Gizli Güneş – 33
Bugünkü nükleer gezimizin devamında nükleer atıkların nasıl değerlendirildiğini gözden geçirmek istiyoruz.
İnsanların ürettiği ve doğaya bıraktığı atıklar, son zamanlarda çevremizi kirleten ve sağlığımızı da ciddi derecede tehdit eden sorunlardan biridir. Üstelik birçok ülkede üretilen atıkların kontrol edilmesi ve uygun biçimde atılması ve yok edilmesi için ciddi programların bulunmadığı gözleniyor.
Ancak nükleer teknoloji sahibi olan ülkelerde nükleer atıkların kontrol altında tutulması için çok titiz bilimsel yöntemler ve süreçler geliştiriliyor.
İran İslam Cumhuriyeti de nükleer teknoloji sahibi olan ülkelerden biri olduğundan, bugünkü sohbetimizi nükleer atıklar ve bu atıklarla ilgili meseleler ve nasıl değerlendirildikleri ile ilgili yöntemlerden söz etmek istiyoruz.
Gerçi dünyanın her yerinde nükleer enerjiden temiz ve yeşil enerji şeklinde söz ediliyor, ancak doğa dostu bu enerji türü de zaman zaman çevre için ciddi sorunlar yaratabiliyor. Bu teknolojiye sahip olan İran gibi ülkeler faaliyetlerinin ta başından itibaren nükleer atıklarına çare bulmaları ve çevreye zarar vermelerini önlemek üzere bazı tedbirleri almaları gerekiyor. Bu doğrultuda nükleer turumuzun devamında Buşehr nükleer santralinde nükleer atıkları ne yaptıklarını öğrenmek üzere bu santrale uğradık.
Gerçekte nükleer atıkları uzun vadeli bertaraf etmek, sadece toplumun güvenliği ve çevrenin korunması için önem arzetmiyor. Bu konu aynı zamanda nükleer santrallerin faaliyetlerini sürdürmeleri açısından da önem arzediyor. Bu yüzden başta İran İslam Cumhuriyeti olmak üzere nükleer ülkeler nükleer atıklarını güvenli bir şekilde bertaraf etmek için belli programlar geliştiriyor. Bu durum, mevcut teknolojileri nükleer atıkların toplanması, depolanması ve bertaraf edilmesi bakımından sürekli güncelleştirmeyi ve çevre meselelerini daha da titiz bir şekilde gözetlemeyi gerektiriyor.
Buşehr nükleer santrali uzmanından nükleer atıkların nasıl bertaraf edildiğini soruyoruz. Uzmanımız şöyle diyor:
Bilindiği üzere tüm nükleer santrallerin kapalı devreleri vardır ve bu kapalı devreler kesinlikle radyoaktif maddelerin normal şartlar altında dışarı sızmalarına mani olur ve sonuçta bu santraller hiç bir çevre tehdidi arzetmez. Bu santrallerde su santrale girdikten sonra tekrar çıkıyor. Santralin tasarımında bu suyun sıcaklığı geri döndüğü deniz suyundan bir iki dereceden daha fazla sıcak olmaması öngörülüyor. Bu su denizin 1200 metre derinliğinde deniz suyuna karışıyor ve böylece deniz suyu ile ısısı dengelenerek deniz ekosistemini olumsuz etkilemiyor.
Uzmanımız şöyle devam ediyor:
Aslında radyoaktif maddelerin dışarı sızması yönünde bazı kaygılar duyulabilir, fakat unutmamak gerekir ki nükleer santrallerin güvenliği, radyoaktif maddelerin dışarı sızması yolunda bir dizi engeller bulunacak şekilde tasarlanıyor. Bu engeller radyoaktif maddelerin dışarı sızmasına mani oluyor. Bu arada radyoaktif maddelerin dışarı sızma ihtimali bulunan ilk noktadan itibaren kontroller ve denetimler yapılıyor. Bu tedbirler ve santrallerde uygulanan güvenlik kurallar bize sistemden ve üçüncü sirkülasyondan dışarı çıkan suda radyoaktif madde olmayacağı yönünde güvence veriyor. Nitekim bundan önce ikinci sirkülasyon sürecinde de kesinlikle radyoaktif maddelerin dışarı sızmasına izin verilmiyor.
Buşehr nükleer santrali uzmanı açıklamasını şöyle sürdürüyor:
Buşehr nükleer santrali çevresine ve çevresinde yaşayan insanlara ve başka canlılara zarar vermediğinden emin olmak için belli zaman aralıklarında topraktan, yeraltı su kaynaklarından, bitkilerden ve tarım ürünlerinden örnekler alınıyor ve ardından santralin laboratuvarlarında ve İAEK atıkları kontrol etme bölümünde analiz ediliyor.
Uzmanımızın bu açıklaması üzerine İAEK nükleer atıklar laboratuvarına geliyoruz. Burada ülkenin çeşitli bölgelerinden toplanan su örnekleri analiz ediliyor. Yine toprak örnekleri, deniz canlıları örnekleri, bitki örnekleri, taş örnekleri ve diğer birçok örnekler, radyoaktif madde bulaşıp bulaşmadığı bakımından irdeleniyor. Yine ilginçtir ki bir eyalet için su örnekleri en az yetmiş farklı yerlerden toplanıyor ve buraya getirilerek radyoaktif madde bakımından kontrol ediliyor. Zira yöre halkının sağlığı ve çevre sağlığı büyük önem arzediyor.
