Eylül 18, 2020 12:09 Europe/Istanbul

Hatırlanacağı üzere geçen bölümde İmam Ali’nin –s– yaşamından bazı bölümlerini sizlerle paylaştık ve o hazretin kişiliğinin boyutlarına da kısaca değindik.

Geçen bölümde ayrıca Hz. Ali’nin –s– Kabe’de esrarengiz veladeti ve yine İslam dinine iman etmekte herkesi geride bırakarak bu semavi dine iman eden ilk erkek olduğunu beyan ettik.

İslam Peygamberi –s– Kureyş eşrafı ve cahiliye çağının sapkın kültürü, iktisadi ve kültürel yoksulluk, ahlaki ve sosyal sapkınlık ve putperestliğin egemenliği yüzünden İslam dinini tebliğ etme yolunda ciddi zorluklar ve olumsuz şartlarla karşı karşıya idi. Bu yüzden o hazret risaletle görevlendirildiğinde yüce Allah’ın emri üzerine üç yıl boyunca İslam’a davetini gizlice yürütmek ve yakınlarını bu semavi dine davet etmekle görevlendirildi. Bu doğrultuda vahiy meleği Hz. Cebrail –s– Allah Resulü’ne –s– ilk önce akrabalarını uyarmasını söyledi.

Bu ayet nazil olduktan sonra İslam Peygamberi –s– Hz. Ali’ye –s– şöyle buyurdu: Rabbim bana yakınlarımı O’na tapmaya ve ancak O’na kulluk etmeye davet etmemi emretti. Bir koyun kes ve biraz ekmek ve süt tedarik gör.

Hz. Ali –s– Resulullah efendimizin –s– emri üzerine kırk kadar yakın akrabalarını Allah Resulü’nün –s– düzenlediği yemek ziyafetine davet etti. Davet edilenlerin hepsi ziyafete katıldı ve şayeste bir şekilde ağırlandı. Ancak İslam Peygamberi –s– henüz konuşmaya başlamak istediği sırada amcası Ebu Leheb söze karışarak şöyle dedi: O sizi büyülüyor ve sizi atalarınızın yolundan uzaklaştırmak istiyor.

Bu sözlerin ardından ortalık karıştı ve bu yüzden Allah Resulü –s– o gün amacına ulaşamadı ve bu yüzden bir kez daha akrabalarını davet etti ve onlar da ikinci kez Resulullah’ın –s– evinde toplandı.

Bu kez Allah Resulü –s– konuşmaya başladı ve akrabalarına hitaben şöyle buyurdu: Ey Abdulmuttalib’in oğulları, Araplarda kendi halkına benim sizler için getirdiğim daha iyisini getirdiğini düşünmüyorum. Eğer davetimi kabul ederseniz dünya ahiret saadetinizi garanti ediyorum. Ben size iki dünyada hayır ve saadet getirdim. Rabbim bana sizi İslam dinine davet etmeye emretti. Bilin ki sizlerden hanginiz benim davetimi kabul eder ve risalet görevinde bana yardımcı olursa, o benim sizin aranızda ve benden sonra kardeşim, vasi ve halefim olacaktır.

Bu sözler ziyafete katılanlara çok ağır geldi ve neredeyse hakikat nidası karşılıksız kalacaktı ki tam o sırada birden henüz 13 yaşında olan Ali bin Ebu Talib –s– yerinden kalktı ve sessizliği bozarak şöyle dedi: Ey Muhammed, ben senin yegane Rabbine ve risaletine iman ettim ve sana yerine getirmek üzere görevlendirildiğin risaletini yerine getirmekte yardımcı olmaya hazırım. Allah Resulü –s– Ali’ye yerinde oturmasını emretti ve ardından ikinci ve üçüncü kez davetini tekrarlayarak orada bulunanları İslam’a iman etmeye ve kendisine yardımcı olmaya davet etti. Ancak ilahi büyük peygamberin başta başa hak söz olan sözleri mecliste bulunanların kalbini etkileyemedi ve Hz. Ali’den –s– başka hiç kimse Resulullah’ın –s– davetine karşılık vermedi. Hz. Ali –s– Allah Resulü’nün –s– davetini icabet ettiğini ilan ettiği o sırada henüz buluğ çağına gelmemişti. Ancak buna karşın Hz. Ali –s– mecliste herkes sessizce otururken üç kez büyük bir şecaat örneği sergileyerek ayağa kalktı ve İslam Peygamberi’nin –s– davetini kabul ettiğini ilan etti.  O sırada Allah Resulü –s– orada bulunanlara dönerek şöyle buyurdu: Bilin ki Ali benim kardeşim ve benden sonra aranızda vasi ve halefimdir. O zaman onun sözlerini dinleyin ve onu izleyerek ona itaat edin.

