundan yararlanarak Libya’nın başta petrol sahaları olmak üzere bazı bölgelerini işgal etmeye çalıştı.
Libya’da bu ülkenin iki önemli kenti olan Sirte ve Bingazi 2015 ve 2016 yılları arasında tekfirci IŞİD terör örgütü tarafından işgal edildi. Libyan’nın kuzeyinde yer alan Sirte kenti bir süre El-Kaide terör örgütüne yakın olan Ensar-ul Şerie adlı örgütün eline geçti ve bu bölge bir takım çatışmalara sahne oldu. Ancak IŞİD 20 Şubat 2015 tarihinde Sirte kentinin radyo istasyonunu ele geçirerek kenti tamamen ele geçirdiğini ilan etti.
Libya’nın en büyük petrol limanlarından biri olan Sedre limanı ise Sirte kentinin doğusunda yer alıyor. Bu yüzden IŞİD’in bu önemli limanı ele geçirmesi büyük tehlikelere yol açabilirdi. Bu iki kent tekfirci teröristlerin ve intihar eylemcilerinin eğitim aldığı mekanlara dönüştü. 22 Ekim 2017’de Londra’da düzenlenen Libya asıllı İngiliz vatandaşın intihar eyleminden sonra söz konusu eylemcinin Libya’nın Derne kentinde IŞİD tarafından eğitildiği ortaya çıktı.
İflas eden devletlerin en önemli özelliklerinden biri, iktidarın tam olarak merkezi yönetiminin elinde olmamasıdır. Burada iktidar iddiasında bulunan örgütler şiddete başvurarak her biri iktidarın bir bölümünü ele geçirir, fakat hiç biri ötekilerin üstesinden de gelemez. Libya’da 2011 yılından sonra böyle bir durum hakim oldu ve güç ve iktidar, çeşitli grupların arasında paylaşıldı.
Tahminlere göre ise Libya’da 200 bin kadar silahlı milis bulunuyor.
İflas eden devletin bir başka özelliği ise merkezi iktidarın yokluğu ve merkezi yönetimin ülke sınırları üzerindeki hakimiyetini kaybetmesidir. Bu tür devletlerin sınırları oldukça nüfuza açıktır. Bu devletler sınırlarında insan ve uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığı ve teröristlerin nüfuzu karşısında oldukça kırılgan konumdadır. Nitekim sınırların kontrol edilememesi, teröristlerin ve kaçakçıların faaliyetlerine uygun zemin oluşturuyor. Bu zeminlerden devletsiz mekanlar veya güvenli cennet gibi tabirlerle söz ediliyor. Hali hazırda Libya’da böyle bir durum hakimdir. Libya’nın eski başbakanlarından Abdurrahim Elkib Mart 2012’de yaptığı uyarıda, sınır bölgelerinde silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığı hızla arttığını belirtmişti.
Dünya bankası iktisadi istikrarsızlık, iflas eden devletleri tespit etmek için önemli kriterlerden biri olduğunu belirtiyor. “Baskı altında bulunan az gelirli ülkeler”, dünya bankasının bu tür ülkeleri tanımlamak için kullandığı tanımdır. Bu tanım söz konusu ülkeleri, içinde terör örgütlerinin türemesi ve silahlı iç münakaşaların artması riski yüksek olan ülkelerin kategorisine yerleştiriyor. Bu tür devletlerde işsizlik oranı çok yüksek ve iktisadi fesat had safhadadır. Ağustos 2014’de Libya’nın dönem Dışişleri Bakanı Muhammed Abdulaziz Libya’da göstergelerin yüzde 70’i bir devlet değil, iflas eden bir devlet kurmak için müsait olduğunu itiraf etmişti.
Böylece Libya için güçsüz devlet tezinin geçerli olduğu söylenebilir. Bu süreci şiddetlendiren konu ise iç ihtilafların yüzünden bugün Libya’da iki ayrı hakimiyetin bu ülkede iktidar iddiasında bulunması ve yaşanan krizin esas nedenine dönüşmesidir. Buna göre Libya’nın güçsüz devlet konumundan kurtulabilmesi ve terör örgütlerine karşı zafer kazanması için iç arenada vahdet ve dış müdahalelere karşı koymak şarttır.
Libya meseleleri uzmanı Ahmet Davutzade, Libya’da iki hükümet durumuna son verilmesi ve tek bir hükümetin işbaşına gelmesi, iç vahdetten başka dış etkenlere de bağlı olduğunu belirtiyor. Libya’da Batılı devletler, Türkiye ve Arabistan’ın yanında Muammer Kaddafi sonrası dönemde kendi çıkarlarının peşindedir. Bu yüzden Libya’da uluslararası kurumların rolü ve bölgesel işbirliğinin yanı sıra Suud rejimi gibi müdahaleci devletlerin yıkıcı müdahalelerini de önlemek gerekir.
Libya’da iç arenaya gelince, bu ülkede faaliyet yürüten siyasi gruplar Zahirat anlaşmasını kabul etmeleri ve milli barış hükümeti karşısında direnmemeleri gerekir. Bundan başka milli vahdet, terör örgütlerine karşı topyekun mücadele vermek için de zaruridir. Unutmamak gerekir ki Libya bundan önce de 1946 ve 1951 yıllarında yaşanan gelişmelerin sırasında milli barış müzakerelerinin başarılı deneyimini yaşamış bir ülkedir ve buna göre eski deneyimi bugün de tekrarlaması mümkündür.