Mayıs 16, 2021 22:05 Europe/Istanbul

Gerçek ve sanal adlı yeni dizi sohbetimizde sizlere sanal dünyanın özellikleri ve bu ortamdan en iyi şekilde nasıl yararlanılabileceği hakkında konuşacağız. Daha da önemlisi biz, çocuklarımızı medya ve internet hakimiyeti çağında yetiştirecek olan ilk kuşağız.

Gerçekten canımızdan çok sevdiğimiz çocuklarımızı bu ortamın zararlarından nasıl koruyabiliriz? Hiçbir şey çocuklarımızın geleceğinden daha önemli değildir. Öyle ise daha fazla bilmemiz gerekiyor.

Merhaba, “sanal ve gerçek” adlı dizi sohbetimizin birinci bölümünde sizlerle birlikteyiz.

Müziği tanıdınız mı? 

Evet hepimiz Pinokyo ve babası Geppeto’yu tanıyoruz. Tahtadan yapılan, sevimli ve insan olmayı hayal eden bir oyuncak. Pinokyo hayaline ulaşmak için her iş yapar, her tuhaf söze inanır ve onu yapardı. Sanırım bugünlerde de insanlar Pinokyo’ya çok benziyorlar veya Pinokyo’ya benzeyen insan sayısı arttı. Şaşırmayın, şimdi size ne demek istediğimi anlatırım. (پایان موسیقی زیر صدا)

Siz “Dopamin”in ne olduğunu biliyor musunuz? İnternette aramanıza gerek yok. Dopamin insan beyninde bir nörotransmiterdir ve en önemli görevi neşe ve mutluluk oluşturmaktır. Ödül merkezi olarak bilinen beynin belirli bölgelerinde artan dopamin, insanda mutluluk  duygusu oluştururken, hedefe ulaşmak için motivasyon sağlıyor ve hedefe ulaşmanın ardından da insanda zevk ve mutluluğa sebep oluyor. Psikologlar dopamin oranının korunması ve özgüvenin kaybolmaması için kendimize yeni hedefler belirlememiz ve büyük hedefleri küçük hedeflere bölmemiz gerektiğini tavsiye ediyorlar.

Şimdi dopamin ve Pinokyo arasındaki bağlantıyı açıklayabilir misiniz?

Hatırlar mısınız, bir keresinde Pinokyo okuldan kaçarak oyuncak dünyasına gitmek istemişti?! Çocuklara özel bir dünya, okul ve dersten hiç kaygı duyulmayan, sabahtan akşama kadar sadece oyun oynanabilen bir dünya! Sanırım bizim Pinokyo da, işte bu dopamini arıyormuş. O da bu dünyanın heyecan verici oyuncakları ile kendini mutlu etmek istemişti. İnanların hedefine   ulaşması çok zor ve ulaşılmaz göründüğü için bu hedefe ulaşamamak, insanda hüsrana sebep olur ve bu yüzden kanındaki dopamini yükseltmek ister.

Bu yüzden daha küçük fakat ulaşılabilen hedefler peşine gider, ama bu küçük hedeflerin, varmak istediği büyük hedefe giden basamaklar olup olmadığına dikkat etmiyor! Acaba esasen başka bir hedef mi ulaşıyor yoksa hiçbir hedefe varamıyor mu? Pinokyo için bunlar önemli değildi, o sadece zevk ve mutluluk peşindeydi.

Bizim çağımızda da insanların bir çoğu böyledir. Sanal ortam ve sosyal paylaşım siteleri, bizim için aynı Pinokyo’nun oyuncak dünyası gibidir. İlginç olan ise sanal ortaların yaratıcıları ve kurucularının hiç biri bizim kadar asla burada zaman harcamıyorlar. Hatırlarsanız, Pinokyo’yu oyuncak dünyasına götüren arabacı ihtiyar da kendisi oyuncaklarla oynamazdı; ilginç değil mi?!

Facebook kurucularından “Mark Elliot Zuckerberg”, kendi sayfasından yorumlar ve spamları silmek için 12 kişilik bir gözlemci grubu vardır. Bu firmanın anahtar yöneticilerinin hiç biri facebokk’ta “normal” varlıkları yoktur. Siz onları arkadaş listenize ekleyemezsiniz, ender olarak genel paylaşımda bulunuyorlar ve bazı bilgileri de özel olarak tutuyorlar, örneğin arkadaşlarının sayısı gibi.