O sırada oturum sona erdi ve oturuma katılanlar Ebu Talib’e dönerek şöyle dedi: Muhammed oğluna itaat etmeni ve onu izlemeni emretti ve onu senin büyüğün yaptı.

O tarihi günde ve hassas anda Hz. Ali –s– Allah Resulü’nün –s– halefi ve vasiyi olarak atandı ve kader belirleme imtiyazı o hazretin adına kayda geçti. Aslında İslam Peygamberi –s– uzak görüşlü bakışı ve hesaplı planı ile zaman içerisinde ve kamuoyunu hazırlamak sureti ile Hz. Ali’nin –s– imameti ve yüce Allah’ın emri üzerine nübüvvet yolunun devamı için gereken zemini hazırlamak ve böylece İslam ümmetinin geleceği için hiç bir kaygı ve bahaneyi geride bırakmamak istiyordu.

Öte yandan Hz. Ali –s– da çocukluğundan itibaren Resulullah’ın –s– nezdinde yetişmişti ve doğal olarak o hazreti çok seviyordu. Bu arada Hz. Ali –s– aynı zamanda babası Ebu Talib’in nasıl Allah Resulü’nü –s– koruduğunu ve düşmanların ona zarar vermesinden endişe ettiğini görüyor ve bu yüzden sevgili babası ile birlikte sürekli ve adeta bir koruma gibi o hazretin yanından ayrılmıyor ve Allah Resulü’nü –s– koruyordu.

Bi'setin üzerinden üç yıl geçtikten sonra ilahi emir üzerine Allah Resulü –s– tevhidi davetini ve semavi risaletini aşikar etti ve tüm insanları İslam dinine davet etmeye başladı. Bu andan itibaren Kureyşin müşrik ve kafir eşrafı ve elebaşılarının baskıları ve tehditleri de artmaya başladı. Ancak Hz. Ali –s– tüm o hassas ve zorlu anlarda Resulullah’ın –s– yanındaydı ta ki Allah Resulü –s– vahiy yoluyla düşmanların bir konseyde onu yok etmeye karar verdiklerini öğrendi ve bu yüzden ilahi emir üzerine gece yarısı Medine’ye hicret etti ve böylece hem düşmanın şom planını boşa çıkardı hem risaletine devam ederek İslam’ın yayılması için gereken zemini hazırladı.

Ancak Allah Resulü –s– Medine’ye doğru yola çıkmadan önce en tehlikeli ve aynı zamanda en önemli görevi Hz. Ali’ye –s– verdi. O günlerde henüz bir genç olan Hz. Ali –s– Resulullah’ın –s– talimatı üzerine o gece Allah Resulü’nün –s– yatağına girdi. Gerçekte Hz. Ali –s– Resulullah’a –s– olan bağlılığını pratikte de göstermek için böyle bir anı bekliyordu ve bu yüzden büyük bir şevkle Resulullah’ın –s– emrine itaat etti.

Hz. Ali –s– düşmanların Allah Resulü’nün –s– evine baskın düzenlemek istediklerini biliyordu, ama buna rağmen hiç bir kaygıya ve kuşkuya kapılmadan şafak sökünceye dek Resulullah’ın –s– yatağında yattı. O sırada düşmanlar Allah Resulü’nün –s– evini bastı ve yatağına doğru saldırıya geçti. O sırada birden Hz. Ali –s– fevkalade bir hızla yataktan kalktı ve keskin kılıcı ile en önde gelen Halid’e doğru koşarak onu etkisiz hale getirdi ve kılıcını elinden aldı. Gafil avlanan düşmanlar şöyle dediler: seninle bir sorunumuz yok, söyle arkadaşın Muhammed nerede? Hz. Ali –s– Allah Resulü’nden –s– haberi olmadığını söyledi. Düşmanlar şaşkınlık içinde kurdukları komplonun boşa çıktığını anladı ve bu yüzdün hüsran içinde Resulullah’ın –s– evini terk etti.