Gerçekte radyasyon yayan maddelerin veya daha doğrusu nükleer atıkların bertaraf edilme biçimi, atıkların gömüldüğü yerden hiç bir şekilde hiç bir türlü radyoaktif madde çevreye sızmayacağı şekilde olması gerekiyor. Nükleer atıkların sızabileceği ortamlar yeraltı su kaynakları veya atıkların gömüldüğü topraklar olabilir.
Nükleer atıklar çevrede bulunan hiç bir bitkiye, hayvanı ve hiç bir canlı türünü etkilemeyecek şekilde gömülmelidir. İAEK laboratuvarı bölgeden toplanan su, bitki, toprak, hava, gıda maddeleri, canlı hayvanlar örneklerini kontrol etmek için kullanılır. Laboratuvara ülkenin çeşitli eyaletlerinden gelen su örnekleri ve tarım ürünleri örnekleri getiriliyor.
Uzmanımız İAEK laboratuvarında ülke genelinde tarım alanlarını sulamakta kullanılan tüm kuyuları kontrol etmek üzere bir proje hazırladıklarını, bu kuyulardan su örnekleri ülkenin çeşitli bölgelerinden zamanla toplanarak laboratuvara getirildiğini, örnekler suda var olabilecek radyoaktif madde bakımından kontrol edildiğini belirtiyor. Uzmanımız aynı şekilde su gibi toprak örnekleri de bu laboratuvara getirildiğini, toprak örnekleri öncelikle değirmende toz haline getirildiğini ve ardından kurutulmak üzere özel makinelere taşındığını kaydediyor.
Nükleer tesislerin bulunduğu alanlar genellikle büyük ve geniş alanlardan oluşuyor. Buna göre bu alanlarda çok sayıda canlı türü ve diğer hayati unsurlar bulunabiliyor ve sonuçta radyoaktif maddelerin serbest kalma ihtimali ve nükleer tesislerin çevresini etkilemesi de söz konusu oluyor.
Dolaysıyla nükleer tesislerin atmosferi ve toprak çevresi radyoaktif sızıntı ihtimali bakımından sürekli incelenmesi ve gözetilmesi gerekiyor. Çevrede radyoaktif madde bulunduğu takdirde gerekli tedbirlerin derhal ve hiç bekletmeksizin alınması ve kirliliğin bölgeye yayılması önlenmesi gerekiyor.
Nükleer tesislerde radyoaktif atıklar genellikle katı, sıvı ve gaz şeklinde olabiliyor. Nükleer atıklarda şiddetli radyoaktif ve kimyasal kirlilik söz konusu olduğundan bu tür atıkların sürekli kontrol edilmesi ve çevreye sızması engellenmesi gerekiyor. Nükleer atıklar kontrol edilmeden çevreye bırakıldığı takdirde toprağı, atmosferi, yüzeysel suları, yeraltı su kaynaklarını, ırmakları, göletleri, denizleri ve kısaca her yeri ve her şeyi etkilemenin yanında gıda maddeleri zincirinde bedenimize de girerek telafisi asla mümkün olmayan zararlara yol açabilir.
Nükleer atıkların radyoaktif etkileri bakımından kontrol etme zaruretinden başka, bu atıkların kimyasal zararları bakımından da kontrol edilmesi gerekiyor ve bunun için radyo-kimya laboratuvarı bulunuyor. Bu laboratuvarın uzmanından burada yapılan çalışmaların hakkında bilgi istiyoruz. Uzmanımız şöyle anlatıyor:
Bu laboratuvar, radyo-kimya laboratuvarıdır ve iki temel görevi vardır. Bu sisteme giren her türlü sıvı atık bileşenleri ve radyoaktif madde çeşitleri bakımından tespit ediliyor ve ardından bu laboratuvara geliyor. Daha sonra önceden belirlenen yöntemlere göre atıklar kontrol ediliyor. Bu yöntemler cevaba ulaşamazsa, deneyler farklı şekillerde devam ediyor.
Uzmanımız şöyle devam ediyor:
Atıkların tespiti için bu atıklar radyoaktif atık da olduğundan herhangi bir laboratuvarda kontrol edilemiyor ve bunun için çok özel teçhizat ve cihazlar gerekiyor ki tüm bunları bu radyo-kimya laboratuvarımızda tedarik etmiş bulunuyor.
Günümüzde atıklar insan yaşamının ayrılmaz bir parçasını oluşturuyor, öyle ki her gün milyarlarca ton atık insanlar tarafından üretiliyor. Bu atıkların bazıları yeniden geri kazanılıyor, bazıları yakılıyor ve bazıları yok ediliyor. Sanayi alanında ve özellikle nükleer sanayide de atıklar bulunuyor, fakat bu atıklar sohbetimiz boyunca anlatmaya çalıştığımız gibi çok özeldir ve özel ilgi gerektiriyor.