Bu örnekler az değil. Twitter Finans Müdürü Ned Segal da twitter’de fazla görünmez. Twitter’de bulunduğu 6 yıl boyunca sadece ayda iki tweetten daha az paylaşımı oldu. Bu firmanın kurucularından Jack Patrick Dorsey, ki diğerlerine nazaran sanal dünyada daha çok görünen biri olarak sitenin kurulmasından itibaren yaklaşık 23 bin tweet paylaşmıştır, fakat bu da aynı dönemde, bu sitenin yarım kullanıcılarından paylaştığı mesajlar oranından bile daha azdır. Aslında o twitter’i gerçekten “kullanmıyor” ve bazen bir tweet paylaşıyor.

Ekim 2017’de Philadelphia’da facebook’un ilk yöneticisi Sean Parker, sanal dünyayı oluşturanların başlıca sorularının, inanların dikkatli oldukları zamanını ve ilgisini en iyi şekilde nasıl kullanabilecekleriyle ilgili olduğunu söyledi. Parker, bu hedefe varmak için arada bir insanlara biraz dopamin verilmesi gerektiğini itiraf etti; örneğin sizin fotoğrafınızı veya paylaştığınız mesajı beğendiği ya da bir yorum yaptığı zaman gibi. Bu konu sizi daha fazla yorum ve beğeni toplamak için daha fazla mesaj ve içerik yaratmanızı ve paylaşmanızı sağlar.

İlginç olansa bu beğeni ve dopamin döngüsünün, hiçbir gerçek bağlantının şekillenmemesi ile oluşmasıdır. Biz, kilometrelerce bizden uzak olan biri le doğrudan bağlantımız olmazken hatta yakın ve hissedilen bağlantılarımızı bile kaybetmişiz. Aslında bunun kısır bir döngü olduğu, asla bir hedefe ulaşmadığı ve gerçek içeriği olmadığı söylenebilir.

Dopamin içeren ilaçlar her zaman suiistimal edilmiştir. “İlaç” kelimesi bizim zihnimizde her zaman hap ve şurubu hatırlatmaktadır fakat psikologların görüşü daha farklıdır. Teknolojiye bağımlılık konusunda “Dayanılmaz” kitabın yazarı, psikolog Adam Alter’e göre bağımlılığın anlamı, bildiğimiz alanın çok daha ötesinde ve daha fazla davranışları kapsıyor, aramızda madde bağımlıların sayısı fazla değil fakat dünyamızda mevcut olan sistemde, karşısında direnemeyeceğimiz bir çok davranış vardır.

Alter’e göre söz konusu bağımlılıklar tesadüfi değildir, bunlar facebook ve twitter gibi firmaların “yapışkan” ürünler üretmek için hedeflerinin direkt sonucudur, bizim defalarca ve defalarca başvuracağımız ürünler. Bu firmaların hedefi insanların vazgeçemeyeceği ürünle üretmektir ve tam da bu yüzden kâr sağlıyorlar, tıpkı Neşeli ve anormal şuur durumları meydana getirerek duyguları kabarttıran sentetik uyuşturucu maddeler ve psychedelic haplar.

Her halükarda dopamine ihtiyacımız olduğu ise, bir gerçektir, fakat bu maddeyi nasıl kazandığımız ise çok önemlidir. Dopmain içeren ilaçlar doğru ve dozunda kullanılınca yararlı olabilir. Sanal dünya da yararlı olabilir, tabi ona, bizi yönetmesine izin vermeyerek ve bizim onu yönetmemiz şartıyla. Artık hayatımızın gerçeklerinden biri haline gelen sanal dünyayı nasıl yönetmemiz ise, daha sonra sizinle konuşacağımız konudur

Aslında bizim hedefimiz bu ortamın özelliklerini size açıklamak ve bu ortamı nasıl en iyi şekilde kullanabilmemizdir. Her şeyden daha da önemlisi şu ki, biz, çocuklarımızı medya ve internet hakimiyeti çağında yetiştirecek olan ilk kuşağız.

Gerçekten canımızdan çok sevdiğimiz çocuklarımızı bu ortamın zararlarından nasıl koruyabiliriz? Hiçbir şey çocuklarımızın geleceğinden daha önemli değildir. Öyle ise daha fazla bilmemiz gerekiyor.