Yüce Allah Hz. Ali’nin –s– kendi canını tehlikeye atarak Resulullah’ı –s– korumak istemesine şu ayetle karşılık verdi:

İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.

Bu faziletli ve önemli amel, İslam dünyasının tüm düşünürlerini Hz. Ali’yi –s– takdir etmeye zorlamıştır. Nitekim bu fedakarlık, Hz. Ali’nin –s– en büyük faziletlerinden biri olarak tarihte de kayda geçmiştir. Bundan başka ne zaman bu hadiseden söz açıldıysa bu ayetin Hz. Ali –s– hakkında nazil olduğu da kesin olarak vurgulanmıştır. Hz. Ali’nin –s– kendisi de bu fedakarca amelin tahrip edilmesini veya başkasının adına mal edilmesini önlemek için bir şiir yazarak şöyle buyurmuştur: ben kendi canımla yeryüzüne ayak basan ve Allah’ın evini ve İsmail makamını tavaf eden en iyi insanı tehlikeden korudum. Onun şerefli adı Muhammed’dir –s–. Ben bu tehlikeli görevi kafirler onu yok etmek için plan yaptıkları bir sırada yerine getirdim. O sırada yüce Allah da onu hilelerden ve kumpastan korudu ve ben onun yatağında geceyi sabahladım ve düşmanı ölmek veya esir düşmek pahasına bekledim.

Bu konuda ünlü bir hadis de vardır ve çoğu şii ve sünni alim bu hadisi zikretmiştir. O tarihi gecede yüce Allah melekleri Cebrail ve Mikail’e dönerek şöyle buyurur: Ben sizi birbirinize kardeş yaptım ve birinizin ömrünü ötekinden daha uzun yaptım. Peki hanginiz ölümü daha erken benimseyecek ve yaşamını öteki için feda edecek? Meleklerin hiç biri daha erken ölmeyi kabul etmedi. O sırada yüce Allah onlara şöyle buyurdu: o zaman yere inin ve bakın Ali nasıl ölümü kabul ediyor ve kendisini Peygamberi için feda ediyor. Melekler yere indi ve Hz. Ali’nin –s– yatağının yanına geldi ve onu düşmanlarından korudu. Mikail Hz. Ali’nin –s– ayak ucunda ve Hz. Cebrail de baş ucundu durdu ve o hazrete şöyle dediler: Aferin sana, ey Ebu Talib’in oğlu, yüce Allah meleklerin arasında senin gibi onur duyduğu meleği yoktur.

Şimdi bu olayda akla gelebilecek soru şu ki neden Allah Resulü –s– Hz. Ali’yi –s– beraberinde Medine’ye götürmedi ve o hazret Mekke’de kaldı?

Bu sorunun cevabında söylenmesi gereken şu ki, İslam Peygamberi –s– Mekkeli cahillerin ve kinci müşriklerin o hazreti yok etmek istediklerini biliyordu ve bu yüzden bu komployu etkisiz hale getirmek için çok dikkatli ve akıllıca hareket etmesi ve kendisinden bir iz geride bırakmaması gerekiyordu. Bu yüzden o hazret gece yarısı hicret ederek düşmanların hicret ettiğini anlamalarına engel oldu. Öte yandan Allah Resulü –s– Müslümanlara ve özellikle sahabeye pratikte de canı pahasına tüm anlarda yanında yer alan tek kişinin Hz. Ali –s– olduğunu göstermek istiyordu. Yine rivayetlere göre Allah Resulü’nün –s– nezdinde, esas sahiplerine geri verilmesi gereken bazı emanetler vardı ve bu konuda Hz. Ali –s– Allah Resulü’nün –s– en çok güvendiği kişiydi ve bunu da sahabeye ispat etmek istiyordu ve bu yüzden Hz. Ali’yi –s– Mekke’de kalmak ve bu hassas görevi yerine getirmekle görevlendirdi.

Kuşkusuz Hz. Ali’nin –s– Mekke’de kalması ve İslam Peygamberi’nin –s– yerine yatağında yatması gayet akılcı ve planlı bir hareketti ve Resulullah efendimizin –s– Medine’ye hicretinde temel rolü ifa etti. Bu hicret aynı zamanda İslam tarihinin kader belirleyici dönüm noktası oldu ve ikinci Halife döneminde ve Hz. Ali’nin –s– önerisi üzerine İslam dünyasının tarihinin başlangıcı ilan edildi.